first

903 66 14
                                    

Tutmayan bacaklarım, hala şokta olan bedenim, muhtemelen uykusuzluktan ve ağlamaktan şişmiş gözlerim ve tanınmaz halde olan yüzümle, sanırım asıl ölmüş olan bendim. Sağ kolumda babam, düşmemem için beni,ağlamamak için kendini tutarken, teyzemin yüksek çığlığı odak noktamı değiştirdi. O, kız kardeşinin intihar edip ölmesine çığlık atarken, sanki ölen başka birinin annesiymiş gibi hissizdim. Kelimenin tam anlamıyla ne hissettiğimi bilmiyordum. Gözümden düşen bir damla yaş ince tenimde kendine bir yol çizerek çenemden aşağı düştüğünde dua etmeyi bitirmiş dağılan insan topluluğu babama bana ve teyzeme acımayla karışık, merhametli bakışlarla mezarlıktan ayrılıyordu. Babam taziyeleri zoraki bir gülümsemeyle karşılarken, teyzem bankların birine oturmuş kız kardeşini kaybetmenin üzüntüsüyle ileri geri sallanıyordu. Çelimsiz bacaklarım, ince bedenimi dahi taşıyamayacak hale geldiğinde babamın kolundan çıkarak kalabalıktan uzak, yeşil çimenlerin ortasındaki banka oturdum. Üzerimdeki siyah elbisenin eteklerini çekiştirip soluk renkteki bacaklarımı olabildiğince kapatmaya çalışarak banka yayıldığımda gözlerimi kapattım.

Boşluk.

Hissettiklerimi kısa ve öz bir şekilde açıklayabilen tek kelime buydu. Bir şeyler hissedebilmeyi dilerdim. Hissetmek en azından yaşadığımın ufak da olsa bir belirtisi olabilirdi. Fakat şuan hissetmiyordum.
Mutluluğu hissetmiyordum.
Mutsuzluğu da hissetmiyordum.
Mutlu değilim, mutsuz da değilim.
Hissizdim.

Yanıma birinin oturduğunu hissettiğimde büyük ihtimalle 'Hey kaybın için üzgünüm' saçmalığını söyleyip üzülme diyecek olan 'iyi niyetli' biri olabileceğinden gözlerimi açma zahmetine girişmedim. Fakat sesini duyunca açmak zorunda kaldım.

"Her neyin oluyorsa, kaybın için üzgünüm."

Siyah takım elbisesi üzerine tam oturan, en fazla 25 yaşlarında olabilecek esmer bir çocuktu. Gözleri kızarmıştı. Uykusuzluktan olduğu belli, büyük ihtimalle aynılarından bende de olan göz altı torbaları, hafif tombul yanaklarına ulaşıyordu.

Titreyen sesimle en anlaşılabilir olduğunu düşündüğüm bir şekilde cevap verdim.

"A-Annem." gözlerini büyümesiyle renklerinin kahverengi olduğunu gördüm.

"Ben de senin kaybın için üzgünüm, büyük ihtimal burada olduğuna göre birini kaybetmiş olmalısın ha?" üstün zeka gerektiren tespitime içimde alkışlar kopararak sorumun cevabını bekledim.

Paramparça olmuş bir şekilde gülümsedi.
Bu mutluluk gülümsemesi değildi.
Bu acı gülümsemesiydi.
Umutsuzluk gülümsemesi.
Hissizlik gülümsemesi.

"Babam."

"Çok üzgünüm."

"Ben Calum. Calum Thomas Hood. Sanırım annem ve baban arkadaşlar ve sen de? "uzattığı uzun parmaklı eline bakmadan önce karşılık verdim.

"Calandre."

"Calandre ne ?"

"Calandre Nexia Moreau."

"Memnun oldum madam." fransız göndermesini görmezden gelmeye çalışmama fırsat vermeden uzun parmakları solmuş ellerimi dudaklarına götürüp ince bir öpücük bıraktığında nasıl bu kadar mutlu olabileceğini sorguladım.

"Neden bu kadar mutlusun, az önce babanın ölüsünü gömdün."

"Hiç birimiz sonsuza kadar burada değiliz. Her yaşayan, her canlı ölümü tadacak. Er, yada geç. O hastaydı, bu beklenilen bir şeydi, bu üzücü olsa bile, sonsuza kadar yas tutarak yaşayamayız."

"Vay canına bir sonraki kilise konuşmanı önden dinlemek isterim."

"Sen de biraz da olsa mutlu olmaya çalışırsan haber ver."

cemetery × hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin