3•Bölüm

296 22 6
                                    

Gabriella , nereye gittiğini bilmeden sadece koşuyordu. Issız bir ormanda, aralarında en fazla iki metre mesafe bulunan ağaçların içinde, terkedilmiş, aşağılanmış ve kaderine mahkum edilmiş hissediyordu. Ne yapsa gördüğü cesedi aklından çıkaramıyordu.
Gazetelerin altında cesedi gördükten sonra korkuya kapılıp pencereden atlamıştı. Neredeyse ikinci kattaydı, tekrardan ayağa kalktığına inanamamıştı. Ama sonuçta kalkmak zorundaydı güçlü olmazsa başına gelen herşeye boyun eğmek zorunda kalırdı.
Düşünmeyi bırakarak arkasına döndü, takip edilmediğini görünce temposunu düşürdü.
Üzerinde ispanyol paça sarı pantolonu ve siyah transparan gömleği vardı , sanki koşması için en ideal şeyleri seçmişti. Kalem eteğini giymediğine şükrediyordu. Zaten üstübaşı da paramparça olmuştu , onu taşıyan herkimse daha insancıl davranabilirdi.
Gençkız koşmaktan yorularak durdu ve sırtını civardaki ağaçlardan birine yasladı.

Ne yapabilirdiki bu uçsuz bucaksız ormanda , hâlâ aklı almıyordu , nasıl gelmişti o ücra eve ondan ne istiyorlardı.
Dizlerinin üzerinde oturur pozisyona gelene kadar ağaca sürtünerek kaydı. Üzerindeki gömleğin daha fazla yırtılmasını aldırmıyordu bile.
Neden böyle talihsiz şeyler hep onun başına geliyorduki? Artık bu kadarını kaldıramıyordu. Yaşamak. Yaşamak çok saçmaydı bir nevi; Dünyaya gel , büyü , mücadele et , meslek sahibi ol , evlen , yaşlan ve püf. Bir insan kesinlikle bunlar için dünyaya gelmiş olamazdı.
Peki ya başına gelenler; neden gelmişti İstanbula? Sonrasında yeni hayat , yeni arkadaşlar daha yeni hayatına alışamadan birde bu musibet.
Neden kaçırmışlardı? Amaçları neydi? Dahada önemlisi neredeydi? Daha nerede olduğunu bile bilmiyordu , aslından bu durum ona , annesinin onu daha beş yaşındayken terkedip gittiği anı hatırlatmıştı. Bir o kadar yalnız hissediyordu. En başta hayata 1-0 yenik başlamıştı zaten , diğer çocuklar gibi babası , annesi ve bir evi bile olmamıştı. Ne zaman toparlansa kendine gelse tekrar yıkılıyordu tıpkı bir fidan misali.
Nerde yanlış yapıyordu? Problem tanrıya bağlanmak ve herşeyiyle onun olmaksa onuda denemişti. Kilisede kalıp din dersleri bile almıştı ama birşeyler eksik gelmişti hep , sürekli sorgulamıştı dinini. Hem ona görede öyle olması gerekiyordu çünkü çoğu şey çelişiyordu incilde. Aklında kalan soruları rahibelerede sormuştu ama onlar dahi cevaplayamamışlardı.

Gabriella elini toprağa koydu , yerden bir tutam toprağı aldı ve avucunda unufak oluncaya kadar sıktı. Negatif enerjinin toprağa geçtiğini hissedebiliyordu. Gözlerini kapattı ve kafasını arkasındaki ağaca yasladı. Sadece biraz beynini boşaltmak istiyordu.
Neredeyse dalmak üzereyken ağacın üzerinden sinsice sürünerek yaklaşan bir yılan sağ kolunu soktu. Korkuyla ayağa fırlayan gençkız bu sefer çığlıklarını tutmak için uğraşmadı , avazı çıkana kadar gecenin karanlık sessizliğine haykırdı.

İşte tam istediğide buydu 'Bağırmak' . O kadar birikmiştiki pimi çekilmiş el bombası gibi patlamayı bekliyordu.
Gömleğini bel kısmından yırttı ve yılanın soktuğu yerin hemen üzerine bağladı. Normalde sokulan yerin ağrıdığını sanardı ama hiç canı yanmamıştı. Sadece korktuğu için bağırmıştı , hem yılanda normal gibi durmuyordu. Daha önce hiç pembe bir yılan görmemişti.
Acaba rüyadamıydı , gördüğü şeyler hiçte gerçekçi gelmiyordu; sadece korku filmlerinde olabilecek ücra bir ev , ıssız orman ve büyüleyici bir pembe yılan. Biran kendine çimdik atmak istediysede vazgeçti. Londradayken birkaç kez tamda bulunduğu durumu anlatan film izlemişti ama bu sefer farklıydı. İzleyici değil başrol oyuncusuydu.
Yılan sokunca ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Lisedeki ilkyardım derslerine katılmamasının bir gün pişmanlık vereceğini biliyordu ama o pişmanlık bugün olmak zorundamıydı?
Biran ürperdi , ölüme bu kadar yaklaşacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Kendini toparladı , burada ölüp ormandaki hayvanlara yem olmak istemiyordu. Hiç olmazsa cesedim bulunsun diye düşündü ve ormanın yakınlarında yol , köy , ev olduğunu umarak tekrar koşmaya başladı.
Koştukça azalması gereken enerjisi artıyordu , yolunda olmayan birşeyler vardı , ışığın karanlığı yarıp geçtiği gibi hızlı koştuğunu hissediyordu. Ayak uçlarından omuzlarına kadar ne olduğunu bilmediği bir güç vücudunu ele geçiriyordu.

Hissettiği enerjiden korkarak durdu ve etrafına bakındı. Birhayli ilerlemesine rağmen hâlâ aynı yerde duruyordu sanki.
Acaba kader diye birşey gerçekten varmıydı. Olanların hepsi tesadüf denemeyecek kadar üstüste gelmişti.
Kafasını kaldırdı ve gökyüzüne bakmaya başladı. Ağaç dalları , gökyüzündeki yıldızlar ve ay ' Vincent Van Gough'un "Yıldızlı Gece" adlı tablosunu andırıyordu.
Gabriella gökyüzüne bakmayı bıraktı ve başını indirdi. Önünde sonsuza kadar gidebilecek sayıda ağaç yığınını görünce tekrardan kendine gelmişti.
Pes edemezdi bu kadar basit değildi , hayatta kalmak zorundaydı ama içinden bir ses ölüme hazırlanması gerektiğini söylüyordu. Asıl beladan kurtulmuştu işte , o ücra ev hayatında bulunmak isteyeceği enson yer olurdu.
Gabriella nefesini kontrol altına almak için göğsünü sıktı ama herşey üzerine geliyordu. Kalbi ritmini bozmuş ve vücudu terlemeye başlamıştı.
Karşısında beliren ışık humesine daha fazla karşı koyamazdı. Olduğu yere dizlerinin üzerine yavaşça çöktü , ağaçlar üzerine geliyordu ve az önce gördüğü ışık huzmesi dahada yaklaşmıştı.
Bu ölümdü ve kapısına dayanmıştı işte. Son ânının böyle olacağını tahmin bile edemezdi.
Genç kız ellerine hakim olamıyordu titremeye başlamıştı , gözünden düşen bir damla toprağı ıslattı ve boğuk bir çığlık ormanın zifiri karanlığına yükseldi.

Titan ve SiriusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin