4.Bölüm

269 50 23
                                    

Multimedia da Sera, Burak ve Gökalp.. Keyifli okumalar!!

Not: Bölüm şarkısı: Red-hymn for the missing. Dinlemenizi öneririm.

Sera'dan...

Soğuk bir kış sabahı. Bulutlar, yağmur yağacağını belli edercesine siyaha bürünmüştü. Evin içerisi çok kasvetliydi ve aklıma her şeyin kötü olacağı ile ilgili birbirinden korkunç seneryolar geliyordu. Acilen dışarı çıkıp bir havaya ihtiyacım vardı.

Gökalp'ten hiç haberim yoktu, kim bilir neredeydi? Yatak odasına gidip pijamalarımdan kurtuldum ve üşümemek adına kalın bir şeyler giyindim. Dışarı çıktığımda refleks olarak kollarımı birbirine doladım. Ayaklarım beni nereye götürüyor hiçbir fikrim yoktu.

Uzunca yürüdükten sonra bir kalabalık gördüm. Gittikçe sokaktaki insanlar o kalabalığa ekleniyordu. Orada ne olduğunu merak etmiştim fakat meraktan çok ayaklarım beni o kalabalığın olduğu yere gitmem için zorluyordu.

Yaklaştıkça herkes önümden çekilip, bana yol veriyordu. Herkes ağlıyor muydu yoksa şimdi başlamış olan yağmur tesadüfen herkesin yüzüne doğru mu yağıyordu?

Kalabalığı iyice yarıp geçtiğimde gördüklerim karşısında ne yapacağıma anlam veremedim.

Gökalp... Gökalp, elinde kazma ve kürekle Burak'ın mezarını kazmış, şimdide onu gömüyordu. Büyük bir çığlık atarak Gökalp'i durdurmaya çalıştım. Omuzlarından tutup O'nu kuvvetlice sarsıyordum, ama durmuyordu. Neden? O, ölmemişti. Kimse Gökalp'e yalvarmalarımı, onu durdurmaya çalıştığımı duymuyor muydu?

"Onu durdurun!"diye haykırıyordum. Gökalp'te mi beni duymuyordu? Gömme işi bittikten sonra herkes bir anda kayboldu. Gökalp hariç.

Çevreme bakınarak kendi etrafımda döndüm ama kimse yoktu. Neredelerdi? Mezarın başından kalkan Gökalp, ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu. Yüzünde bir mimik bile kıpırdamamıştı. Gökyüzünde çığlık çığlığa geçen kuşlara bakmak için kafamı kaldırdım, hepsi aynı yöne doğru uçuyordu.

Kafamı tekrar Gökalp'e doğru indirdiğimde gözyaşlarım sanki bir çeşmeymiş gibi hızlı hızlı akmaya başladı. Sıra onda mıydı? Gökalp mezarın başında yatıyordu. Daha doğrusu yığılmış gibiydi. Hızlı adımlarla ona doğru ilerlediğimde ellerindeki kanı gördüm. Kazağını sıyırıp bileklerine baktığımda büyük bir çığlık koptu dudaklarımdan. Kendi canına kıyıp, avucundaki cam parçasıyla bileklerini dik bir şekilde kesmişti.

Bacaklarımda küçücük bir güç kırıntısı bile kalmamıştı. Yere düştüğümde ellerimi mezardaki topraklara vuruyordum. Bu kadar mıydı? Bitmiş miydik?... Kendime zarar vermek istercesine bağırarak, haykırarak durmadan ellerimi yağmurdan ıslanmış nemli toprağa vuruyordum.

Ani bir irkilmeyle uyanmıştım. Rüya mıydı yani bütün bunlar? Rahatlamışcasına derin bir nefes verdiğimde yatakta değil de akşamki telefondan sonra yerde uyuduğumu hatta Gökalp'in de kucağımda uyuduğunu farkettim.

Hızlı bir şekilde ayağa kalkıp Gökalp'i kucağıma alarak odasına götürdüm. Üzerine mavi renkteki yorganını da örttüm ve alnını öpüp odadan ayrıldım. Hâlâ gördüğüm rüyanın etkisindeydim.

Banyoya gidip soğuk su tarafına musluğu çevirip, yüzüme ard arda su çarptım. Havluyla yüzümü kuruladım ve ışığı kapatıp banyodan çıktım. Uyku falan kalmamıştı. Zaten Burak'ı düşünmekten yatamazdım.

Yatsam bile bu kâbuslar yüzünden yine uyanırdım. Geceliğimin önündeki düğmeleri ilikledim ve balkon kapısını açıp balkona çıktım. Onu kaybedemezdim.. Gökalp daha çok küçüktü. Ben ona daha doyamamıştım. Gözyaşları gözlerime tekrar akın ettiğinde yere çömeldim ve balkonun soğuk mermerine oturdum.

Soğuk bile içimdeki acıyı dindiremiyordu. Yarın büyük gündü. Görüş gününe daha vardı ama Burak'ın söylediklerinden sonra görüş gününü bekleyemezdim. Her şey için, en önemlisi de bizim için geç olabilirdi.

Yarın bir yolunu bulup onu bu kötü düşüncesinden kurtarmam ve her şeyin iyi olacağını , geçeceğini ona hatırlatmam gerekiyordu...

Bir an önce yarın olmasını dileyerek balkondan çıktım. Son kez bir Gökalp'e baktım ve yatak odasına gittim. Yatağın içine girdiğimde çok fazla direnmelerimin sonunda uykunun kollarına korka korka kendimi bıraktım.

KÜÇÜK İNTİKAMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin