Bir zehir bu; damla damla işler içime,
Düşüncelerim bulanır, gerçek puslanır,
Gözlerim sisli, aklımda bir kördüğüm,
Zaman akmaz burada, durmuş gibi her an.Gölgeler dolanır aklımın dehlizlerinde,
Sinsice fısıldar, unutmak istediğim sırları,
İçimde küllenmiş yangınlar alev alır,
Anılar kül rengine boyar karanlık gecemi.Bir mahkum gibi zincirliyim kendime,
Kilitli kapılar ardında saklı düşler,
Çırpınır zihnim, kurtulmak ister belki,
Ama bilir; her kaçış, daha derin bir esarete sürükler.***
Zihnimin içinde sürüklenen kurşun, her salisede bir şeyleri değiştiriyor.
Evet, ölmedim; hala yaşıyorum. Hem de senelerdir... Belki de yıllarca aynı döngüde savruldum, ama bu yaşadığım gerçeğini değiştirmiyor.
Anlamadın, değil mi? Başta ben de anlamlandıramadım. Zihnimin içinde sürüklenen bu kurşun, her anı yeniden şekillendiriyordu.
Belkide en baştan başlamalıyım sana anlatmaya.Başlayalım o halde;
Hatırlar mısın? Gözlerimi bir hastane odasında açtığımda hafıza kaybı yaşadığımı söylediler.
Haklıydılar...Kafamın içinde yankılanan düşünceler, sanki ait olmadığım bir melodiye ayak uydurmaya çalışıyor gibiydi.
Ancak hepsi zihnimin zehrinin oyunuydu.
Hepsi bir yalan,hepsi bir yabandı.
Ondan önce çektiğim azabıda, bin misli canımı acıtan fısıltılarıda hatırlıyordum."Hafıza kaybı yoktu ortada... Bir ailem de yoktu... Fark etmedin mi?"
Zihnimde silik, bulanık görüntüler vardı. Ne zaman onları hatırlamaya çalışsam, ellerim kayboluyordu.
Yok olan anılar, hafifçe yansıyan gölgeler gibi kayıp, kayıp... Onlara anne ve baba demedim.
Çünkü yoktular, sadece birer hayal, birer figürdi. Zihnime kodlanmış silüetlerden ibaretti her şey.Bende o kodlara uydum, sanki bir robot gibi; hatırlanmaz oldum, unutulmuş bir benlik gibi.
Bir kadın görmüştüm... Yüzü solgun, gözleri belirsizdi ama elleri çok netti.
Bana bir saat uzatmıştı. Yavaşça, içinden çıkılmaz bir sessizlikle... Ve o saatin üzerindeki her bir çizgi, zamanın geçişini daha da acıtıyordu.
Saatin etrafında, ince ince süzülen ışıklar vardı, ama her ışık bir şeyleri daha fazla kaybettiğimi fısıldıyordu.
O kadın kimdi, sence?
O kadın... Geçmişimden kendime bıraktığım bir çağrıydı... Gelecekleri öngören zihnimin yardım çığlıydı.
Saat ise... O saat, zamanın kendi vebasıydı. Her bir tik, bir yara daha açıyordu içimde.
Ve en son 12 Eylül 1980...
Darbe gecesiydi hatırladın mı?Komşu kızının evine gitmiştim ancak ordaki...vahşeti görünce dehşetle geri, eve dönmeye çalışmıştım.
Lakin kapıdan geçemeden bir kurşun saplanmıştı zihnime...Plan işleyişi dahilindeydi...
Kontrol bendeydi.Sence o kız neden bizim eve gelmişti?
Çünkü...O, benim bu döngümü bitirmemi sağlayacak olan kilit anahtardı.Gördüğüm sanrılarda başıma bir mermi saplanması gerekiyordu. Ancak sorun, böyle bir olayın yıllardır yaşanmadan bitmesiydi.
Ta ki saatin habercisi gelene kadar. Saatle zamanı diyar edip gelecek olduğunu düşündüğüm yere gitmiştim.O zaman benim için gittiğim yerden çok nasıl gidebileceğimi bulmak önemliydi. Dönüş olmadığını söyleyen adam doğru söylüyordu.
Lakin gitmediğin bir yerin dönüşüde olmazdı...
En nihayetinde döngüde ki varlığımı sona erdirdim.Başıma saplanan kurşunla beraber,ruhum eklendiği bedenden ayrıldı.
Döngü bitti.
Dünyada ebedi olarak bitti...benim için.
Ancak yaşam hala devam ediyor.Ve anılarım, acılarım, alınması gereken intikamlarım;hepsi bana geri döndü. Yaşadığım döngüdeki ucuz hesaplardan değil, varlığımın en başındaki gerçeklerden bahsediyorum.
Şimdi ise gözlerimi derin, zifiri karanlığa açıyorum; ne kadar uğraşsam da, çevremde hiçbir şekil, hiçbir sınır seçemiyorum.
O kadar derin bir boşluk ki bu, sanki evrenin kenarına gelmişim de ufkun arkasında dipsiz bir uçurum var.
Sadece kendi nefesimin yankısı ve kalp atışlarımın titrek ritmi yankılanıyor.
O ses bile bana ait değilmiş gibi, sanki içimde bir yabancı var da sessizce, tetikte bekliyor.Adımlarımı ileriye doğru atıyorum, ama nereye bastığımı bilmeden, her adımdan sonra kaybolacakmışım gibi.
Ayağımın altındaki zemin, elle tutulur, güvenilir bir şey değil; sanki kumdan bir dünya üzerinde, tek bir nefeste dağılacak bir boşluğa basıyorum.
Karşımdaki bilinmezlik tüm benliğimi, düşüncelerimi, hislerimi örten siyah bir sis gibi etrafımı sardıkça, zihnim bulanıyor.
Ürkütücü olduğu kadar garip bir çekicilik var burada. Kaybolmanın verdiği korku, yeni bir dünyanın, belki de hiç dokunulmamış bir sırrın içinde kaybolmanın heyecanına karışıyor.
Yıllar önce sürgün edildiğim bu boyut, Nerine'nin çığlıklarını barındırıyor.
Burada, her adımda beni neyin beklediğini bilemeden, bilinmezliğe adım atıyorum.
Sanki ileride beni bekleyen, hiç var olmamış bir şey... ya da belki de kendim.
Bir yanım, anlam bulmak için merakla zamana sarılmak istiyor ama burada
hiçbir şeyin sırası, ardı veya geçişi yok.Gün, geceye; yaşam, ölüme; gençlik, yaşlılığa dönmüyor. Her şey donmuş gibi... ya da belki sürekli devinim halinde ama fark edemediğim bir ritimde.
Nerde olduğumu sorguluyorsun değil mi? Veya şuan neyi anlattığımı.
Seni tanıştırayım o zaman. Burası benim cehenneme çevirdiğim şehir.
Yersiz fanilerin çeşitli işlerde çalıştırıldığı, şehirdeki dokraların ise kendi güçlerini öğrenip bölümlere ayrıldığı boyut;
Nerine...
Ölümle varlığın tek arafı...
Zamanın tek sahibi...
Ve bir zamanlar kovulmayı layık görüldüğüm şehir...Zamanı kontrol etmek istemiştim orda.
Başarmıştım da ancak sırtımdan yediğim acı darbeylede yakalanmıştım.Sonra adım, Zihni Zehir oldu.
Nerine'den sürgün edildim.
Döngüye hapsoldum.Defalarca ölemeden başa sarıldı hayatım.Şimdi, Nerine'nin sessiz çığlıklarının yankılandığı tepedeyim.Bir karar vermem gerekiyordu.
Ya o evrene adımlarımı atacağım ancak zihnim ve bedenim hırsımın belirleyeceği bir süreye kadar geride kalacak.
Ya da bu sessiz tepede kalıp, intikamımı alamamanın verdiği hırsla savrulacağım...
Ve ben kararımı çoktan verdim...
🗝♣🕐
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZİHNİ ZEHİR
FantasyFantastik Kurgudur ~Zihni Zehir adıyla yazılan ilk ve tek kurgudur. ~ Tanrının cezasına maruz kalan Reyhan Alker, farklı bir zihin ve bedende 1980 lerde kendini bulur. Ancak hafıza kaybı içindedir ve ailesi olduğunu söyleyen insanlarla yaşamaya başl...