''Her kalpte bir mezarlık vardır..''
*CEM KISMET-Haram geceler
Bi Şehri terk etmek yaşının bi kısmını kaybetmek gibidir çocukluğunu bırakmak, bir bebek için kavga ettiğin 17 yıllık dostunu, gidebilmek için ailene kırk takla attığın yerleri, birinin elini ilk kez tuttuğun o bankı ve bunun gibi bi çok anıyı küçücük bir kutuya koymaktır yeri gelir ağlaya ağlaya geçtiğin yolları kırık bir tebessümle son kez geçersin. Vedalar soğuk olur derdi dedem hele ki yaşanmışlıkların çoksa yaz günü olsa bile ellerin buz tutar derdi hoş ellerin hiç ısındı mı diye sorsanız bi cevap veremez susardım Ankara her sokağında karış karış çocukluğumun gençliğimin olduğu şehir vedaları da kendi gibi soğuk olan gidenlerin çok olduğu kalanların da geride bırakıldığı buzdan bi şehir. Evin sokağında ki çocuk parkında bankta her şeyden bunalmış bi şekilde bunları düşünürken bir anda "ayy" sesi yankılandı bi iki genç hariç boş olan parkta yan dönüp sesin geldiği yere baktım hafif kırık tebessümle " ya bu memleketi çok seviyorum ama çok yoruyor be" dedi soluk soluğa kalmış bi halde elindeki termos ve poşeti masaya koyarken sadece sessiz bi şekilde güldüm bu lafına " e sen de gel benimle olmaz mı?" dedim poşette ki bardakları çıkartırken yan yan yüzüme baktı "evet canım hı hı aynen öyle olur zaten sen de İzmir’e Muğlay’a gidiyorsun ben de takılırım peşine gelirim ne var dimi" dedi kinayeli bi sesle "yazık sana be" dedim yüzümü buruşturarak "neden ülkemin topraklarını ayırıyorsun Bingöl’ün nesi var hem ne güzel memleketimin toprağı" dedim kahveleri doldururken "hem" dedim "gel desem nere olduğuna bakmadan geleceğini zaten biliyorum ne şov yapıyorsun" bu dediğime gülmeden edemedi "gel demiyorsun ki" kahvesinden bi yudum aldı "sahi neden demiyorsun ya istemiyor musun beni yanında sen" bu dediği beni bi anda on yaşında ki iki küçük kız çocuğuna götürdü sanki şuan yirmi yedi yaşındaki iki kadın değil de on yaşında ki Mahu ve Devin vardı karşımda küçük devin gene istediği olmadığı için boynunu bükmüştü Mahu da mızmızlanmasın diye ne derse kabul ederdi aradan on yedi yıl geçmesine rağmen bazen bazı huylar çocukluğunuzdakiyle aynı kalır "istemiyorsun dimi beni sıkıldın artık benden hani beraber bi evimiz olacaktı sen çalışıp bana bakacaktın falan noldu o hayallerimiz bizim" dedi kaşlarını çatarak "ya ne anlatıyorsun alo" dedim gülerek "kızım ben kendim gittim seni götürmem kaldı şuan dimi" kahvemden bi yudum aldım "hem ne alaka ya kocan mıyım ben senin de sana bakıcım kalk git şuradan" bu dediğime kahkaha attı sonra bi anda suratı düştü "evde kalmışız biz Hatice teyze öyle dedi" dedi kaşlarımı çattım "o ne alaka be" dudaklarını büzdü bilmem dercesine "git ona sor" dedi tövbe tövbe der gibi salladı elin "selam verdim gelirken balkondaydı iyi akşamlar der geçerim dedim" gözlerini devirdi "lafa tuttu iki saat ondan geç kaldım bu saatte nereye gidiyorsun falan dedi mahuyla oturcaz yarın gidiyor ya falan dedim bi anda ay kızım ben size çok dua ediyorum yuva kurun artık diye ama siz tutturdunuz iş de iş diye falan dedi" gözlerim şaşkınca açıldı "ne yapsaydık torunu gibi daha on dokuzumuzda kocaya mı kaçsaydık" dedim göz devirerek " evet mahu sen dersin böyle pat diye ama ben diyemem maalesef ayıp olur ya" dedi bir nefeste " nesi ayıp ya kendi dediği lafa baksın o ilk önce hem ne var tüm mahalle bilmiyor mu torununun kaçtığını" dedim umursamaz bi tonla "yani" dedi uzatarak "neyse Allahtan yarın son geride kalanlar düşünsün" dedim ona laf vurarak sinirle bana döndü "sus ya zaten moralim sıfır daha çok düşürme" dedi kollarını göğsünde bağlayarak sanki karşımda küçük devin "küstüm işte oynamiycam bi daha seninle" demiş gibi hissettim bi anda hafif gözlerim doldu sokak lambası bakarak güldüm " ne gülüyorsun be kendi kendine ruh hastası gibi" dedi gülmem daha çok arttı "sanki kendi çok farklı gibi" dedim gözlerimde ki yaşları Geri gönderdim o da benim gibi sokak lambasına bakarak kahvesini yudumladı az önce ki sesine nazaran daha uysal bi sesle "mahu" dedi "efendim" dedim gözlerim kapalı bi şekilde "nolucak peki yani ben napıcam burda tek başıma" kaşlarım çatıldı "tek başına?" dedim soru sorar bi tolda "evet tek başıma" ağırca yutkundum "devin bak" bankta yan döndüm onun olduğu tarafa "nasıl bi cehenneme gidiyorum bilmiyorum ve o cehenneme on yaşındaki devini götüremem" gözleri daha çok doldu "en azından" derin bi nefes aldım soğuk hava ciğerlerime işledi "şimdilik" diye bitirdim cümlemi umutla baktı bana "bakma öyle seni kendimle beraber o cehenneme sürükleyemem bu hikayeye bir tane manyak yeter" mutluluktan uzak bi tebessüm oluştu yüzümde "hem" koluna elimin ucuyla vurarak "köye gidiyorum kızım ben buralara benzemez kahve içmelere kafelere gidemezsin orda" kızıl saçlarını işaret ettim "kuaför bile bulamazsın be orda kendine" elleri saçlarına gitti sonra aklına ne geldiyse gülerek yüzüme baktı "kahveyi sen geldiğinde içeriz yada köyde kendime arkadaş bulurum hem ne çabuk unuttun be kaç sene sen boyadın saçlarımı gene sen boyarsın ne olucak" omuzlarını silkti derin bi nefes çektim içime "devin" sözümü kesti "tamam ama söz ver tamam mı sana maksimum bir ay veriyorum çevreye bak alış ama sonra ben de gelicem" dediği makuldü en azından biraz olsun onu oyalardı onu istemediğim için değil en çok onu düşündüğüm için gelmesin istiyordum ya zaten nasıl bi cehenneme gittiğim belli bile değildi Bingöl sınır köylerinden birinde öğretmenlik yapıcaktım ama terörün kucağına da iki can atamazdım "tamam bakarız" kaşlarını çattı "söz ver dedim be bakarız ne çocuk eyliyor sanki" güldüm bu dediğine evet çocuktu gözümde hala on yaşındaki kız arkadaşımdı kardeşimdi "söz tamam" dedim yenilmişlikle biraz daha oturup kalktık binanın önüne geldiğimizde bir müddet dış cepheye baktım uzun uzun devin anahtarını arıyordu kapıyı açıp eliyle hadi yaptı son kez sokakta gözlerimi gezdirdim uzun uzun ve içeri girdim devin ailesiyle ikinci katta oturuyordu bende en üst katta ailemle kalıyordum en azından bu güne kadar devinin “yarın sabah kaçta çıkıyorsun" demesiyle sıçradım daldığım yerden "sabah işte yedi gibi çıkarım burdan dokuz da uçağım" dedim " tamam sabah ben de gelicem sizinle murat amcaya söyle bana kaldı" güldüm bu dediğine "yalnız murat amcan da gelmiyor maalesef taksiyle gidicem" Kaşları çatıldı "ne alaka" dedi "öyle ben istemedim Gelmelerini yoksa bi ordu adamla havaalanına gidecektik Böylesi daha iyi oldu" saçmalama der gibi baktı yüzüme "neyse ben gelirim seninle gideriz beraber ararsın beni uyanınca ona göre hazır beklerim seni" derin bi of çektim ama her şeye hayır dediğim için buna da hayır dersem haşlanma ihtimalim olduğu için "tamam" dedim sıkı sıkı sarıldı önce "git de uyu hemen erken kalkıcaksın" kafa salladım "iyi geceler" dedim merdivenleri çıkarken anahtarla eve girdim ama annem mutfaktaydı "saat kaç" diye seslendi otoriter sesini bozmadan "anne gidiyorum" dedim bezmiş bi sesle "bu bişeyi değiştirmez mahu" diye sürdürmeye devam etti otoriter anne rolünü ama ben devam ettiremeyecek kadar yorgundum sadece "sana da iyi uykular anne" demekle yetindim odama çıkıp kapıyı örtene kadar sanki boğazımda bir el vardı ve beni daha çok boğmaya çalışır gibiydi Gözlerimi boş odada gezdirdim bi süre elim hala boğazımdaydı kalkıp camı açmak istedim ama çöküp kaldığım kapı arkası buna izin vermedi bi süre sakinleşip ayağa kalktım ve camı açtım dolmuştum ve patlamak istemiyordum en azından gider ayak kimseyi kırmak istemiyordum bi süre camdan terası izledim çocukluğumun gençliğimin hepsini geçirdiğim terasta oturmak için kavga ettiğim koltuğa bakıp gülümsedim geri çekilip camı ve perdeyi kapattım son kalan kıyafetlerimi de valize koyup yatağa uzandım tavanla bakıştık bi süre çok şeye şahit olmuştu gülmelerim ağlamalarım küsmelerim ilk heyecanlarım her şey derin bi nefes çektim içime elime telefonumu alıp alarmı saat yediye kurdum ve bu odadaki son uykuma daldım. Alarmım çalmadan uyanmama şaşırmadım açıkçası çünkü sabaha kadar dönüp durmuştum Heyecanlı mıydım evet fazlasıyla hep istediğim şey oluyordu gidiyordum bu şehirden ama işte aması varmış bunu işler bu denli cittiye binince kavradım zor olucakmıydı bu şehirden gitmek benim için biraz öyle duruyordu bi çok şeyi geride bırakıp gitmek sevdiklerimi anıları geride bırakmak zor gelecekti ama gidecektim bunu en çok on dokuz yaşındaki mahuya borçluydum dalmış bunları düşünürken alarmım çalmaya başladı yastığın altındaki telefonumu elime alıp devini aradım çaldı çaldı ve her zamanki gibi cevaplanmadı yattığım yerde doğrulup tekrar aradım bu sefer ikinci çalışta cevaplandı "kalktım kalktım hazırım bile" dedi sersem sersem bu dediğine gülmeden edemedim çok özleyecektim onu çok "şimdi uyandım" yalandı hiç uyuyamamıştım "sen de kalk hadi hazırlan çıkarız yarım saate" dedim "tamam gülüm" dedi sadece telefonu kapattıktan sonra yataktan çıktım ama ayaklarım anında buz gibi olmaya başlamıştı bile dedim ya soğuktu bu memleket bir bana mı bu kadar soğuktu orası ayrı üzerimi değiştirip bi hırka geçirdim üzerime ve ses gelen aşşa kata indim annemle babam konuşuyorlardı sessiz bi şekilde kapı pervazına yaslanıp onları dinlemeye başladım annem "nasıl olacak böyle murat o orda biz burada" dedi tatsız bi sesle babam iç çekip "bilmiyorum zeynep sen istedin bunu kızın başka hayalleri vardı sen tutturdu öğretmen ol ne güzel işin belli maaşın belli diye liseden beri yemedin mi kızın başının etini" dedi yıllarca içimde tuttuğum şeylerin minik bi kısmını "hah evet gel sen de gel üstüme ne deseydim murat git asker ol dağdan yoldan gelme mi ben düzenli bi işi hayatı olsun istedim hem o gün ben mi göndermedim kızını kendisi gitmedi şimdi suçlama beni kötü mü ettim öğretmen olsun istedim dizimizin dibinde gözümüz önünde olsun istedim ama" devam edecekken böldüm lafını " ama anne olmadı dimi" göğsümde topladığım ellerimi aşşağı indirerek mutfağa girdim dolaptan bi bardak aldım annem le babam