İstanbul'dan dönmelerinin üzerinden 4 gün geçmişti. O sokak arasında yere çakıldığında Asi kolunun üstüne düşmüş ve kolunu kırmıştı. Oradayken Rüya'ların verdiği nectar ile birazcık iyileşen kolu düzenli aralıklarla nectar içmesiyle giderek iyileşiyordu.
Tabi Asi'nin izin verdiği, dinlendiği kadar.
Yere düştüğünde canının yanışı kolundan değil böyle acımasız bir melezle tanışmış olmaktandı. Karşı taraftan çok fazla kişiyle tanışmamıştı, kabul, ama hiçbirinin başka bir meleze böyle kolay, sadece keyfi için zarar vereceğini de düşünmemişti. Kafasının içinde Alaz'ın keskin sesi yankılanmıştı, "Dünyayı, beni bilmiyorsun Asi kız. Salaksın."
İlk üç gün diğerlerinin zorlamasıyla dinlenen Asi, 4.günde antrenman yapmaya geri dönmüştü. Hala askıda olan koluna rağmen tahta mankene kılıç savurmaya devam ediyordu. Kimse yanına yaklaşmıyordu.
En azından Asi kılıcını bir hışımla "Kızım bir iyileşseydin." diyen Cesur'a döndürdüğünden beri. O andan sonra herkes Asi'yi yalnız bırakmaya karar vermişti.
Gittikleri küçük görevde başarısız olmuşlardı.
Alaz tam karşısında olmasına rağmen onu elinden kaçırmıştı.
Ona karşı kaybetmiş, üstüne yaralanmıştı.
Yetmemiş en büyük korkusunu Alaz'a göstermişti. Onun eline koz vermişti.
Bunların hiçbirini kendine yediremiyordu.
Her adımını mutlaka izliyor olan annesine ne diyeceğini de bilmiyordu. Gerçi annesiyle konuştuğu da yoktu ki. Kampa gelip annesinin kim olduğunu öğrendiğinden beri ondan gelecek hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını beynine kazımakla onunla bir kere anne-kız olabilmek için her şeyi yapmak arasında bocalıyordu. Bir yanı bu zamana kadar tek başına ayakta kaldığı için annesine ihtiyacı olmadığını söylüyordu ama bunu annesini hiç bilmezken söylemek kolaydı. Ulaşamadığı bir yerde, onu gözleyen annesinin varlığı her şeyi değiştiriyordu.
Büyük ihtimalle şu anda annesinin gözünden düşmüştü.
Bu konu hakkında ne hissedeceğini bilmiyordu Asi. Pek konuşabileceği kimse de yoktu etrafında. Kimse tanrı ebeveynlerine böylesine kırgın ama bir yandan da bu kadar onların gölgesi altında değillerdi. Yaman, Rüya hatta Cesur bile ebeveynlerinin gölgesi altında olmaktan hoşnuttu. Onlardan alabildikleri kadarını alıp köşeye çekiliyorlardı. Ya da kırgınlarsa bile bunu bastırıp Asi'den gizlemeyi başarıyorlardı.
Bir kere, bir gün birinin ona bakıp onu görmesini çok istiyordu.
Bir gün.
Şimdilik, karşı taraftan bir iz bulmak için araştırmaya çıkma önerisi reddediliyordu. Ama Asi, çok yakında bir gün Alaz'la yeniden karşılaşacağını biliyordu. İçinde bir yerde hissediyordu bunu.
Son kez kılıcını savurduğunda tahta manken parçalada ayrıldı. Aynı anda Asi, kolundan tüm vücuduna yayılan sızıyı hissetti. Bu sızıyı unutmayacaktı. Onu güçlü ve zinde tutacak şey buydu.
⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️⚡️
Alaz hâlâ İstanbul'daydı.
Burada olmaması gerekiyordu. Dönmüş olmalıydı. Her geçen gün içini garip bir huzursuzluk kaplıyordu. Boynunda hissettiği ürperti geçmiyor, kulağındaki fısıldama azalmıyordu.
Otel odasında otururken gelen onuncu Iris mesajını artık cevaplaması gerektiğinin farkındaydı. Oflayarak kabul ettiği arama, onu arayıp soracak tek kişi olan Çağla'dan başkasından değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
king and lionheart
Fanfictionpercy jackson dünyasında karşı taraflarda savaşan aslaz