"İki gözümün çiçeğine..."Z"
*CEM KISMET , PİLLİ BEBEK- Delilik*
Gidebilmek bi şehiri terk etmek on dokuz yaşındaki mahu için çok zor olan ama hepde hayallerini süsleyen bi durumdu durup düşünüyorum da aslında gitmek değil de kaçmak istemişti on dokuz yaşında ki mahu yirmi sekiz yaşında ki mahu ise yaşamayı seçmişti kalıp tüm acılarıyla yüzleşmeyi bunu ne kadar başarabilmiştim orası ise muammaydı evet şuan başka bi şehire giden bir uçağın içerisindeydim yirmi sekiz yaşındaki mahu sonunda on dokuz yaşındaki halinin gerçekleştirebileceği tek hayalini yerine getirmişti derin bir iç çektim çok az bi yolumuz kalmıştı köye neyle gideceğimi bile bilmiyordum taksiden yana şansımı deneyecektim kemerlerimizi takmamızı söyleyen hostesle kucağımda ki kitabı çantama yerleştirdim oturduğum yerden dikleşerek kemerimi taktım ve uçağın inmesini bekledim kısa bi sarsıntıdan sonra hostes iniş yaptığımızı ve inebileceğimizi bildirdi kemerimi çıkartıp üst bölmedeki çantamı ve ceketimi elime aldım indiğimde hava esintiliydi ankara gibi dedim içimden soğuk ve esintili "umarım" dedim derin bir nefe eşliğinde "umarım sen bana iyi gelirsin Bingöl" ceketimi üzerime geçirip valizleri alma yerinde sıraya girdim tek sorun üç valizi tek başıma nasıl götürecek olmamdı elime aldığım valizleri sürükleyerek ana kapıdan çıktım bir iki taksiciye gitmek istediğim konumu gösterdim ama o bölgeye gidemeyeceklerini söylemeleri üzerine sinirden oturup ağlamama ramak kalmıştı son bi umut arkadaki eski taksiye yaklaştım konumu gösterdiğim adamın kaşları çatıldı "hayırdır bayan ne işiniz vardır bu bölgede" dedi kayık şivesiyle "öğretmenim ben bu bölgedeki köye atandım" dedim önce bi yüzüme baktı “vah hoca hanım Allah yardımcınız olsun kimse götürmez sizi şehirden tee köye" dedi "siz peki bakın çıkan miktarın iki katını da veririm yeter ki beni bu adrese götürebilin beyefendi" dememle kabul etti valizlerin ikisini bagaja birini de yanıma koydum ve yola çıktık bir yandan da konumu takip ediyordum bilmediğim bir şehirde kimseye güvenemezdim sonuçta bir saat kadar yol geldikten sonra bir yerden sonra şebeke çekmemeye başladı "bu civarda telefon neden çekmiyor" sorumla aynadan bana baktı taksici abi "dağlık alandayız askeri hat harici telefonlar çekmez bu civarda çok fazla köyde çekiyor diye biliyorum ama" diye cevapladı sorumu bir müddet daha engebeli yolları geçtikten sonra dumanı tüten bacalar görmeye başladığımda anladım geldiğimizi "hoca hanım köy içinde nereye bırakıyım sizi" diye soru yöneltti taksici abi ben de bilsem keşke diye geçirdim içimden "siz beni muhtarlığa bırakın" dedim çünkü gelmeden önce sadece muhtarla konuşmuştum ve köyde bir öğretmen evi olduğunu söylemişti ona güvenerek ev bulma derdine girmemiştim hoş girsem bile şehirle arasında iki saate yakın yol vardı gidip gelemezdim bile taksi caminin yanındaki tek katlı eski ev benzeri yapının yanında durdu etrafa bakındım bir süre "geldik hoca hanım" dedi taksici abi kafamı sallayıp indim taksiden derin bi nefes çektim içime havadaki yanmış kömür kokusu doldu ciğerlerime istemsiz yüzüm buruştu valizlerim de indiğinde taksici abiye ücretini uzattım "Allah yardımcın olsun hoca hanım" dedi giderken amin abim amin dedim ardından etrafa baktım biraz ileride beş altı kişinin oturduğu kırathane vardı muhtarlığın içerisine girdiğimde kimse yoktu ama iç bölümde ki odadan tıkırtı geliyordu "pardon" diye seslendim kapıya doğru içerdeki tıkırtı sesi kesildi önce bi kaç adım sesi geldi uzun boylu otuzlarının başında bi adam çıktı "buyrun" dedi ama bunu beni baştan aşşağı süzerek yaptı bu tavrına otomatik olarak kaşlarım çatıldı dangalak herif sanki ilk defa kadın görüyor gibi bakıyordu "mahzun beye bakmıştım beyefendi siz misiniz?" diye sordum bi anda güldü bu dediğime elini uzatıp "ah hayır babam olur kendisi ben Burak" dedi önce yüzündeki piçimsi gülümsemeye baktım sonra yavaş yavaş eline indi gözlerim "babanızla görüşme şanım var mı buralardaysa eğer?" elini sıkmadan bu soruyu yöneltmiş olmama bozuldu yavaşça elini indirdi aşağıya sonra "tabi buralardaydı bakıyım ben hemen" diyerek dışarı çıktı etrafı inceledim oturmak için büyük bi masa vardı önünde de iki tane koltuk birine ilerleyip oturdum çok geçmeden atmışlarında göbekli ve sakalları örsem balık sırtı olacak derecede uzun adamla birlikte içeri girdi "bu hanım efendi baba" diyerek beni gösterdi yüzündeki değişmeyen piçimsi ifadeyle bu ifade o kadar sinirimi bozmuştu ki elimin tersiyle ağzına vurasım geldi ama yapamadım onun yerine dişlerimi sıkmakla yetindim muhtar bey şiveli bi şekilde "hoca hanım değil" diyerek elini uzattı "evet öğretmenim" diyerek düzeltip elini sıktım hoca denmesi hoşuma gitmezdi lise düzeyinde bi öğretmen değildim ana sınıfı öğretmeniydim ve hoca denmesi hoşuma gitmeyen bi tabirdi "heh evet hoş gelmişsen hoca hanım kız biz de seni bekliyorduk" dedi az önceki düzeltmemi bile duymadan derin bi nefes verdim "geç hele otur bi çay içelim seninle" dedi kalktığımda yeri göstererek kafamı sallayıp kalktığımda yere geri oturdum "burak oğul hele bize iki çay getir" dedi oğluna büyük masanın başına geçip oturdu "çocuklar aslen şeherdeki okula gidiyolardı servis gelip gidiyodu amma öyle de zor oluyordu onlar için devlete dilekçe gönderdik biz de onaylandı biz erkek hoca gönderirler diye düşünmüştük emme siz beni arayınca daha bi mutlu oldum hoca hanım" dedi gülerek gereksiz oğlu elinde tepsiyle içeri girdiğinde sustu çayları önümüze koyduğunda kaşığı geri tepsiye bıraktım "o neden" diye sordum anlamadı başta ne sorduğumu "yani ben arayınca neden mutlu oldunuz onu anlamadım" dedim çayımı elime alırken adının burak olduğunu söyleyen piçimsi adam da karşıma oturdu rahat rahat gevşek herif dedim içimden "burası köylük yer hanım kızım" demesiyle mahzun beye döndüm "erkek bebeleri neyse de kız çocuklarını salmaz köyün adamları" dedi haklılar dercesine de kaşlarını kaldırdı "anlamadım erkek öğretmen diye kızlarını okula mı göndermeyeceklerdi?" diye sordum şaşkın bir şekilde piç burak söze atladı hemen "e herhâlde buralarda pek hoş karşılanmaz bu durumlar" dedi yüzüme yüzüme sırtararak "nasıl yani?" dedim sinirli bi şekilde "şöyle kadınların okumuş olması hoş karşılanmıyor buralarda okuma yazma bilecek derecede bilseler kafi" bu dediğine sinirle güldüm elim istemsiz alnımı ovuşturdu "siz peki okumuş birisine benziyorsunuz ne mezunusunuz?" diye sordum babası hemen göğüs kabarta kabarta "doktordur aslan oğlum" dedi tipine tekrar baktım baştan aşşağı sıfatına tükürdüğüm de hemen babasının bu deyimiyle oturduğu yerden dikeldi "yaa ne güzel" dedim samimiyetin sesini barındırmaya bir sesle "bakın sizinle şimdiden anlaşalım muhtar bey bu köyde okula gelmeyen tek bir kız erkek fark etmez görmek istemiyorum" dedim sert bi tonla muhtarından hemen kaşları çatıldı "anlamadım?" dedi "anlamayacak bir şey dememiştim oysa bence anladınız aksi halde milli eğitime bildirmem gerekir e öyle de pek iyi şeyler olmaz" dedim beni tek kaşı havada dinledi tam şiddetle lafa girecekken gereksiz oğlu "baba hoca hanım haklı sen konuş çocukların aileleriyle gönderirler" dedi uyaran bi sonda bi süre oğlunun gözlerine baktı sonra bana dönüp "tamam o vakit ben konuşurum köylüyle" dedi hoşnut olmaz bi sesle "sevinirim peki okul ve ev demiştiniz kalmam için bana gösterirseniz kalkayım ben de artık malum uzun yol" dedim daha fazla ikisiyle yan yana kalmamak için gereksiz bi anda ayaklandı "ben size eşlik edeyim buyurun" dedi bi süre durdum ne alaka der gibi baktım "tarif ederseniz eğer kendim de giderim beyefendi." dedim bastıra bastıra muhtar "gelsin gelsin hem valizin çoktur yardım eder hayde oğlum" diyerek eliyle kapıyı gösterdi üzümü sıvazlayıp çıktım kapıdan teker teker rabbim teker teker valizlerimin başına geldiğimde sırtımda bi el hissettim irkilerek geri kaçtım bi anda "ne yapıyorsunuz beyefendi?" dedim sinirli bi şekilde "bu ters çıkışıma bile sırıtarak cevap verdi inanabiliyor musunuz piç diye boşuna demiyorum işte "korktun mu ya arabayla gidelim diye dokunmuştum" dedi gevşek gevşek elimi kaldırıp "lütfen" dedim bastıra bastıra "bir daha temas etmezseniz sevinirim" dedim "peki" demekle yetindi eliyle karşıdaki eski kasa siyah navarayı gösterdi "sen bin ben bunları kasaya koyarım" dedi bu dediğini umursamadan birini alıp gösterdiği arabanın kasasına koydum çantamı da elime alıp araca bindim o da geri kalanı halledip yanıma bindi araç köyün engebeli yolunda ilerlemeye başladığında bana dönüp "adın ne?" diye soru yönlendirdi sana ne gevşek diyemedim derdimde aslında ama onun yerine "mahu" dedim kuru bir sesle adımı tekrar etti "mahu güzel isim" dedi bana bakış atarak "anlamı ne?" dedi derin bi nefes aldım başım ağrımaya başlamıştı bu herif kapatma turu yok muydu ya sussun "ay yüzlü" dedim sadece "vaay güzelmiş" dedi cevap vermedim iki dakika daha yol gittik köyün bi tık dışında kalan etrafında ev namına hiç bir şey olmayan bi kısmı yıkık bi yerin önünde durdu kaşlarım çatıldı "burası mı?" dedim olumsuz cevap alma umuduyla "evet burası köydeki tek boş ev" dedi "ha ama kalamam ben burada dersen" dedi göz kırparak "bizde de kalabilirsin" dedi bu dediğiyle atık olan şalterlerim daha fazla attı "pardon da ne münasebet?" dedim sinirli bi sesle "hangi vasıfla soruyorsunuz bunu" bi tık bozuldu çıkışmama ama sadece bi tık "ya mahu yanlış anladın sen bi oda boş orda kalırsın diye demiştim" dedi "bakın beyefendi ben neyi ne tonda ve ne şekilde dediğinizi anlayabilecek yaşta ve tecrübedeyim oradan bakınca yeni yetme bi kız gibi mi duruyorum sınırınızı bilin" deyip arabada indim o da peşimden indi konuşmaya çalışsa da hepsini geri çevirdim valizimin birini alıp harbiden farkı olmayan eve doğru ilerledim bahçe kapısı demirdendi ve ittiğimde büyük bi sesle gıcırdadı yüzümü buruşturup evin kapısına ilerledim o sırada iki valizim de arkamdan kapı kenarına koyuldu cebinden anahtarı çıkartıp bana uzattı "okul aşşağı tarafta kalıyor bahçesi olan eski muhtarlık binası yolu takip edersen fark edersin" dedi iki anahtarı da verirken kapıyı açtım ama burnuma rutubet kokusu doldu valizin birini içeri soktum o ara burak şahsı şalterleri açmaya gitti valizlerin hepsini de içeri soktum önce sonra girdiğim ara gibi odanın ışığına bastım önce cızırdadı sonra da tavamdaki floresanlar yanıp yanıp söndü bi an patlayacak sansam da ikincide tamamen yandı "hah yanmış bak içerde soba da var banyoda da aynı şekilde şofbenle su ısıtıcısı var dur sana sobayı yakıyım" dedi içeri gireceği sıra elimi kaldırdım bi anda "a yok yok hiç gerek yok burak bey ben hallederim merak etmeyin siz gidebilirsiniz teşekkürler" dedim bi çırpıda "olur mu ya sen halledemezsin hemen yakarım ben şimdi" diye içeri adımladı elimle dışarı doğra tuttum ve daha sert bi dille "burak bey" dediğimle durdu " hallederim diyorum gidebilirsin siz" dedim "sende mahu ne olacak sanki bi soba" devam etmedi daha doğrusu edemedi delirdim çünkü çok bile katlandım "ay burak beni bi bırak ya" dedim sinirle şaşırdı bi sonra da gülerek "peki gidiyim o vakit ben" diye geri çekildi hayır neye gülüyorsun anlamıyorum ki deli mi kırık mı anlamadım kafamı salladım ve kapıyı örttüm "ya rabbim" dedim ellerimi açarak "sen bana dayanma gücü ver" deyip ofladım evde eşyalar vardı ama ev kerpiç olduğu için duvarlardan topraklar dökülmüştü her yere etrafa baktım üç kapı vardı girişte ikisi yan yanaydı tek tek açtım biri tuvalet biri ise banyoydu karşıdaki tek kapı da küçük koltuklu oturma odasına açılıyordu o odanın içinde de beyaz tahta bi kapı daha vardı orayı da açtığımda yatak odası vardı ama odada bezden fermuarlı bir dolap ve iki kişilik eski olduğu belli bi yatak vardı başka da hiç bir şey yoktu mutfak da zaten girişteydi bi süre oturma odasında oturdum bi saat kadar ne yapıncağıma dair düşündüm saat üçe geliyordu okul haftaya açılıyordu ve benim daha gidip okula da bakmam gerekiyordu ayağa kalktım önce valizlerimi yatak odasına götürdüm evdeki eksikleri not almaya başladım alınacak olanları da yazdım daha sonra çantama bi iki kıyafet koydum şehire gitmem lazımdı bu gece burada kalamazdım pisti ve o yataktı kim nasıl yattı bilmiyordum asla gidip uyumazdım uyusam bile anahtarının kimde olduğu belli bile olmayan evde asla kalmazdım valizdeki önemli eşyaları çantama koyup evden çıktım arabayla geldiğim yolu yülüyerek tekrar geçtim on dakikaya yakın yürümenin sonunda muhtarlık evini gördüm kapıda da siyah navarayı kapıya doğru ilerlediğimde "çok güzel kadınmış baba asi de biraz ama kırarız o asiliğini" dedi piç herif kimden bahsediyorsa kaşlarımı yattım "okumuş kadın yakışır aslanıma yaparız yaparız baş göz ederim ben sizi" demesiyle benden bahsettiğini anladım tam içeri dalıp sinirle ağzıma ne geliyorsa sayacaktım ki sustum susmam lazımdı geri çekildim ve daha sesli adımlarla içeri girdim muhtar hemen ayağa kalktı "hoca hanım noldu bi sorun mu var" dedi oğlu da yüzüme konuştuklarını duyup duymadığımı tartmak ister gibi bakıyordu yüzüme yalandan bi gülümseme yerleştirdim "aslında evet" dedim sorun sizsiniz diyemedim onun yerine " bi araca ihtiyacım var yarına kadar verebilecek birisi var mı?" diye sordum "şehre mi gideceksiniz?" dedi oğlu ona dönmeden "evet almam gerekenler var gitmişken de orda kalıcam bu gece o yüzden araca ihtiyacım var malum arabayla gelmedim buraya" dedim hemen ayaklandı "ben geliyim sizle götürürüm" dedi "lüzumu yok burak bey benim yanımda birine değil araca ihtiyacım var" dedim "muhtar bey?" diye muhzin beye döndüm "yani köyden çok kimsenin arabası yok burak sen ver bari doktor hanıma buradasın nasılsa" dedi oğluna oğlu küçümser bi tonla "arabamı mı? mahu süremez onu hem manüel otomatik değil" dedi bu dediğine ilk kez gülerek "aa şahane manüel olması iyi oldu otomatik vites süremiyorum da ben" dedim yüzü düştü bu dediğime "peki o zaman" dedi ama anahtarların verirken de canı gitti şahsen hiç de umurumda olmadı bu tavrı "yarın bu saatlerde gelmiş olurum iyi günler size" dedim ve çıktım muhtarlıktan arabayı açıp içine bindim önce çantamı da yan koltuğa koydum boyu benden uzun olduğu için koltuğu da ayarladım ayarlamaları bitince kemeri takip aracı çalıştırdım baba oğul kapıya çıkmış beni izliyorlardı burak beyin arabasını aldım diye içi gidiyordu yüzünden belliydi ama bana yaranmak için ses de etmemişti yola koyulduğumda telefondan konumu açtım önce sonra da radyoya gitti elim "içine düştüğüm nefret biraz miras biraz alın terim" diyordu cem kısmet sesini açıp yola devam ettim. Şehire gelir gelmez önce annemleri arayıp geldiğimi falan anlattım merak etmemeleri gerektiğini her şeyin sözde çok iyi olduğunu anlatıp kapattım telefon elimdeyken çarşıdaki mağaza konumlarına bakacaktım ki çalmaya başladı "efendim" dedim bi yandan konuma bakıp ilerlemeye başladım "ay mahu Allahtan ara dedim bak demesem neyse" dedi hafif isyanlı bi sesle "gülüm köye gittim ama telefon çekmiyordu çok fazla ondan arayamadım yoksa aklımdaydın" dedim konumun gösterdiği yollara girdim "ay peki tamam boş ver onu bunu da nasıl oralar" derin bi nefes alıp en başından her şeyi anlattım çıt çıkarmadan dinledi önce konuşmam bittikten sonra da "mahu" dedi korkmuş olduğu sesinden belliydi "bak korkutmak istemiyorum ama bu anlattığın adam gelmez demi eve orda tek başınasın bişey falan" devam edecekti ki böldüm onu "yok yani bence o kadarın kalkışmaz ya hem kilitleri de değiştiricem kapı cam ne varsa okula da alıcam bi kaç tane köye inerken uğradım da eksiği oranın da fazlaydı" sakin bi şekilde konuşmam bi tık içini rahatlatmıştı "hiç bir yerde mi çekmiyo telefon ya emin misin?" dedi "yani tam bilmiyorum o kadarını köye girerken bi süre çekmedi sonrasına da bakamadım anlattım olanları işte evde tek kalınca da eksikleri çıkarttım bakamadım bile muhtarlığına orda çekiyordu ama" dedim arabayı park ederken "neyse köye geçince haber verirsin çekip çekildiğini unutma sakın" diye tembihledi "tamaaam" dedim gülerek sonra aklıma bi anda bu gece kalacağım yer geldi "aslında bişey daha diycem ben sana ya" dedim "de aşım noldu" ben bu gece burada kalıcam köye geçmek istemedim yataktı kilitti pis bide ev yarın sabah geçicem bana kalabilecek güvenilir bi otel pansiyon neyse bulur musun?" diye rica ettim "bak bunu çok iyi düşünmüşsün tamam ben hemen bakıyorum senin işin bitene kadar hallederim" dedi güldüm "şahsi heckerımsın kızım sen benim" dediğime güldü "ah ah değerim bilinmiyor ki işte" dedi uzatarak "neyse hadi hallet işlerini de haberleşiriz" dedi telefonu kapatıp indim aşağıya karşıdaki mağazaya girip yataklara baktım önce ölçülere uygun olan yatağın parasını ödeyip çıktım hemen yanında halı satan bi yere girdim üç tane göz kararı bi ölçüyle de kilim aldım taşıması kolay olanlardan ağır halıları oldum olası sevmezdim onların da ücretini ödeyip çıktım arabanın arka kasası açık olduğu için yarın alacaktım aldıklarımı ne olur ne olmaz diye çarşıdan aldığım yastık ve yorgan setini de arabaya koyduğumda her şey biraz biraz bitmişti boya gibi arka koltuğa sığacak şeyleri yerleştirmiştim yarına sadece yatak ve kilimleri almak kalmıştı sadece tek eksiğim dolap alışverişi ve tabak falandı arabayı park ettiğim yerin ilerisinde büyük ev eşyaları satan bi yer gördüm çantamda sadece cüzdanı alıp mağazaya doğru ilerledim çeyizci gibi bir yere benzeyen mağazada her şey vardı süs eşyalarından tut kozmetiğe kadar ne ararsan vardı yardımcı olmak için yanıma bi kadın geldi "hoş geldiniz nasıl yardımcı olabilirim?" dedi gayet samimi bi şekilde gülümsedim "merhaba mutfak malzemesi alacaktım ben ama ne tarafta" beni arkasına alarak biraz ilerledi ben de peşinden gittim durduğu yerde her modelden tabak bardak her şey vardı kadın bana dönerek "çeyiz için mi düşünüyorsunuz çok güzel setlerim geldi" diyerek altılı tabak setlerini göstermeye başladı "a hayır çeyiz için değil buraya yeni taşındım tek kişiye yetecek kadar almak istiyorum tekli satıyorsunuz dimi?" demem üzerine karşı raftaki tekli tabak setlerini gösterdi en çok hoşuma giden bir modelden dört çift aldım altılı bardak seti kahve kupaları derken her şey tamamdı ödemeyipn yardım eden hanımefendiyle beraber arabaya taşıdık "çok teşekkür ederim yardımınız için" dedim içten bi gülümsemeyle "rica ederim ne demek" deyip mağazaya ilerledi ben de poşetleri dikkatle yerleştirip arabaya bindim telefonum çalıyordu ama bakamadan kapandı çantadan çıkartıp arayana baktım devin tam on kere aramıştı arabayı çalıştırıp onu aradım "citten telefon özürlüsüsün" diye yanıtladı telefonu "Ne alaka ya ben sen miyim" dedim aynı tonla "kızım ne açmıyorsun o zaman şu telefonu merak ettim konumun da sabitti" deyince kaşlarım çatıldı "konum ne alaka ya heckırlığını üzerimde kullanma kırmızı kafa" dedim dalga geçen tonla "sus be merak ettim yoksa ben senin içi boş telefonunda napayım" dedi "hem otel yok kızım memlekette olanlar da çok pahalı geceliğine yirmi bin diyor" gözlerimi belerterek "yuuh" dedim bi anda "evet bence de yuh o yüzden temiz bi pansiyon buldum sana karşısında da karakol var oh mis" dedi bi düşündüm polisin dibimde olması daha korunaklı hissettirdi o yüzden "tamam bak iyi olmuş bu işlerim bitti benim konumu attın mı sen" dedim "evet attım" dedi ışıklarda telefonu elime alıp konumu açtım önce on dakika uzaklıktaydı "tamam yakınmış haber veririm ben sana gidince" dedim onaylar mırıltılarla kapattı telefonu konum mahalle arası bi yerde durduğundan pansiyon doğruydu ama karakol namına bi tabela yoktu sadece çelikten bi kapı vardı ve nöbet kulübeleri vardı araçtan inip etrafa baktım polis karakolu olduğunu sanmıştım ama burası askeri karakoldu olur o da olur dedim içimden ben askeriye kapısını incelerken korna sesi geldi bi anda yerimden sıçrayıp arkamı döndüm siyah bi araba vardı önce camı indi hemen hemen benimle yaşıt üzerinde kamuflaj olan adam "pardon hanım efendi araç sizinse çeker misiniz"dedi nazik bi gülümsemeyle aynı şekilde "ah tabi çok pardon" dedim araca ilerlerken "biraz geri çekersen çıkıyım hemen" dedim çünkü hemen arabanın dibindeydi "çok pardon ben içeri gireceksiniz diye böyle yanaştım hemen geri alıyım" dedi aynı kibarlıkla "yok önemli değil ama şey buralarda araba park edebileceğim güvenilir bi yer var mı acaba?" diye sordum çünkü gece arabanın başına bi sorun gelirse o gerzekle hiç uğraşamazdım "pansiyonun otoparkı yok sanırım" diye de ekledim biraz düşündü daha sonra "ilerde askeriyeye gelen misafirler için olan bi otopark var yolu takip ederseniz görürsünüz nöbetteki askere kuzey üsteğmen gönderdi derseniz yardımcı olur" dedi gülümseyerek buna cidden sevinmiştim "çok teşekkür ederim" dedim samimi bi gülümsemeyle" gülümsemekle yetindi arabayı biraz geriye alarak bana yol açtı ben de giriş kısmından çıktım tarif ettiği yola girerken kornaya bastım tekrar teşekkür bakımından o da aynı şekilde karşılık verdi tarif ettiği yolda ilerlediğimde yolun sağında kalan kısımda askeriyedeki gibi bi giriş vardı tek farkı kapıda misafir giriş yazısıydı sinyal verip kapıya yanaştım bi asker elinde dedektörle geldi "buyurun hanım efendi kime bakmıştınız?" dedi er olduğu belli olan asker gülümseyip "merhaba beni Üsteğmen kuzey gönderdi aracı buraya park edebilirmişim" dedim bunun üzerine bir saniye diyerek içeri geçti iki dakika sonra dedektörle aracı kontrol edip "buyurun girebilirsin" dedi kapıyı açarak aracı tek boş olan son model yeni kasa olan aracın yanına çektim eşyalarımı alarak inip kapıyı kilitledim yan döndüğümde araba o kadar güzel duruyordu ki bi süre inceledim "vay be adamlar ne arabalara biniyor helal olsun" dedim aldıkları parada değildim her kuruşu helal olsun sadece kız gibi tabirini yerine getiren bi arabaydı ve baya hoşuma gitmişti yanından geçerken plakaya takıldı gözüm 06-ARK-8261 Ankara plakasını görmemle daha mutlu oldum nöbetteki askere gülümseyip çıktım pansiyonla arasında üç dakikalık bi mesafe vardı çok fazla yürümeden içeri girdim danışmada minyon toplu bi kadın oturuyordu ve yüzü o kadar küçüktü ki bu onu çok tatlı gösteriyordu düşüncelerime güldüm bi anda "hoş geldiniz" dedi minyon kadın ayağa kalkarak "merhaba" dedim ben de aynı tonla "rezervasyonum vardı ama mahu yılmaz adına" dedim "hemen bakıyorum" dedi bilgisayara dönerek kollarımı danışma masasına yaslayıp beklemeye başladım ayakta durmak çok yormuştu üstüne uykum da gelmişti derin bi nefes çektim içime nefesle birlikte ciğerlerime bi koku da doldu gözlerim anında açıldı bi kez daha çektim aynı kokuyu içime hala etrafımı sarmalamaya devam ediyordu tam arkamı dönüp kokunun geldiği yere bakıncaktım ki "evet sekiz numaralı oda bu da anahtarınız” dedi elindeki anahtarı uzatırken gözleri arkama takıldı "abi gidiyor musun diye" seslendi onunla beraber ben de döldüm arkamı ama sadece arkası dönük kapıdan çıkan geniş bi sırt gördüm altında askeri pantolon üstünde de yeşil tişört vardı ama yüzünü görmemiştim koku da kapının kapanmasıyla içeriye dağılıp gitmişti kokuların hafızası olması çok boktan bi durumdu sizi yıllar öncesine götürebiliyordu "hanım efendi" dedi minyon kadın "odanız üst katta şu merdivenlerden çıkabilirsiniz" dedi koridorun sonundaki merdivenleri göstererek "ah teşekkür ederim kolay gelsin size" dedim kırık bi gülümsemeyle "sağolun" deyip işine geri döndü gösterdiği merdivenleri çıktım koridorun sondan ikinci kapsında sekiz yazısını görünce anahtarla kapıyı açıp girdim oda açık renkli ferah bi odaydı ve temiz olduğu kokusundan da belliydi önce bi duşa girdim üzerimi değiştirip odadan çıktım devini arayıp yerleştirdiğimi haber verdim bi yandan da yemek yemek için bi yerler bakıyordum ilerde bi esnaf lokanta vardı en azından ev yemeği yerim diyerek girdim ama askeriyenin yarısı da buraya dolmuştu sanırım kafalarını kaldırıp bi süre baktılar aynı bakışla karşılık verince de kafaları önlerine eğildi aralarında tek tanıdık yüz üsteğmen kuzeydi göz göze geldik ama sadece kafa selamı vermekle yetindim bu hareketimle masasındakiler de bana döndü ama çok bakmadan yemeklere dönüp sipariş verdim tepsimi de alıp boş olan kapı köşesine herkese sırtım dönük oturdum kulaklıklılarımı takip yemek yerken bi kaç boya badana hakkında video izledim malum yarın evde bi çok işim vardı hızlı denecek şekilde yemeğimi de bitirince masadan kalkıp dükyandan çıktım odaya döndüğümde saat ona geliyordu ve ben gerçekten bitiklerdeydim yatağa girip uzandığımda kemiklerimin bile ağrıdığını fark ettim bi süre sonra da ağrılı bi uykuya daldım
Gözlerimi açmak daha önce bu kadar zor gelmemişti ama dün gerçekten çok yorulmuştum Bİ süre yatakta boş boş uzandım sonra telefonumu elime alıp bildirimlere baktım aile gurubundan ve devinden gelenleri es geçip diğer mesajlara cevap verdim saat dokuz buçuktu önce kahvaltı yapmam lazımdı sonra da yatakla halıyı alıp erkenden köye dönmem gerekti ki işlerimi hepsi bu gün bitebilsin en azından yaşanılacak bir hale gelmesi gerekiyordu üzerimi giyinip girişe indim saat erken olduğu için kimse yoktu dün ki minyon kız yerine yirmili yaşlarda bi genç oturuyordu dün yemekten geldiğimde de o vardı sanırım minyon kadın gündüzleri duruyordu sadece gülümseyerek odadan çıkışımı yaptım ve ücreti verip pansiyondan çıktım arabayı almak için ilerlediğimde askerler sanırım nöbet değiştirmişti ki beni tanımadı "isterseniz plakaya söyleyebilirim ya da" dedim telefonu çıkartarak galeriden resmini açtım dün park ettikten sonra resmini çekmiştim "buyurun dün park ettikten sonra çekmiştim" resme baktı daha sonra müsaade isteyip içeri bakmaya gitti bi süre bekledim demir kapı açıldı ama asker yerine dün ki lüks spor araba çıktı kapıdan tam gözlerim sahibine dönecekti ki arkamdan "buyurun hanım efendi aracınızı alabilirsiniz" sesiyle arkamı döndüm "tamam teşekkür ederim" deyip arabaya bakmak için arkamı döndüm ama araba çoktan sokağın sonuna ilerlemişti ve ben sadece plakasını görmüştüm 06-ARK omuzlarımı sallayıp içeri girdim düne göre otopark boştu arabanın yanına gidip bi süre etrafına baktım çizik falan var mı diye ne olur ne olmaz kontrol ettim her hangi bi sorun yoktu araca binip klimayı açtım içi resmen buz tutmuştu önce bi süre bekledim sonra park yerinden çıkıp kapıya yöneldim araç kapıya gelince askerin önünde durup camı açtım "ya pardon buralarda pastane yada kahvaltı yapabileceğim bi yer var mı?" dedim asker araca yaklaşıp "abla iki sokak aşşda bi pastane var güzel temiz bi yer onun dışında kahvaltı yapabileceğin bi yer pek yok bu çevrede" dedi "tamamdır teşekkür ederim iyi nöbetler" deyip açık kapıdan çıktım tarif ettiği pastaneden bi kaç patatesli açma aldım bi tane de meyve suyu arabada giderken yemek daha mantıklı gelmişti önce kilimleri aldım daha sonra da yatağı almaya gittim onu da aracın kasasına düşmeyecek şekilde bağladılar her şey yarım saatte bitmişti köyün yolunu biraz da olsa hatırlıyordum ama gene de konumu açtım aldığım açmayı bitirip çöpümü de çantama koydum yol bozulmaya başlayınca anladım yaklaştığımı ilerde çevirme vardı ehliyetim buradaydı o yüzden panik olmama gerek de yoktu asker durmamı işaret edip bekleyen iki aracın arkasını gösterdi o sırada ruhsat aramaya başladım torpido da ruhsat hariç her türlü şey vardı son çare panikle güneşliği indirdiğimde kucağıma bişey düştü ruhsat mı diye kontrol ettiğimde üzerinde ki ruhsat yazısıyla rahatladım camın tıklatılması ile kafamı cama çevirdiğimde tanıdık simayla içime su serpildi resmen canı açıp "merhaba" dedim gülümseyerek "merhaba sizi burada görmeyi beklemiyordum" dedi kuzey üsteğmen gülümseyerek "a şey ilerdeki köye yeni atandım öğretmen olarak dün kalacak yer olmadığı için de şehirde kalmayı tercih ettim en güvenilir Pansiyon da kaldığım yermiş sanırım orayı göstermişlerdi bu arada otopark için çok teşekkür ederim" diye sonlandırdım konuşmayı "hangi köy acaba" diye sordu şaşırarak "yani köy olarak adını bilmiyorum dün geldim ama muhtarının ismi muhzin bey" dedim ismi duyunca kaşları çatıldı "anladım dikkat edin kendinize öğretmen