Evin önünde hareketlenmeler arttığında aceleyle içeri girdik. Jin bizi farkettiğinde yüzünde mükemmel bir gülümsemeyle, vücudunu tamamen saran dar elbisesi ve yüksek topuklularına rağmen hiç zorlanmadan yanımıza geldi. İlk izlenimlerime daima güvenirdim ve Jin ile ilgili ilk izlenimim kesinlikle güven arz etmemişti. Tüm bunlar pekala hali hazırda sahip olduğum güven sorunları ile de ilgili olabilirdi ama garip soğuk bakışları üzerimde gezinirken düşüncelerimi kendime saklayarak ona genişçe gülümsedim.
"Hala hazır değil misiniz?" Bizi en tepeden ayak ucuna kadar süzdü.
"Makyajım ancak bitti," dediğinde Ayris'e gülmemek için kendimi zor tuttum.
"Zevzekliği bırakın da bir an önce hazırlanın." dedi Jin az önceki kibarlığından eser kalmamıştı. İki eliyle bizi merdivenlere adeta iteledi.
Odaya girdiğimde az sonra olacakları düşünürken mideme yumruk yemiş gibiydim. Ayris'ten ödünç aldığım düz siyah elbiseyi yatağın üzerine yaydım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ya şimdi gözümü karartacak ve ön bahçeden koşarak uzaklaşacaktım ya da ayine yetişecek ve olayları akışına bırakacaktım. Tercih yapmam zor olmadı.
Elbiseyi üzerime geçirirken hala kendi kendime söyleniyordum. Sonuçta tüm bunların olmasını ben istememiştim. Apar topar alt kata inmek için köşeyi döndüm ve daha o anda hiç beklemediğim, ilginç bir şey oldu. Biriyle kafa kafaya çarpıştım. Dengemi kaybederken yan duvardan destek almaya çalıştım. Çarpışmanın etkisiyle gözlerimin önünde yıldızlar uçuştu. "Hay, lanet!.." Sözlerim çarpıştığım kişiyle buluştuğunda yarım kaldı. Hemen hemen benim yaşlarımda, benden bir baş kadar uzun, siyah dağınık saçlı bir çocuktu. Köşeli bir yüzü ve koyu renkli gözleri vardı. Tüm görüş alanımı kaplayan atletik yapısıyla gergin duruşuna rağmen hoş birisi olduğunu düşündüm, daha doğrusu düşünürdüm bana hayalet görmüş gibi dehşet içinde bakıyor olmasaydı.
"Burada ne işin var?" dedi, gördüklerine inanamıyormuş gibi gözbebekleri hafifçe irileşmişti.
Yoksa gecikmiş miydim? Bir yandan çarpışmanın etkisiyle alnımı ovuştururken bir yandan toparlanmaya çalıştım. "Hep önüne bakmadan mı yürürsün sen!"
"Hayır," dedi nihayet konuştuğunda. "Hayır. Yapmam."
"Ne güzel."
"Tamam." dedi o da.
Tüm diyeceği buydu anlaşılan. Bir an için elinde parlak bir şey gördüm ama hızlı bir hareketle elini arkaya sakladığı için emin olamadım. Daha fazla oyalanmamak için merdivene yöneldim. Tam önümde durmasına rağmen geçmek için hamle yaptığımda hareket etmedi. Hal böyle olunca uygunsuz bir yakınlık içinde, bu garip kaba davranışını anlamak için kafamı kaldırıp yeniden yüzüne baktım. Garip yoğun gözlerinden bir parıltı geçti.
"Çekilecek misin?" Biraz sıkkın bir tavırla, kaşlarımı çatarak sormuştum bunu.
Kıpırdamadı bile.
Taşa dönmüş bir heykel gibi yerinden bir santim bile oynamayacağına emin olduğumda, daha fazla vakit kaybetmemek için sol kısımdaki açıklıktan eğilip bükülerek kendimi merdivene, oradan da salona attım.
Aras'ı kapının yanında beni beklerken bulmak garip bir şekilde beni rahatlattı.
"Görüşmeyeli nasılsın bakalım?" dediğinde ona gülümsedim. Daha bir kaç gün önce tanıştığımıza inanmak güçtü.
"İşler sarpa sararsa kaçmama yardım edecek misin?" diye soruverdim. Aras bir an duraksadıktan sonra içten bir kahkaha attı. "Hadi, kendi partine gecikeceksin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aliva Serisi: Mühür
Fantasia"Buraya gelmeden önce beni neden takip ediyordun?" diye sordum yutkunarak. Barlas sorumu kelimenin tam anlamıyla katıksız bir dürüstlükle cevapladı. Öyle ki duyduklarımı doğru anladığımdan bir an emin olamadım. Yorgun yüzüne rağmen gözleri alev alev...