Eve geldiğimizde, artık dünyanın ve hayatın bizim için çok farklı olacağını biliyorduk. Babama nasıl davranmam gerektiğini yüzüne nasıl bakmam gerektiğini bile bilmiyordum. Eğer lanet olası Julia adında bir kadınla olan ilişkisini annem öğrenmeseydi, bu olanlar asla olmayacaktı. Evet, annemin ölümünün tek sorumlusu babamdı. Bu tartışmaya açık değildi. Suçlusu babamdı. Fakat annem, daha önce babama hep sinirlendiğimde "O senin baban, ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın, senin baban ve bu da beğenmesen de değiştiremeyip kabulleneceğin bir gerçek.'' derdi ve o benim hala babamdı. Eşini kaybettiği için, hatta kendi yüzünden kaybettiği için yeterince üzgündü,yani umarım. Kızı da ona kötü davranırsa, daha fazla üzülürdü. Fakat hala onu suçladığım için, yüzüne gülemezdim. O yüzden odama çıkacak, büyük ihtimalle müzik dinleyecek, eğer bir şeyler yersem kusacak, veya uyuyacaktım.
Odama çıkıp üzerimdeki siyah elbiseye aldırmadan yatağa uzandım.
Annem.
Gülüşüyle beni her zaman aydınlatan kadın.
Benim için dost, arkadaş, öğretmen, doktor, sırdaş, her şey olan insan.Sadece, sensiz bir hayata nasıl devam edeceğim bilmiyorum ama, edeceğim. Buna mecburum. Eğer şu an beni bir yerlerden görüyorsan anne, senin için çok üzülüyorum, seni çok özledim, şimdiden. Fakat eminim ki beni görüyorsan, mutlu olmamı isteyeceğini de biliyorum. O yüzden mutlu olacağım. Çünkü yanımda olsan da böyle isterdin. Mutlu olmamı. Eğer orada her şeyi göreceksen lütfen bundan sonra yapacağım kötü şeyler varsa, şimdiden özür dilerim. Umarım orada sana cennetin en güzel odalarını vermişlerdir. Çünkü sen cennetten bile fazlasına layık bir insansın.
Gözlerimin önüne onunla olan anılarımı getirdim. Bana sarılması. Her şeyi. Dünyada sevdiğin birini kaybetmek çok fazla zor. Özellikle ona hala ihtiyacınız varken.
Penceremdeki tık sesiyle yerimde sıçradım. Tamam lütfen gelen bir hırsız ya da sapık olup beni ilk günden annemin yanına göndermesin. Aynı ses tekrar ettiğinde pencerenin kenarından aşağı baktım.
Yalnızca birkaç saat önce gördüğüm Calum'dan başkası değildi.Onun burada ne işi vardı?
Pencereyi açtığımda karanlıkta bile parlayan dişlerine ve gülüşüne baktım. Tanrı biliyor ya güzel bir insandı.
"Burada ne arıyorsun Calum? Babam duyabilir, ya da biri görebilir!"
"Umrumda değil, gel hadi."
"Akşamın 9'u nereye gelmemi bekliyorsun?"
"Bara gidip kafayı bulmayacağız Nex, sadece yürürüz. Canım sıkılıyor"
Pencereden ayrılıp kapattım ve üzerimdeki elbiseyi çıkardım çünkü hava serindi, Kasım ayının serin bir gününü yaşıyorduk.
Elbisemi çıkarınca aynanın karşısında kendime baktım. Bacaklarımdaki kilo çatlaklarım kendimden nefret etmemin başlı sebepleri arasındaydı. Aslında güzeldim. Fakat kimse için bir önemi yoktu. Kestane rengi kıvırcık saçlarım bembeyaz tenim, elaya kaçan gözlerim küçük burnum, güzeldim. Fakat umrumda değildi.
Çıkardığım siyah pantolona uygun bir tişört ve ceket çıkardığımda aceleyle giydim ve sadece telefonumu alarak aşağı indim. Babam mutfak taburelerinden birine oturmuş, ellerini kafasına dayamış, büyük ihtimalle düşünüyordu. Veya suçluluk duygusu içten içe onu yiyordu.
"Ben hava almaya çıkıyorum, gecikmem."
Kafasını kaldırıp bana bakınca korkunç seviyede kızarmış gözlerini gördüm ve gözlerime hücum eden gözyaşlarıma hakim olmaya çalışarak boğazımda acı veren yutkunmayla cevap vermesini beklemeden kendimi kapıdan dışarı attım. Calum karşıdaki ağaçlardan birine yaslanmış etrafına bakarak beni bekliyordu. Mezarlıktaki resmiyetinin aksine, şuan üzerinde bir salaşlık hakimdi. Eminim ki kendine bir kaç beden büyük siyah tişört, siyah pantolon ve Converse?