susmuş konuşmamı bekliyordu sebilden su doldurup onlara döndüm gülümseyerek "bu sefer kızın dizinin dibinde kalmadı anne napalım bak halbuki sen istemiştin ama işler düşünmediğin raddeye geldi napalım" bi yudum aldım suyumdan "neyse zeynep hanım iyi yönünden bak sen en azından işim belli gittiğim yer belli dimi?" dedim kinayeli bi sesle babam dediklerimi aldırmadan "bakma sen annene uçağın dokuzda dimi erken kalkmışsın" dedi gözlerim hala annemdeydi bi süre bana baktı ama konuşmadı sonra kafasını sallayarak arkasını dönüp kahvaltı hazırlamaya devam etti bi süre sırtını izledim omuzlarımı düşürerek babama döndüm "evet dokuzda ama dedim ya yedide çıkarım diye" kaşlarını çatarak "biz de gelicez kızım o ne öyle kimsesiz gibi" dedi öyle zaten baba diyemedim onun yerine "o ne alaka baba gelmeyin havalimanına kadar gerek yok" dedim bi süre daha ısrar etse de sonunda kabul etti bardağı tezgaha koyup valizleri aşşağı indirmeye başladım annem de kahvaltıyı hazırlamıştı hoş bi lokma yiyebilecek halim yoktu ama uçakta kusmamak için bi iki lokma attım ağzıma zor bela saat yediyi geçerken ayaklandım kalktığımı gören babam derin bi nefes alıp ayağa kalktı montunu giydi önce sona iki valizimi eline alıp binanın önüne indirdi ben de devini arayıp çıkmasını haber verdim annem bi süre mutfaktan çıkmadı vestiyerden montumu elime alıp üzerime geçirdim altımda siyah yünlü bi tayt üstümde de kahve tonlarında bi siwit vardı postallarımı ayağıma geçirip annemi bekledim önce mutfaktan çıktı yüzüme bakmadan montunu giydi valizimi elime aldım tam inecekken çatlak bi sesle "her şeyini aldın mı?" diye sordu sesindeki o kırılmayı duyduğum an bi anda tüm duygularım alabora oldu gözlerim doldu ellerim daha çok buz tuttu aynı tonda "aldım bi şey kalmadı" dedim kapıyı kilitleyip peşimden aşşağı indi devin çoktan çıkmış babamla sohbet ediyordu beni görünce bi süre duraksadı gözleri valizime kaydı o an sanki ikimiz de on dokuz yaşındaydık ama giden ben değil de devindi aynı sahneyi tam tersi olarak bi kere daha yaşamıştık ben ona dün bana söylediği gibi napıcam ben sensiz burada tek başıma demiştim üniversiteyi bartında kazanmıştı yazılım mühendisiydi devin Ankara’da okumak istememişti ve tutan ilk yere gitmişti bense yılda üç dört kere görebilmiştim onu annem gitmeme de izin vermemişti gerçi ben bi gün bi şekilde gitmiştim ama sonrası benim için hiç iyi ilerlememişti annem uzunca bi süre dışarı çıkmama izin vermemişti ikimizin de aklına o anlar gelmiş olacak ki gözleri dolmaya başladı yavaş yavaş gülümsedim yanlarına giderken üçüncü valizi de babama verip anneme döndüm gözleri dolu doluydu ama gururla bakıyordu şu hayatta ikinci kez bana böyle gururla bakıyordu annemle aramızda eskiden öyle ahım şahım bi anne kız ilişkisi olmamıştı ta ki bi gün odama girip ağlamaktan şişmiş gözlerimle gördüğünde dediği tek şey "büyümüşsün" demek olmuştu ondan sonra aramız anne kız ilişkisine benzemeye başlamıştı hiç bir şeyimi anlatmadığım annem her şeyimi bilir olmuştu belki de öyleydi büyümüştüm kırık bi tebessümle kollarımı açıp boynuna sarıldım hafif kısaydı benden yazmasının oyaları yanağımı gıdıkladı ta ki benden ayrılıp "bunu unutmuşsun" diye elime tutuşturduğu eldivenleri uzatana kadar tutabilmiştim gözümdeki yaşları "bu ne anne" diye sordum "eldiven istemiştin ya hani benden bi ara" evet dercesine kafa salladım "ben de örmüştüm ama bi daha ellerim üşüyor anne demedin diye dolaba koymuştum isteyince veririm diye" gözümden yaşlar bir bir aktı evet ben istemiştim yıllar olmuştu isteyeli ellerim üşüme başladığında demiştim ama sonradan da alışmıştım o yüzden de bi daha dememiştim yaşanmışlıklar boğazımda bir düğüm daha attı sanki o an elindeki eldivenleri alırken "orası soğuktur şimdi ellerin daha fazla üşümesin" dedi gülümseyerek "teşekkür ederim" dedim titreyen bi sesle de devam ettim "dikkat et kendine tamam mı bi şey olursa haber ver" deyip elini öptüm daha da fazla duramadım yanında dursam daha kötü olacaktım babamla da sarılıp taksiye bindik taksi mahalleden ayrılırken devin kafasını omuzuma koyup koluma sarıldı ben de kafamı saçlarına yasladım taksi Ankara’nın daha önce gittiğim yollarında ilerledi yol boyu ne ben konuştum ne de devin konuştu sustuk ikimizde taksi havaalanının önünde durduğundan saat sekizi geçiyordu valizlerle beraber uçağın olduğu gişelere biletimi sorgulatma sırasına girdim işlemler hallolduğunda daha yirmi dakika vardı kapının önünde ki alanda oturmaya başladık "hatırlıyor musun?" dedi devin bi anda "neyi?" dedim anlamayarak gülmeye başladı bi anda "bu buraya ilk gelişimiz değildi" demesiyle aklıma gelen anılarla kahkaha attım ne komik değil mi insana bir zamanlar acı çektiren anlar bi zaman sonra bu denli güldürebiliyordu "evet hatırladım" dedim durularak "O günden sonra daha farklı bi mahu oldun" dedi durgun bi tonla "o çılgın deli dolu mahu yerine daha tuttuğunu koparan olgun bi mahu geldi" elimi sıkarak bana döndü "ben sanırım o mahuyu çok özledim" dedi gözleri yaşlarla parlarken "o mahu" derin bi soluk çektim içime "o mahu burada o gün bi uçağa bindi ve gitti" gülümsedim "bi gün geri gelir belki" dedi bi umut "o gideli çok oluyor devin ben o kızı yolcu ettim ardından da su dökmedim biliyordum çünkü geri gelmeyeceğini unuttun mu bunu senin de bilmen lazım" yavaş yavaş yüzü düştü "evet biliyorum biliyorum ama" sustu bi süre "neyse ya aman bakma sen bana" dedi elini savurarak tam bir şey daha diyecekti ki uçağın anonsu geçti kelimelerini yutmak zorunda kaldı "evet veda vakti geldi gülüm" dedim o benim kırmızı gülümdü bu dediğime güldü seviyordu ona böyle seslenmemi "geliyim bak şuradan hemen bi bilet alıyım ve ben de geliyim olmaz mı?"
Dedi bi ihtimal tamam derim diye "konuştuk bunu dün uzatma hadi" dedim onu kendime çekip sarıldım "ama yaa" dedi çocuk gibi yirmi sekiz yaşında olan ama on yaşında gibi mızmızlanan bi kızım vardı resmen son kez sarıldık birbirimize "dikkat et tamam mı haber veririm ben inince size" dedim "tamam sen de dikkat et ve dediklerimi unutma" son dediğine gülümseyip kapıya doğru ilerledim bitmişti gidiyordum beni nelerin beklediğini bilmediğim bi şehire gidiyordum hayatıma yeni başlangıçlar yapmaya yani en azından o an öyle olucağını zannediyordum..
I.BÖLÜM SONU...
Destek olmayı unutmayın 🤍🎀
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÜVEYDA-KOR
General FictionSÜVEYDA; kalpteki küçük siyah nokta Bi Şehri terk etmek yaşının bi kısmını kaybetmek gibidir çocukluğunu bırakmak, bir bebek için kavga ettiğin 17 yıllık dostunu, gidebilmek için ailene kırk takla attığın yerleri, birinin elini ilk kez tuttuğun o b...