Lee Minho
19 Ocak 1939Ellerim arasından alınan bir çoğu şey oldu; yarım kalan çocukluk hayallerim, soluğunu aldığım lakin veremediğim kesik nefeslerim, ışığı sönen tüm umutlarım ve daha düşünmeyi unuttuğum binbir husus...
Annemin tavandan sarkan bedenini gördüğümde yedi yaşımdaydım, büyükannemi ilk o an ağlarken gördüm ve benim son ağladığım gün oldu o zalim sabah; o günden sonra hıçkırıklarım dudaklarımdan düşmedi, veya göz pınarlarım ıslanmadı, o gün akıttığım yaşlar canım pahasına biçildikleri için ağlamaktan sakındım kendimi.
Sormadığım sorular için benden istenilen cevap çok oldu, cevap vermekten sakınır oldum..
Omuzlarımdaki yükler ağırlığını vermiş sıska bedenime, yürümekten gayrı kesildi sanki ayaklarım. Kaldırıp başımı göğe bile bakmaya çekiniyorum, zira göğün maviliği yakacak bu kara ruhumu diye korkuyorum...Sonra Tanrı, dertlerimin içlerinden bir çiçek yarattı bana, bu bir lütuftu, gizli bir şanstı...
Onu ilk bulduğumda, nar ağacının dibine gömülmüştü, korkudan tir tir titreyen vücudu hâlâ zihnimin sisli köşelerinde saklı yaşıyor. Zaman geçtikçe gördüm ki en az yüreği benimki kadar yaralar ile sarmalanmış Han Jisung'un. Han Jisung... Hiç bilmiyorken bile onun eşsiz ismini, sanki dudaklarıma amansız bir mühür ile basılmıştı; ben her zaman onu aramıştım, bu adi düzen devrilene, Tanrı günahlarımdan bir ateş oluşturup beni çehre ile ateşe atana dek; ben her zaman biricik aşkım olan onu aramıştım, ve gazap gününden önce bulmuştum onu...
" Hyung lütfen!... " Hyunjin'in yalvarışları kulaklarıma tekrar iliştiğinde sıkkınlıkla gözlerimi devirdim, sakin kalmak için derin bir nefes aldım.
" Hayırdan anlamaz mısın sen, Chan ile gidin işte ikiniz, benimle ne derdin var anlamıyorum?! " diye fısıldadım kısık bir sesle, çevremizde başkası olmada bile birinin bizi duyma ihtimalini göz önünde bulundurarak.
Erlerin nöbet listesini tutan subay Kim Sungho komutan, iki haftalık bir istirahate çıkmıştı; ve Hyunjin'de, benim, kendisinin ve Chan'ın nöbet günlerini yeni gelen birkaç er ile değiştirmişti, ki böylelikle hasstanenin arka bahçesindeki alanda, limanın kayalıkları üzerinde içki içebilecektik." Hyung, biliyorsun Chan hyungun nasıl olduğunu, korkuyorum ben ondan... Geçen gün bana dedi ki; 'seni uykunda boğacağım Hwang!' bir düşünsene, hangi ruh hastası der bunu?! " dedi kısık bir sesle, yanakları korku ile kızarırken gözlerini benden kaçırdı. Hyunjin'in dedikleri üzerine kaşlarımı hafifçe çatıp, dudaklarımdan kaçan küçük bir kıkırdamaya engel olamadım.
" Çünkü en son içmeye çıktığımızda o kadar sarhoş oldun ki, Chan'ın bunca sene gözü gibi baktığı plağını kırdın, ahmak! "
" Sarhoştum nede olsa! "
Hyunjin'in ısrarcı sesi üzerine hafifçe iç çektim, ona bakarken gözlerimde bir şefkat vardı; beni sinirlendirse ve sıksa bile fazla kızamazdım ona, çünkü biz kardeş gibi büyümüştük onunla. Chan, Hyunjin ve ben... Senelerdir beraberdik, geçmişimin geçmeyen bir çoğu izini ben onlarla sildim, dolduramadığım boşluklarım olsada ben kendimi öyle kabul etmeyi bildim; çünkü onlar benim ailemdi, kavga etsek, üzülsek, ağlasak yada bazen ayrı kalsak bile yine dönüp dolaştığımız nokta başladığımız satırlar oluyordu; beraber yazdığımız satırlar...
Ama kararım kesindi, çünkü bu gece onun odasına gidecektim; yüce gönüllü biriciğimin yanına...
Hyunjin gözlerime biraz daha baktıktan sonra yenilmişlikle bir nefes verip gözlerini devirdi." İyi, ne halin varsa gör, " diye mırıldandı nefesinin altından.
Onun bu çocuksu tavırlarına hafifçe bir iç çektim ve başımı kınarcasına hafifçe salladım, bu sırada hastanenin duvarının bitiminde yer alan kapıdan gelen adım sesleri ile arkamızı döndük, gelen Chan'dı.
" Sadece bir şişe bulabildim, başka kalmamış, " Chan'ın kısık, ve hafif nefes nefese kalmış sesini duyduğumda bana uzattığı süt şişesine baktım. Memnuniyetle gülümsediğimde şişeyi elime aldım; birazdan Jisung'un odasına çıkacağım için istemiştim bu şişeyi, zira öksürükleri bu sıra fazla artmıştı, ballı sütün öksürüklerini biraz olsun dizginleyeceğini biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Derdimin Çiçeği | Minsung
Fanfiction" Tanrı haklıydı, dertlerin çiçeği olmaz. Şayet iki kelimenin hükmüne sığınarak baş eğen ve hayatı pamuk ipliğine bağlı yüreğini susturan bir aptal kanabilirdi insanoğluna bahşedilen dertlerin, çiçek taçları ile şanlanacağı yalanına... "