Kehanet

4 1 0
                                    

Eldryon'un ufkunda, yıldızlar bile farklı bir dille parlıyordu o gece. Gökyüzünde asılı duran ay, bir süredir hiç olmadığı kadar solgun ve kasvetliydi. Mor bir sis, ayın çevresinde dolanıyor, ışığını boğuyordu. Köylüler tedirgin, yaşlılar endişeliydi. Biliciler, asırlardır beklenen kehanetin işareti olarak bu geceyi işaret ediyordu. Söylentiler köyün dört bir yanına yayılmış, fısıltılar her evde yankılanmıştı. Ancak, o gece bu söylentilerden habersiz olan biri vardı: Aylis.

Aylis, her zamanki gibi tarlada geçirdiği uzun bir günün ardından yorgun adımlarla eve doğru yürüyordu. Gökyüzündeki tuhaflığı fark etmemişti bile. Onun zihnini meşgul eden tek şey, ailesinin artan borçları ve bitmeyen yükleriydi. Babası Jhasen, eski bir savaşçıydı; ama savaşlar çoktan bitmiş, diyarın üzerinde barışın sahte gölgesi süzülmeye başlamıştı. Artık elleri, kılıç yerine saban tutuyordu ve yaşlı bedeni, savaş meydanlarında değil, köyün çorak topraklarında zayıflıyordu.

Aylis eve varınca derin bir nefes aldı. Annesi, yatakta bitkin bir halde uzanıyordu. Günlerdir süren hastalığı, onu daha da zayıf düşürmüştü. Babası, odanın köşesinde oturuyor, elindeki eski parşömenlere bakıyordu. Eski hikayeleri tekrar tekrar okuyarak, kehanetlerin doğruluğuna inanmak isteyen bir adam gibiydi. Aylis ise bu hikayeleri asla ciddiye almamıştı. Kehanetler, ona göre sadece geçmişin boş hayalleri ve umut dolu masallarıydı.

Ama o gece, her şey değişecekti.

Yatağına yattığında Aylis, göz kapaklarının ağırlığına yenik düşerek derin bir uykuya daldı. Ancak, bu uyku sıradan değildi. Aylis, rüyasında kendini hiç bilmediği bir yerde buldu. Gözlerinin önünde devasa bir saray yükseliyordu. Ama bu saray görkemli değil, karanlık ve yıkık döküktü. Duvardaki taşlar çatlamış, sütunlar devrilmiş, her yerde zamanın izleri görünüyordu. Sarayın içinde yankılanan tek ses, fısıldayan rüzgarın ürpertici uğultusuydu. İçini derin bir korku kapladı, ama bir yandan da bu yer ona tuhaf bir şekilde tanıdık geliyordu.

Tam önünde, siyah taşlardan oyulmuş büyük bir taht duruyordu. Tahtın üzerinde oturan bir figür vardı; yüzü görünmüyordu, gölgeler onu örtmüştü. Aylis adeta mıknatıs gibi ona çekiliyordu. Gözlerini figürden ayıramıyordu. Gölgelerin arasında yavaşça kıpırdayan figür, aniden Aylis'e doğru döndü. Gözleri, sanki binlerce yılın karanlığını barındırıyordu. Aylis'in kalbi hızla çarpmaya başladı. Kaçamıyordu, orada mıhlanmış gibi kaldı.

Karanlık bir ses, odada yankılandı:

"Zamanın geldi, varis."

Bu sözler, Aylis'in ruhuna işledi. İçinde büyük bir huzursuzluk ve korku belirdi, ama bir yandan da bu sözlerin ona ait olduğunu hissediyordu. Bir anda tahttaki figür, ona doğru yaklaştı. Aylis'in ayaklarının altındaki zemin titremeye başladı. Taht odası, yavaşça kayboluyor, yerine boşluk ve karanlık doluyordu. Aylis bu karanlığa çekilirken, zihninde aynı ses yankılanmaya devam etti: "Kehanet gerçekleşecek... Sen, kayıp varissin."