hanım rica etsem ehliyet ruhsat alabilir miyim" dedi kibar bi tonda " ah tabi ki buyurun" dedim önce ruhsatı verdim daha sonra da ehliyetimi ruhsata bakıp “araç size ait değil sanırım?" dedi "evet muhtar beyin oğlunun şehire geleceğim için vermişti" diye açıklama yaptım "anladım mahu hanım" dedi gülümseyip ilerdeki askeri araca ilerledi ehliyeti ve ruhsatı sorgulattı yanındaki askerle bi şeyler konuştu asker bana bakıp tekrar bilgisayara döndü sonra ehliyetim ve ruhsatı eline alarak yanıma geldi "tamamdır her hangi bi sorun yok gidebilirsin" dedi ehliyetimi vererek daha sonra elindeki kağıdı uzattı kısa bi numaraydı "bunu alın en yakın askeri santral numarası bi sorun olduğunda aramaktan çekinmeyin hele ki bu tarz yerlerde insanın başın ne geleceği belli olmaz" dedi dedikleri içime işlemiştir ve evet doğru söylüyordu da "kuzey bey gerçekten çok teşekkür ederim düşünceniz çok ince" dedim kağıdı alırken "görevimiz hocam" dedi ve geri çekildi "iyi yolculuklar" demesiyle kafamı sallayıp "size de kolay gelsin" dedi ilerlerken önce kağıda baktım sonra telefonu elime alıp numarayı A diye kaydettim en başta kalması için köyün girişine geldiğimde önce eve gittim arabayı boşaltıp vermem daha mantıklıydı evin önünde inip önce içerdekileri verandanın köşesine taşıdım daha sonra yatağı kapının orya kadar sürükledim evet sürükledim çünkü çok ağırdı tamam ben de çelimsiz sayılmazdım ama eşya taşımaktan kollarımda güç kalmamıştı her şeyi indirdikten sonra arabayı kontrol ettim içinde bir şey kaldı mı diye her hangi bişey yoktu kapıyı kilitleyip eve ilerledim ev kerpiç olduğu için boya yapamazdım sıva yapılması gerekliymiş öyle demişti internette ki videoda bi adam sıva malzemelerini hazırladım önce sonra kalan eşyaları kapladım sıçramasın diye sonra da fırçayla yapmaya başladım bu iş tam tamına iki saatimi almıştı tüm odaları yapmam artı olarak tahta tavan aşınmadan dolayı kahverengi ve siyaha dönük duruyordu ona da beyaz ahşap boyası almıştım onunla boyadım banyo tuvalet her yerin boya işi bitmişti iç odadayken ayak sesleri duydum girişten gelen yerdeki muşamba hışırtısından fark etmiştim "kim var orda?" diye seslendim elime sobanın yanındaki istiflenmiş oyunlardan birisini aldım "kim var orda dedim" diyerek yeniledim girişle odanın ayrılan kapısına yaklaştım ama ses gelmedi kapıdan tam çıkacakken bi bedenle burun buruna geldik elimdeki sopayla tam vuracakken "mahu dur dur sakin ol" dedi gülen sesiyle kim olduğunu söylememe bence gerek bile yok o kadar sinirlenmiştim ki "çık evimden" dedim sadece dilime hakim olmak için "ne?" dedi soru sorar gibi "sana" dedim kolunu tutup "çık evimden dedim ruh hastası" kapıya doğru çekiştirdim kolundan "mahu noluyo ya?" dedi hala anlamaza gelerek kapıdan çıkartıp karşısında durdum "ne mi oluyor?" dedim dalga geçer gibi bir de soruyordu "sence ne oluyor burak bey bakın yaptığınız davranışlar hiç hoş değil ben sizin kırk yıllık dostunuz da değilim evime destursuz girebilecek kadar tanımıyorum da sizi ve gelip bana kırk yıllık arkadaş gibi bir de "ne oluyor mahu" mu diyorsunuz cidden?" dedim sinirle sınırlarını gerçekten çok zorlamıştı "mahu sakin ol ya sadece evi çok değiştirmişsin ondan şaşırdım ve bi tepki veremedim" dedi ama bu saatten sonra gerçekten ne onun salak salak tavırlarını ne de çevremdeki varlığını istemiyordum "burak bey umurumda değil inanın ne olduğu gerçekten rahatsız edici bir hal aldı ve lütfen" arabanın anahtarını aldım çantadan "araba için de teşekkür ederim işler bittiğinde getirecektim ama bu kadar lütfen aracınızı da alıp gidin" dedim konuşmaya yeltendi tekrardan ama kapıyı da yüzüne kapattım kabaca bi hareket miydi belki ama kime göre neye göre kabadaydı bana göre artık hiç de kabaca değildi şimdiden tavrımı göstermezsem başıma çıkacak olması çok da belliydi bi süre sakinleşmeye çalıştım daha sonra tabakları bardakları falan içeri taşıdım mutfağı temizledim bi güzel daha sonra aldıklarımı yıkayıp yerleştirdim mutfaktan sonra banyo tuvalet derken işim çok az kalmıştı bile kapının kilidini değiştirdim önce sonra camlara aldığım içerden takmalı kilitleri şarjlı matkapla taktım hem de her birine ikişer kilit taktım ne olur ne olmaz diye zaten üç cam vardı her odada birer tane onlar da bittikten sonra kendi odamı hallettim yatağı yerleştirdim çarşafları taktım dolaba kıyafetlerimi yerleştirdim derken her yer bitmişti bahçeyi de güzel bi yere çevirmek istiyordum ama onun daha vakti vardı anca yaza diye düşündüm saat çoktan sekizi geçiyordu bile bi günde iyi bile bitmişti evin perdelerini çektim daha sonra kapıyı kilitledim soba hazır yanarken duşa girdim çok terlemiştim duştan çıkınca bi şeyler hazırladım yemek için telefon az da olsa evde çekiyordu devini aradım yemekten sonra evi gezdirdim önce yaptıklarımı gösterdim sonra burak beyi anlattım başta çok şaşırdı sonra verdiğim tepkilere az bile yapmışsın adlı konuşmasın yaptı "iş başvurusu yaptım" dedi bi anda "yaa nerde nasıl bi şirket" dedim onun adına mutlu olmuştum bir ay olmuştu işten çıkalı çalıştığı şirket ortak ayrılığına girip batmıştı ve oda mecbur çıkmak zorunda kalmıştı "aslında şirket değil" dedi "nasıl?" diye sordum "ya e devlet üzerinden başvurdum alımlar vardı devlette çalışmak daha mantıklı geliyor mahu artık özel şirketler de tamam iyi güzel ama en yakın örneğini iki kere yaşadık tam diyorum yükseldim daha iyi bi pozisyona geçİyorum pat bişey çıkıyor belki de böylesi daha iyidir" dedi yani bence de dedikleri mantıklıydı "ne üzerine peki?" diye sordum "bakanlığın yazılım altyapısı için mühendis alımları vardı Bilmiyorum olur mu" dedi umutsuzca "olur inşallah sen umutsuzluğa kapılma hemen ya" dedim "inşallah mahu ya" dedi o da benim gibi biraz daha konuşup kapattım telefonu kapıları kontrol edip yatağa yattım iki gün benim için çok yorucu geçmişti yarın işim yoktu bu yüzden istediğim kadar uyuyabilirdim duşun da mayıştırmasıyla gözlerimi kaptır kapatmaz uykuya dalmışım.
