6.Bölüm

188 38 36
                                    

Mutimedia da Sera ve Gökalp.

Sera'dan...

Batan güneşin son gölgeleri evimizi boğulmakta olan birinin parmakları gibi kavradı, sonunda yavaşça kaydı ve karanlıkla birlikte eriyip gitti.

Hatırladığım tek şey en son müdürün odasında olmamdı. Sonra da ne olduğunu anlayamadan gözlerimin kararmasıyla yere düşmüştüm.

Uyandığımda ise kendi evime getirilmiş, salondaki 'L' şeklindeki rahat ve açık pudra rengindeki koltuğumuza yatırılmıştım. Çok fazla uyumuş olmalıyım ki hava kararmaya başlamıştı. Müdürün odasında yere düştüğümde başımı yere sert çarpmış olmalıyım ki ense kökümden saç diplerime kadar müthiş bir ağrı hissediyordum.

Cep telefonumun müziği sessiz ve karanlık evin içini doldururken koltuktan gerinerek kalktım. Fazla uyumak beni çok yormuştu. Tüm aramalarım sonucu telefonu koltuğun arasında, sıkışmış bir şekilde buldum.

Ekranda çıkan yeşil butonu kaydırdım ve telefonu kulağıma yasladım. Mustafa Bey'in sesini duyunca dün Burak hakkında duyduklarım ve hala inanamadığım olay aklıma geldi ve usulca gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı.

"Sera Hanım, iyi misiniz?" Bu soru karşısında kaşlarım istemsizce çatıldı ve kendimi tutamayarak tıslarcasına bir cevap verdim.

"Eşimi kaybettim, oğlum babasız kaldı. Sizce iyi miyim?" Sesim gereğinden sesli ve duygularım gibi çaresiz çıkmıştı.

"Ah... Gerçekten Kusura bakmayın. Ben... eşinizin eşyalarını bugün evinize göndereceğimi bildirmek için aradım. Yarın cenaze töreni düzenlenecek, bilginiz olsun diye aramıştım. Adresi ve saat kaçta olacağını bugün eşyaları gönderdiğim çocukla size bildireceğim. Tekrar sizden özür dilerim. İyi günler. "

Dudaklarımı oynatmayı bile zor becererek "İyi günler" dedim ve telefonu kapatıp koltuğa fırlattım. Boğazımdaki büyük yumrunun verdiği acıyla ve sessizce gözyaşı dökerek Gökalp'e seslendim.

"Gökalp?" ses yoktu. "Oğlum neredesin? Ses ver bana." Aklıma gelen ani düşünceler hareketlerime yansımıştı. Seri hareketlerle merdivenlere doğru yöneldim.

En son cezaevinden sonra ne haldeydi? Karnı aç mıydı? Merdivenleri hızlı hızlı ve tökezleyerek tırmanıyordum. Her yere bakmıştım hatta odasında bile yoktu. Son bir şansımı deneyerek odasına tekrar baktım. Yatakta, yatağın altında, dolabın içinde yoktu. Tam telaşlı bir şekilde odadan çıkarken, küçük bir hıçkırık sesi duydum.

Sesin geldiği tarafa doğru yürüdüm. Ses ahşap kapının arkasından geliyordu. Gökalp kapının arkasına iyice sinmiş, bacaklarını da kendine çekmiş bir şekilde ağlıyordu. Ağlıyor fakat sanki bunu bilinçsizce yapıyormuş gibi kıpırdamıyordu.

Gözlerini boşluğa dikmişti ve korkuyor gibi duruyordu. Kapıyı kapattım ve yanına çömeldim.

Elimle çenesine dokundum ve kafasını yukarı kaldırmaya, bana bakmaya zorladım. Bana bakmamak için inat ediyordu. Ne yapıp ettiysem boşaydı sanki. Bu sefer yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Baş parmaklarımla da gözlerinden damlayan ve bir çeşmeyi andıran gözyaşlarını sildim.

Bir anda kaşları çatıldı ve gözleri fal taşı gibi açılıp bağırmaya başladı.

"Git! Git başımdan! Rahat bırak beni!"

Şaşkınlığım yüzünden önce gözlerim fal taşı gibi açıldı, ardından çömeldiğim yerden kendimi geriye doğru ittim. Böyle bir şey beklemediğim için korkmuştum.

KÜÇÜK İNTİKAMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin