Siz: Sırf beraber çalıştığımız için bana böyle davranmanıza izin veremem, İlker Bey?
İlker bey: Davranışlarımın sebebi sadece beraber çalışmamız değil Başak hanım.
Siz: Peki ya ne?
Siz: Ne bu haddinizi aşmalarınız?
Siz: Sabrımı zorlamalarınız.
İlker...
"Yeter. Biri daha gelip İlkerin adını benimle ortaklık olarak bir araya getirirse kapıya İlkerin adını almamaları için uyarı asacağım. Bu ne ya? Tüm şehir benim birayselleşmemi mi bekledi? Hepsi nasıl İlkerin müşterisi olabilir." Bunun altında bir bit yeniği olduğu çok belliydi.
"Bilmiyorum Başak Hanım. Özellikle bireysel çalıştığınızı hatta hazır dairelere hizmet verdiğinizi bildiriyoruz." Karşımda ilk defa sinirime şahit olan kişi Onurdu. Bu şirketi açtığımda ilk işe aldığım asistanımdı. En baştan beri yanımdaydı.
"Biliyorum sen sebebini." Nefeslenip masama oturduğumda önümdeki ajandama döndüm. "Semih beyin otel odalarının yapımı bitip bize teslim edildi mi?"
"Evet edildi Başak Hanım. Her odası sadece balayı çiftleri için hazırlansın isteniyor. En az bir aylık en fazla üç aylık kullanıma uygun olmasını belirttiler. İki artı bir genişliğinde duvarlarla ayrılmamış geniş bir otel odası çalışması olacak." Yeni deneyimleri olan bir yatırımcıydı Semih bey. Araştırdığımda fikirleri hep hoşuma gitmişti.
"Tamamdır Başak Hanım. Ha bu arada bu günün çiçeği de geldi. Masanıza aldırdım size sormadan." Bu tam olarak yüzüncü çiçekti. "Getirelim mi?" Başımı olumlu anlamda salladığımda masaya çiçeği koyup çıkmıştı.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Anlamını sevmesem de sarı laleleri hep sana benzetmişimdir. Zarifliğin, güzelliğin...
Bla bla bla... Bu çiçekleri hala ailelerimizin isteği üzerine gönderdiğini düşünüyordum. Belki bu sözleri bile annem yada annesi yazdırmış olabilirdi.
Yinede çiçeğe zarar vermeden onlar için ayırdığım köşeye koymuştum. "O kadar kırıldı mı sen tarafım... Hiç bir güzel söz içimde yeşermiyor."
Dolan gözlerimi silmeme zaman kalmadan kapım hızla açıldığında sıçradım. Beklenmedik giriş beni ürkütmüştü. Gelen tabii ki annemdi. "Bu ne rezillik. Kızımın odasına girerken birilerinden izin almam mı lazım?"
"Kusura bakmayın Başak Hanım."
"Sorun değil çıkabilirsin Onur." Annem hiç umursamadan çoktan masamın önünde ki koltuklara oturmuştu. "Neden geldin anne? Böyle giremezsin buraya Onur haklı."
"Sen ben hariç herkesi haklı bul zaten Başak." Benimkiyle bire bir sarı olan saçlarımı tek omzunda toplayıp keskin bakışlarını üstüme dikti. "Bir kaç aya batacak olan şirketini görmeye geldim. Ergen gibi parayı bana geri atarak racon mu kesmiş oldun Başak. Soyadına mı güveniyorsun şirketi açarken?"
"Kalemime güveniyorum ama. Emeklerime, başarıma kendime kattığım işlere güveniyorum. Sandığın gibi başarısız olmamak için çalışıyorum."
"Boşa giden sadece zamanın olmayacak. Yükselmek varken en dibi görmeyi seçerken asla eski başarına ulaşamayacaksın." Buz gibi olan ellerimi bacaklarımın arasına koyduğumda ısınmaya çalıştım. "İlkerle bir uyumunuz var. Sen bunu bir hırs uğruna elinin tersiyle itiyorsun. Hem işte hem aile kurarken işinize yarayacak başarılarınızı yok sayıyorsunuz."
"Belki de istemediğimiz içindir anne. İşte belki ama aile sandığın gibi başarıyla kurulacak bir birliktelik değil. Ne yapacağız gece odada toplantı mı düzenleyeceğiz." Buz tutan sadece ellerim değildi.
"Aptalsın. Nasıl benim kızımın bilmiyorum. Ne bekliyorsun aşk mı doyuracak seni." Aşıktım ki zaten. Burada zorlanan İlkerdi. Canımı yakansa onun hisleri olmadan bana gelmesiydi.
"Aptalım anne ve çok memnunum bu aptallığımla tamam mı? Evet belki istediğin gibi olmayacağım ama zaten istediğim bu." Gözlerimin sulanması bile onda bir etki bırakmadı. "Şimdi gidebilirsin anne. En dibi bulunca ben demiştim demek için geri gelirsin."
Bir hırsla odayı terk ettiğinde kimsesiz hissettim. Annemden korkusuyla beni aramayan babam bile kimsesizliğime fayda etmedi.
Bir gözyaşım kimsesizliğime aktı.
O an gözlerime laleler takıldı. İçimi sıcaklık kapladı. Bir içgüdüyle telefonumu alıp yazdım.