Aylis, ani bir nefesle uyandı. Odası zifiri karanlıktı. Gözleri açılır açılmaz, o rüyanın derinliğinde kaybolmuş gibi hissetti. Elini kalbine götürdü; kalbi deli gibi çarpıyordu. Ancak bu rüyadan çok daha fazlasıydı, içgüdüleri ona bunun bir gerçek olduğunu söylüyordu. Gözlerini ovuşturarak rüyanın yankılarını silmeye çalıştı, ama olmuyordu. Zihnindeki o karanlık ses hala kulaklarında çınlıyordu.

Yatakta doğruldu. Hala rüyanın etkisinden kurtulamamıştı. Babasının, eski zamanlara ait kitaplar ve kehanetlerle ilgili anlattığı masalları hatırladı. Çocukken bu masallarla büyümüştü, ama onları asla gerçek olarak kabul etmemişti. Şimdi ise, her şey daha farklı görünüyordu. O karanlık figür, o ses, ve kehanetin sözleri... Bir şeyler yaklaşıyordu, ama Aylis bunun ne olduğunu henüz anlayamıyordu.

Sabah olduğunda, Aylis gözlerini ilk açtığında, dünkü rüyanın hayaliyle bir süre daha yatakta kaldı. Ama içindeki huzursuzluk onu daha fazla yerinde tutamayacaktı. Hemen üstünü giyindi ve evin altındaki mahzene indi. Babası, eski kitapları ve parşömenleri burada saklıyordu. Aylis'in hiç ilgisini çekmemişti bu belgeler, ta ki o geceki rüyaya kadar. Babasının yıllardır topladığı tüm kehanet yazıları, kadim dillerde yazılmış gizemli parşömenler ve krallığın kayıp geçmişine dair işaretlerdi.

İlk parşömeni eline aldığında, elleri titredi. Parşömenin kenarları yıpranmış ve zamandan sararmıştı. Üzerindeki semboller tanıdık değildi, ama rüyasındaki taht odasındaki figürün gözlerinde gördüğü karanlık, bu sembollere de yansımış gibiydi. Parşömeni okudukça, her satır zihninde yeni kapılar açıyordu. Bu, kayıp varise dair bir kehanetti. Krallığın son varisi, ihanetler ve savaşlar arasında kaybolmuştu. Ancak, doğru zaman geldiğinde, varis yeniden ortaya çıkacak ve tahtı geri alacaktı.

Aylis, derin bir nefes aldı. Bu kehanetin ona ne kadar ait olduğunu bilmiyordu, ama içinde tuhaf bir şekilde bu yazgının kendi kaderiyle bağlantılı olduğunu hissediyordu. Babasının bu parşömenlere olan saplantısının nedenini yeni anlamaya başlıyordu. Belki de babası, Aylis'in kaderini çoktan biliyordu. Ama şimdi her şey daha da karmaşık hale gelmişti. Kehanet, sadece bir masal değildi. Bu, Aylis'in hayatını tamamen değiştirecek bir gerçeğin başlangıcıydı.

O günün ilerleyen saatlerinde, Aylis tüm cesaretini toplayarak babasına kehanetle ilgili sorular sormaya karar verdi. Babası, yıllardır bu kehanetin izini sürüyordu, ama hiçbir zaman Aylis'e tüm detayları açıklamamıştı. Babasının o derin bakışları, bir şeyleri sakladığının işaretiydi. Aylis odasına doğru ilerlerken, bir şeylerin değişmek üzere olduğunu biliyordu. Krallığın karanlık geçmişi, kaybolmuş varis ve kehanetlerin peşinde olan güçler... Hepsi onun etrafında şekillenmeye başlamıştı.

Kayıp Varis: Kehanetin GölgesindeWhere stories live. Discover now