Bir aya yakın olmuştu buraya yerleşeli ilk haftalar evden sonra okulu da toparlamıştım tekrar şehire gidip okul için malzemeler almıştım ilk haftam öyle geçmişti ikinci haftamda okullar açılmıştı bile ama öğrenciler çok azdı altı çocuk vardı ikisi kız dördü erkek olmak üzere bence daha çocuklarını göndermeyenler de vardı muhtarla bu konuyu tekrar konuşmaya gittiğimizde fazlasıyla gerilmişti aramız biricik oğlu da ordaydı ama sadece gülerek izlemişti babasıyla olan konuşmamızı hala aynıydı üçüncü haftada gece saat dört gibi kapı zorlama sesiyle uyanmıştım ve o kadar korkmuştum ki kuzey üsteğmenin verdiği numarayı arayıp yardım istemiştim birisi kapıya anahtarı sokup zorlamış o da yetmez gibi camları da zorlamıştı ve ben o kadar korkmuştum ki sesler kesildikten beş dakika sonra da jandarma ekipleri gelmişti kapıyı onlara açtığımda halim nasıldı bilmiyorum ama kadın jandarma yanıma gelip yardım etmişti ellerim boşalmıştı korkudan kamera veya görgü tanığı olmadığı için onlar da bişey yapmamıştı sadece telefondan aynı durumda kalırsam iletişim kurabileceği söyleyip gitmişlerdi ve ben o günden sonra uyuyamamaya başlamıştım tekrar gelirse korkusuyla kim olduğunu bilmiyordum ama şüphelendiğim kişiler belliydi bu günse köyde anlamadığım derecede bi sessizlik vardı çok sessizdi normalde traktör sesleri az da olsa bi kaç insanın geçtiği yollarda tabiri caizse incin top oynuyordu okula girip sobayı yaptığında saat sekiz buçuğa geliyordu dersler dokuzda başladığı için sınıfı toparladım önce o sırada zeliş geldi o kadar küçük bi kızdı ki yaşıtlarına göre minyon olması onu daha sevimli yapıyordu "günaydın öğretmeniim" dedi uzatarak o tatlı diliyle ben de aynı coşkuyla "günaydın bir tanem" dedim saçlarını severken kısa saçlı kâküllü saçları vardı "hadi bakalım geç yerine gelirle birazdan diğerleri de" dedim gülümseyerek Muhammet ve yunus da geldiler ama saat dokuza geliyordu üç kişi eksiğimiz vardı tamam havalar soğuktu ama gene de altı kişi her gün tam olarak gelirlerdi "Muhammet, yunus diğer arkadaşlarınız nerde çocuklar yasemin ibrahim ve safa gelecek mi bu gün" dedim merakla hepsi akraba oldukları için belki haberleri ardır diye umut ettim bi an muhammet "onlar bu gün gelmeyecekmiş öğretmenim" dedi kaşlarım çatıldı bi anda "neden?"
Diye sordum daha da meraklanarak yunus "babaları bu gün gitmesine izin vermemiş öğretmenim işleri var yarın giderler dedi bize" demesiyle kaşlarım çatıldı okuldan önemli ne işleri olabilirdi ki bi çocuğun bu iş gerçekten böyle olmayacaktı milli eğitime artık dilekçe göndermem şart olmuştu "pekalaa o zaman minik sincaplar sizinle derse başlıyalım yarın da bir daha üstünden geçeriz olur mu?" dedim güleç bi şekilde ne kadar kafam diğer öğrencilerden olsa de tek tesellim yarın gelecek olmalarıydı. Dördüncü ders bitiminde tenefüs verdik on dakikalık normalde soğuk olduğu için oyun minderinde oyun oynarlardı ama hava bulanık da olsa diğer günlere göre esmediği için dışarda oynamak istediler ben de üç kişi oldukları için izin verdim sobadaki çaydan bir bardak doldurup yanlarına çıktım okulun merdivenlerine oturup birbirlerini kovalamalarını gülüş seslerini dinledim huzurla o kadar mutlulardı ki bu mutluluk bi el ilah sesiyle kesilene kadar o kadar korkmuştum ki elimdeki bardak bi anda ayağa kalkmamla yere düşüp paramparça oldu destan korkup bana doğru koşan çocuklara yöneldim hızla "hemen hemen okula girin sınıfa" dedim silah sesleri artmaya başlayınca korku daha çok atıyordu silah sesleri attık daha çok korkuyordum korkum kendi canım için değil de içerdeki üç küçük can içindi okulun kapısını kapatıp kilitledim önce ama kapının yarısı camdı bu yüzden sınıfa girip sınıf kapısını da kilitledim tekrar üçü de birbirine sarılmış ağlıyorlardı sanki dışarda kıyamet kopuyor o kadar çok silah ve patlama sesi geliyordu ki ellerimin titremesine kaldırmadan çocukların yanına gittim üçüne da sarılıp "tamam sakin olun sessiz olun ve beni dinleyin" dedim titreyen sesimle sakin olun diye onlara diyor gibi duruyordum ama aslında kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum sakin olmam lazımdı ki onları koruyabileyim "öğretmenim" dedi zeliş ağlayarak "ölücek miyiz?" bunu sorması kadar canımı yaktı ki "hayır zeliş o nasıl soru bakın kimse ölmeyecek önce bi bunu unutun tamam mı" dedim gülümseyerek "hem ben dün size ne okudum hatırlıyor musunuz?" diye sordum yunus "Süpermen" dedi hemen "evet Süpermen" dedim saçlarını okşayıp "Süpermen gelecek ve bizi kurtaracak şimdi siz oyuncak köşesindeki duvarın dibine gidiyosunuz ve sesizce birbirinize sarılıp bekliyosunuz tamam mı?" dedim ama silah sesleri ve bomba sesleri kesilmiyor aksine atıyordu bile çocukları duvar kenarına koyup telefonumu elime aldım o ara bi cam kırılma sesi geldi okulun kapısın camın kırmışlardı perdeleri çektiğim için kimin geldiğini bilmiyordum hemen rehbere girip "A" harfine basarak aradım "alo?" diye açıldı telefon ağlayarak "telefondan köyün öğretmeni köyde silah ve bomba sesleri var okulda üç öğrencim ve ben mahsur kaldık dışarda birileri var okula girdiler yardım edin" dedim bi çırpıda çünkü kapının açılma sesi gelmişti bile telefondan telaşlı bi şekilde “derhal