ACI DOLU HİKAYE

102 15 11
                                    

İyi okumalar🤍

Anında bir feryat işledi kulağıma.

"Kızım..."

Öyle bir feryat dı ki, yılların acısı gibiydi.

"Yavrumun yavrusu... mis kokulum... Hebunumun, Hebunu... behna dilêmîn... (nefesim)"

Son dediklerini anlamamıştım ama duyduğum isim ile benimde göz yaşlarım bir bir akmaya başladı.

Annemin adını söylemişti. Kokusunu bile bilmediğim annemin adını...

Daha fazla ayakta duramayıp diz çöktüğünde bende onunla birlikte çöktüm. Sudaklarının arasından ağıtlar dökülüyor, gözyaşları benim saçlarıma işleniyor du.

Ayrıldığımız da o güzel, yumuşacık, buruşmuş elleri ile sardı yüzümü, sildi yaşlarımı, okşadı yanaklarımı.

"Sen ağlama yavrum. Sen ağlama evlatlarımın emaneti. Bir sen ağlama."

Tuttu ellerimi. Avuç içlerimi öptü. Ellerimin üzerini öptü. Parmaklarımı teker teker öptü. Hasretle. O hasretin bitişine öptü adeta.

"Gel kızım."

Zorda olsa ayaklandı. Ellerimden tutarak evin içine girdi. Bende hemen ardından ilerliyordum.

Kapının önünde durmuş bizi izleyen genç kadına takıldı gözlerim. Onunda gözleri çoktan gözyaşlarını akıtmış, bana tebessüm ediyordu.

"Hoşgeldin Karsu. Sonunda geldin. Hoşgeldin."

Başımla küçük bir selam verdim. Kafam karmakarışık olmuştu.

İçeri doğru ilerlemeye başladık beraber. Eşyaların oldukça eski, yaşanmışlık kokan, belkide milyon anısı olan evin içinde kendi kokumu duyduğumda hissettiğim garip duygunun adını bir türlü koyamadım içimde.

Bu ev neresiydi?

Bu kadın kimdi?

Ve bu evin içerisinde neden yabancılık çekmiyordum.

Bir odaya girdik. Odaların duvarlarında küçük bölmeler bu bölmelerin içindede bazı eşyalar vardı. Önlerine takılan perdeler ile bölmeler saklanmaya çalışılmıştı. Eski bir koltuğa oturduk. Sanki karşımda benim ilerideki halim duruyordu. Sanki kendi gözlerime bakıyordum. Kendi denizimde boğuluyordum sanki.

Ne kadar süre bilmiyorum ama uzunca bir süre sarıldık. Ağladık. Kokumu doya doya çekti içine. Sonrasında ise beni kahreden o hikayesini anlatmak için kelimelerini teker teker söyledi bana.

Ve konuşmaya başladı, yaşlanmışlıktan çatallanan sesiyle. Gerçekleri bir bir konuşmaya başladı.

"Ben senin annenin, anneannesiyim gül kokulum..."

Kaşlarımı çatmış dikkatle dinlemeye başlamıştım.

"Senin annen bu evde büyüdü. Onun kokusu var bu evin içinde. Senin kokun gibi."

Gözlerinden bir damla yaş düştü.

"Bir gün, bir haber geldi."

Kesik kesik nefesler alıyor, konuşmakta zorlanıyordu. Ellerimi ellerinin üzerine koydum. Anlatması için adeta yalvararak baktım. O da ellerimi sıkıca kavradı. Devam etti anlatmaya.

"Kızımın haberi... evladımın haberi... ama ne mutlu ne de umutlu bir haberdi bu. Yaşadığım evlat acısının ilk haberi..."

Sözünü kesmeden dinlemeye devam ettim. Pür dikkat gözlerimi ayırmadan. Ama boğazıma yüklenen yumruyla.

"Hastaneye vardım. Hebunum..."

Göz yaşları sirayet etti bir bir buruşmuş yüzündeki yanaklarına.

