"semih takma aslanım, ben seni biliyorum." mert abi kolumu sıvazlayarak konuştu. utanmasam ağlayacaktım, bunun yerine mert abiye sarılıp kapadım gözlerimi onun göğsünde. "semihim." mert abi kollarının arasındaki benim sırtımı sıvazlarken, aynı zamanda ellerini saçlarımda gezdiriyordu.
"hadi bakalım yürü soyunma odasına, üzme kendini." mert abinin sözleriyle yavaşça dikleştim - olduğu kadar - ve soyunma odasına doğru yürüdüm.
bu sefer kabul ediyorum kötü oynadığımı ama bu kadarını hak etmiş miydim? sanmıyorum. bi kere asıl pozisyonumda bile değildim, ayrıca takım olarak kötü oynadık , niye bütün eleştiriler bana geliyor? maç boyunca yuhlamalar çınlattı kulağımı, ne zaman top bana gelse telaşlanıp kaybettim. zaten maç sonu sahayı terk ederken de taraftar grubumuzun muhteşem uğurlamasıyla moralim sıfırlandı. bu düşüncelerle soyunma odasına gelince duraksayıp adımlarımı sağıma çevirip odaya girdim.
(...)
"semihim senden değerli mi ya? ben biliyorum seni, hem senin kendi mevkinde oynadığınıda göz önünde bulundurursak normal bunlar." barış konuştu telefonun diğer ucundan. "beni yüreklendirmeye çalıştığını biliyorum." dedim yattığım yerden. "semih öyle bir amacım yok kartalım, hem daha kaç tane maç var önünüzde kendini göstermen için şansın var hala." ne kadar böyle konuşsada motive olamıyordum. benim sessizliğim üzerine barış konuştu "istersen bir yemeğe gidelim he, kendine gelirsin?" teklif güzeldi. "olur, beni alır mısın peki?" sesim yüksek ve sevimli çıkmıştı -bence- . "soru mu bu sarı?" şımartmaya çalıştığı belliydi ve bunu başarıyordu. "ben hazırlanıyorum o zaman." barıştan onay sesi gelince hemen olduğum yerden hazırlanıp kalktım.
-
aşağıya indiğimde üzerimde barış'ın geçen akşam bana hediye ettiği ona ait olan gri kapüşonlu, altımda ise siyah; çok bol sayılmayan ama en azından sıkmayan bir pantalon vardı. birkaç tane de bileklik takmıştım.
barış'ın dediğine göre gelmiş olmalıydı ama ortalıkta görünmüyordu. korna sesiyle arkamı dönünce barış'ın arabasını gördüm ve o tarafa doğru adımladım.
arabanın kapısını açınca koltuktaki çiçek gözlerimi doldurmuştu anında, çok düşünceli birisi benim sevgilim. çiçeği alıp koltuğa oturdum ve yan koltuğumdaki barış'a dönüp yanağına bir öpücük kondurup çiçeklere döndürdüm bakışlarımı, çok güzel kokuyorlardı. sanırsam üç çeşit çiçek vardı burada. "barış bunların bir anlamı var mı?" bu kadar fazla çiçek olması beni bu soruya yöneltmişti. " lilyum: güven, glayör: inanç ve en önemlisi kırmızı gül: aşk." barış gözlerime hayranlıkla bakarken bende kayboluyordum bakışlarında.
"barış." sözler boğazıma dizilmişti o an çiçekleri bırakıp sarıldım barışa.
"semihim, gidelim mi?" barışın yönelttiği soruyla ondan ayrılıp geri çiçeklere döndüm. o arabayı sürerken ben saf saf çiçeklere bakıyor, kokluyordum; çok güzel kokuyordu hepsi. az sonra barış şarkı açıp araba sürüşüne bir eğlence kattı ve arabayı mekana doğru sürmeye başladı.
-
gittiğimiz mekan tamamen boş olmasada boş sayılırdı. aslında böyle güzel ve romantik bir mekanın kalabalık olmaması şaşırtmıştı ama aldırış etmeden ilerledim barış'ın arkasından. bizim için ayrılmış bir masa vardı, oraya doğru gittik.
"barış, nerden buldun burayı çok güzel bir yer?" barışa yönelttiğim soruyla kocaman açıldı barış'ın gözleri. "semihciğim, abi de olur mu ayıp ama?" barışın sözleriyle afallamıştım ne alakaydı şimdi. barışın birkaç kaş göz hareketiyle çaktım olayı, dışarıdaydık ve göz önü bir yerdi geldiğimiz restorant bunun için böyle davranıyor demekki.
"haklısın barış abi, yemek söylemeyecek miyiz?" barış kafasıyla onaylayıp çağırdı garsonu. garsonla konuşurken çok çekici görünüyordu, sahipleniciliği çok hoşuma gidiyordu. garson siparişlerimizi aldıktan yarım saat sonra tabaklarımız önümüzdeydi.
yemekleri yemeye başladığımızdan beri hiç konuşmadık barışla, tek yatığımız birkaç bakışma ve gülüşme. aslında bunun sebebi ilk defa birlikte bir yemeğe çıkmamız olabilirdi. normal insanlar olsaydık eğer göz önünde olmasaydık bu yemeğin katbekat güzel olacağına emindim. yine de burada barış ile olmak yetiyordu bana, o benim her şeyimdi.
yemeğin sonlarına doğru barış yemek yemeği bırakmış beni seyrediyordu. bakışlarıyla bir şey anlatmaya çalışıyordu fakat anlama konusunda sıkıntı yaşıyordum, eğer bir anlam çıkarmam gerekirse beni kaldırmaya çalışıyordu masadan. onun hareketlerine karşı kafamı sallayıp masadan kalkan barışı takip etmeye başladım. tuvalete girdi, bende onun ardından girdim.
girer girmez kapının arkasındaki barış beni çekti ve duvarla kendi arasına aldı. bir kolunu duvara koyup diğer elini çenemin altına getirdi ve dudaklarımı aldı dudaklarının arasına. dilini dilimle buluşturuyor, dudaklarımı ısırıp yalıyordu. ardından dudakları yüzümün çeşitli yerlerinde gezindi.
ne olduğunu anlamadan barış ellerini belime getirip arkamı döndürdü ve yüzüm duvara dönük bir şekilde dumamı sağladı. sertletmiş aletini kalçama yaslıyor, aynı zamanda kafamı kendine çevirip öpüyordu dudaklarımı.
pantalonumu indirmeye çalışınca durdurdum onu. "barış, yeter bence biri görecek." barışı uyarmamla kendinden geçmiş hali gitmişti. "of şu an evde olmamız gerekiyordu ama." çocuk gibi mızmızladı. "mız mızlanma çıkıyorum ben sende arkamdan gel biraz sonra, dikkat çekmesin." dedim barışa ve aynaya yöneldim, durumumu kontrol etmek için. o sırada aynada beni seyreden barışı görünce onu biraz daha kızıştırmak için ellerimi tezgaha koyup kalçamı arkaya çıkarttım. aynadan baktığımda dudağını ısırıyordu, biraz daha durursam çıkamayacağımı düşündüğümden hemen saçımı düzelttim ve lavabodan çıktım, aynı zamanda azgın bir barış bıraktım.
_______________________________
Bu bölümü çok zor yazdım amk. Birkaç bölüme final yapcsm herhalde çok zorlanıyorum artık. Ama milli arada bir şeyler olursa bilemem şimdi. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayinnn🌟🙌
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Olsun İstemezdim
FanfictionSemih ne zaman fark edecekti Barış'ı? Semih KILIÇSOY & Barış Alper YILMAZ kurgusudur.