bulunduğunuz konuma ekip yönlendiriyorum korkmayın öğretmen hanım köy civarında birimler var bulunduğunuz yere bi ekibi gönderdim sadece sakin olun" dedi telefondaki adam koridordan ayak sesleri geliyordu içerdeydi "içerde içerde biri var beyefendi o içerde" dedim ağlayarak nefesim daralmayı başlamıştı "tamam bakın sakin olun ekipler en" sözüne devam edenlere sınıf kapısı zorlanmaya başladı ve korkuyla elimdeki telefon yere düştü çocukların yanına koştum hemen arkama alıp sonun gelmesini bekledim bi çift silah sesi duyuldu önce bağırmamak için elimi ağzıma götürdüm çığlık atmamak için çocuklar o kadar çok ağlamaya başlamıştı ki artık susturamıyordum bile yavaşça kapı açıldı elinde silahla esmer kirli sakallı bi adam girdi yavaş bi şekilde " vay vay vay" dedi sap sarı dişleriyle gülerek "anne tavukla civcivlerine bak hele sen" dedi silahı bize doğrultarak "yapma" dedim kafamı eğerek "onlar daha çocuk yapma" dedim ağlayarak "eee" dedi pis pis " onlar çocuk ama sen koca karısın" dedi üstüme doğru atıldı geri çektim kendimi ama bi yaramadı saçlarım kavrayıp ayağa kaldırdı zeliş çığlık atarak "öğretmenim" diye bağırmay başladı "ulan sus piç kurusu" diye tam zelişe vuracaktı ki eline yapıştım " dur dur vurma daha çok küçükler yapma" dedim yüzüne bakarak "sana ne lan" diye bağırarak yüzüme bi tane tokat patlattı ellerimin üzerine düştüğümde o kadar sert vurmuştur ki kulağım çınlıyor gözlerim kararıp duruyordu bi süre geçmesini bekledim ama buna izin vermeden saçlarım kavrayıp sobanın yanına götürdü beni ağzımda ki metal kan tadı o kadar midemi bulandırmıştı ki kusmak istedim ama yapamadım kesinlikle saçlarım kavrayıp kafasını yüzüme yaklaştırdı "yüzün" dedi gözlerini yüzümde gezdirerek "pek bi güzel acep seni öldürsem mi yoksa yüzüne takılmaya hala mı soksam he hoca hanım ne dersin dedi yüzümü sobaya yaklaştırırken" gözlerimi açtım bir anda "dur" dedim sesim içime kaçmış gibi "nolur yapma nolur" dedim "ha diyorsun ki öldür beni?" kafasını sallayarak saçlarımı bıraktı ve ayağa kalktı kafama elindeki silahı dayayıp "ne derlerdi hoca hanım" düşünür gibi yaptı "heh son dileğin nedir de hele?" diye sordu derin bir nefes aldım sonra arkasında kalan kapıya bakarak "geldin biliyordum geleceğini" dedim mutlulukla bi anda arkasını dönmesiyle sobanın yanındaki karıştırmak için duran demiri alıp hızla ensesine geçirdim "hassiktir lan" diye yalpalayarak arkasını dönmesiyle sert bi şekilde bi de yüzüne geçirdim bu sefer yere düştü yüz üstü ama o kadar hırsımı atamamıştım ki bi ki kere daha vurdum kafasına artık hareket etmiyordu biraz yaklaştım başında bekledim ve gerçekten bayıldığına emin olduğum an koşarak sınıf kapısını örttüm kilidi tutarsa da bi önlemdi yerdeki silahı elime aldım ve çocukların yanına koştum o kadar çok ağlıyolardı ki üçü de birbirine serilmiştir zeliş aralarında resmen kaybolmuştu "şşş sakin olun tamam bakın bana ben buradayım sizi koruycam dedim mi korudum şimdi ağlamayı bırakıp birbirinize sarılın tamam mı minik Sincaplar" dedim ağlamaklı bi sesle üçü de ağlamayı kesmiştir ama titremeleri devam ediyordu okuldan adım sesleri duyduğum an onları arkama aldım elimdeki silahı kapıya doğrulttum evet daha önce bi çok kez silah kullanmıştı her türden eniştem ve kuzenlerim sağ olsun bana öğretmişlerdi ama boş bi şişe bi insanı vurmak aynı değildi şuan fark etmiştim ellerim o kadar titriyordu ki hedefi kurabileceği bile sanmıyordum kapının önünde bi adım sesi duydum sessizdi ama dışardaki silah sesleri kesildiği için net duyabiliyordum kapı bi anda açılınca elimdeki silah ateş aldı "siktir" diye ses duymamla gözlerimi açtım ve gördüğüm manzara beni o kadar rahatlattı ki kastığım bütün kaslarım bi anda rahatladı kapıda dört tane kamuflajlı asker vardı ikisi içeri girmişti elimdeki silhı yere atarak çocuklara koştum "bakın ne dedim ben size kurtulacaksınız dedim dimi?" diye sarıldım üçüne de "hanım efendi" diye seslenen sesle arkamı döndüm çocuklar o kadar mutlu olmuştu ki bu sefer de mutluluktan ağlıyorlardı "iyi misiniz birinizde birşey var mı?" diye sordu yüzünde beresi olan bi asker "hayır iyiyiz sadece çok korktular o kadar" dedim arkaya bakarak iki asker yerdeki adamı kaldırıyorlardı "silahı isabet ettiremediniz ama onu güzel bbenzetmisiniz elinize sağlık" dedi gülümsediğini gözlerinden anlamıştım "ben” dedim panikle “ bir yerinize bir şey olmadı değil mi" dedim "hayır olmadı kusura bakmayın geciktik çünkü köy" devam edemeden içeri iri bi adam girdi ve "akıner her şey tamam mı durum ne" diye soru yöneltti ve sesi o kadar tanıdıktır ki akıner dediği adamdan dolayı sadece girerken görebilmiştim ama yüzünü görmemiştim akıner "komutanım asayiş berkemal burda her şey öğretmen hanım baya dişli çıktı" dedi gülerek ve içeri giren adama doğru döndü akınerin dönmesiyle görüşüm açıldı ve iri yapılı adamın gözlerine baka kaldım adam beni görür görmez gözlerini şaşkınca açtı önce gözleri bana geçmişimi anlatıyordu uçağa bindirip gönderdiğim mahuyu anlatıyordu gözleri bana yaşantımı ilklerimi ve sonlarımı anlatıyordu adam bi anda yüzündeki bereyi indirdi "mahu?" dedi sesinde gençliğim vardı sesinde heyecanlarım kahkahalarım Hayal kırıklıklarım vardı ama en çok da ilk kalp yangınım vardı.II. BÖLÜM SONU.....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÜVEYDA-KOR
General FictionSÜVEYDA; kalpteki küçük siyah nokta Bi Şehri terk etmek yaşının bi kısmını kaybetmek gibidir çocukluğunu bırakmak, bir bebek için kavga ettiğin 17 yıllık dostunu, gidebilmek için ailene kırk takla attığın yerleri, birinin elini ilk kez tuttuğun o b...