"Kızım... göçüp gitmişti bu diyardan..."

Öyle bir yanık sesle söyledi ki, benim içimde kıvılcımlar hissettim. Birazdan yanacağım ateşin ilk kıvılcımları olduğundan habersizdim.

"Gitmişti benim evladım. Ama ardında bana başka bir evlat bırakarak."

Kaşlarımı çattım. Ellerinde sanki bir bebek varmış gibi açtı kollarını.

"Annen..."

Nefesim kesildi.

"Tıpkı kendi annesinin bebekliği gibi çok güzel bir bebek. Pamuk gibi. Verdiler elime. 'Al' dediler. 'Senin evladının evladı' dediler."

Sanki o bebekten haber, yokmuş gibi konuşuyordu.

"Ben... ben ne edeceğimi bilemedim. Ben o bebeği elime alamadım. Ben kızımın gebe olduğunu bile o gün öğrendim."

Yüzümdeki ifadeyi ben bile kestiremiyordum.

Başını iki yana salladı.

"Benim kızım ne yaşamış? Benim kızıma ne olmuştu? Benim kızım bunca zaman benden nasıl sakladı? Hiç cevap bulamadım bu suallere. 'Anne' demişti bir gün telefonda. 'Benim başıma kötü bir şey gelse, senin başına benden bir tane daha, benden bir can gelse, gelse beni anlar mısın? Beni suçlama mısın? Diye sormuştu."

Kendisini suçlar gibi yumdu gözlerini.

Aanlamadım ben. 'Ben hep senin yanındayım kızım' demiştim. Ama ben nereden bileyim kızımın başına bir hal geldiğini? Kızımın kandırıldığını? Bilemedim. Benim kızım göçüp gitmişti ama ardında bir ben, birde küçücük bir bebek kalmıştı."

Gözlerinden bir damla yaş daha süzülürken anlatmaya devam etti.

"Aldım o bebeği. Sarıp saçmaladım. Sanki Hebunum yeniden doğmuştu. Ben aylarca dayak yedim. Sırf kızımın emanetine sahip çıktım diye. Sırf kızım bir hataya düşmüş ve o hatanın bedeli de bir evlat oldu diye."

Anlattıklarını hisseder gibi anlatmaya devam etti.

Bacaklarına dokundu.

"Ayaklarımı kırdı, kalkıp bakamayayım diye o bebeğe..."

Kollarına dokundu.

"Kollarımı kırdı, kucağıma alamayayım diye..."

Ellerine baktı.

"Parmaklarımı kırdı, o bebeği yediremeyeyim diye..."

"Hatta bir gün-"

Sustu.

Bakışlarını odanın diğer tarafına çevirdi. Sinirle ve kinle baktığı yere.

Kaşlarımı çatıp gözlerimi kısarken onun baktığı yöne doğru döndüm ve gördüğüm kişiyle kaşlarımı daha çok çattım.

Karşımda boylu boyunca uzanan yaşlı bir adam vardı. Hareket edemiyor, konuşamıyor, sadece duyuyor... felçli bir adam. Gözlerinde pişmanlık ve gözyaşı, yüzünde yaşanmışlıkların buruşukluğu... karşısındaki kadından af dilenir gibi bakıyordu.

Ama karşımdaki kadın hiç öyle bakmıyordu.

O an anladım. Kırılmış kemiklerin ve atılan dayakların sebebinin karşımdaki adam olduğunu.

.

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın olurmu? 🤍

Umarım kafa karışıklığınız bir nebzede olsa dinmiştir. Bir önceki bölümde biraz kafa karışıklığı olmuş.

Bu anlatılanların devamı var. Burada son bulmadı.
Lütfen bunlar ile ilgili yorumlarınızı satır aralarındaki yorum kısımlarına yazınız.

Yeni bölüm yine erkenden gelecektir.

Seviliyorsunuz 🤍💫

KARSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin