Alaz'ın planından 5 gün öncesi
Alaz, yine bir sabah Eren'le kılıç antremanını bitirmiş çadırına çekilmek üzereydi. Tam arkasını dönüp gidecekken kenardaki bir kayanın üstüne çökmüş kılıcını elinde çevirip duran çocuğa gözü takıldı. Bir sabah da kahvesini tek başına içmese olurdu sanki. En azından öyle düşünmüştü. Belki öyle istemişti.
"Kahve içer misin?" diye sorduğu çocuk bir anlığına bocalamış, oturduğu yerden aşağıya kayacak gibi olmuştu.
Sonunda hızlı ama çekingen adımlarla Alaz'ın peşinden gelmişti. Çadıra geçtiklerinde Alaz kendi masasında otururken çocuk ayakta dikilmeye devam etmiş, ancak Alaz başıyla ve biraz sert bakışlarıyla sandalyeyi gösterdiğinde oturmuştu. O zaman da ancak sandalyenin ucuna çökebilmişti.
Alaz'ın önüne koyduğu kupadan aldığı yudumla yüzü ekşiyince Alaz gülecek gibi olmuş sonra yüzünü bardağının arkasına saklamıştı.
"Kimin çocuğu olduğun hakkında bir fikrin var mı?" diye sormuştu Alaz kendine pek de uymayan karşısındakinin hislerini önemseyen dikkatli bir tonda.
Kafasını iki yana sallayan Eren bakışlarını elindeki bardağa dikti.
Melezler genelde kampa ulaştıkları ilk birkaç günde çeşitli yetenek testlerine tabi tutuluyorlardı. Okçuluktan, yüzmeye kadar pek çok farklı konuda şanslarını deneyip bir şekilde kimin çocuğu olduğunu çözmeye çalışıyorlardı. Tanrıların, çocuklarını benimsemek yerine onlara bu işkenceyi yaşatması Alaz'ın Kronos'u tutmasının sebeplerinden sadece biriydi. Bazen melezler gerçeği öğrenmeden günler, aylar hatta yıllar geçiriyorlardı.
Ebeveyni belli olmayan veya küçük tanrılardan birinin çocuğu olan herkes de Hermes kabinine yollanıyordu. Eğer kampa gidebilseydi Eren'in de bahtına düşecek olan oydu. Burada en azından herkes gibi bir çadırda yaşıyordu. Alaz kendine öyle söylüyordu daha doğrusu.
"Nasıl oluyordu? Seremoni yani..." diye sormuştu Eren kısık bir sesle, kendi kendine konuşur gibi.
"Seremoni sayılmaz." diyen Alaz omuzlarını silkmişti. Pek iyi bir şekilde hatırlamıyordu kamptaki ilk günlerini. Birkaç detay, bir kişi haricinde sadece karmaşa, isyan ve kafa karışlığı ile geçen bir süreçti. "Kafanın üzerinde bir sembol beliriyor sonra da herkes biliyor işte."
Eren, Alaz'a cevap vermezken gözlerini yine kahvesine dikmişti. Alaz o anı yaşayıp sevmediğine karar vermişti, kendisi de bunu isterdi.
"Çağla dışında kardeşin var mı?" diye sormuştu Eren bir süre sonra.
Alaz'ın kahvesi çoktan soğumuş olmasına rağmen yudumu ağzının içini yakmıştı. Sanki ateşten bir nehri içiyormuş gibiydi.
"Zeus'un çocuğu olarak yok. Büyük savaşı anlatan kehanetten sonra çocuk yapmamak için anlaşmışlardı...güya işte." derken Alaz sinirli ama alışkın bir gülümsemeyle başını iki yana sallamıştı. "Ama..." Ateşten nehirden bür yudumu daha zorla yuttu. "...var, bir kardeşim daha. İnsan. Seninle aynı yaşlarda. Ece."
"Onun insan olması zor muydu?"
Alaz dişlerini sıkarak başını aşağı yukarı sallarken kupasını da parçalayacak kadar sımsıkı tutuyordu. Eren, ondaki gerginliği fark edince hemen sorularını bırakıp kendisi hakkında konuşmaya başladı.
"Benim de küçük bir kız kardeşim var. 2 yaşında daha. Babamın yeni eşi beni yanlarında istemiyordu. Ben de kaçtım."
Yaşadığı acı şeyleri hiçbir şeymiş gibi anlatışı Alaz'ın kalbine dokunmuştu. Genel kanının aksine onun da bir kalbi vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
king and lionheart
Fanfictionpercy jackson dünyasında karşı taraflarda savaşan aslaz