"Ne çapkınsın! Aynı benim gençliğim!" diyen Dolly Teyze'ye şaşkınlıkla bakıyordum."Biraz daha patates kızartması isteyen var mı?"
Annem ellerini havada sallayıp garsonu çağırdı.
"Olur!" dedim heyecanla.
"Gingy! Ne kadar da harika bir özgüvenin var! Ben asla bu kadar patates kızartması yiyemem. Yesem bile senden ince olmama rağmen bu mayoyu giyemem. Keşke senin gibi olabilsem."
Vıdı vıdı... Pis şeytan. Ayrıca Gingy de ne?
"Evet Carla, haklısın. Onu bu konuda ben de takdir ediyorum. Hem abur cubur yiyip hem de yemeyenlerden daha ince olmak zor bir şey."
Bunu neden yaptı şimdi? Neden beni kız arkadaşına savundu ki?
Sadece gülümsedim. Yemek yerken sürekli Carla'nın Deniss'e dokunma çabasını anlayamamıştım. Zaten az önce kabinlerde yeteri kadar dokunmadınız mı?
"Ah! Ben Carla'yı durağa kadar bırakmalıyım! Annesi hastaneye gidecekti." diyerek ayağa kalkan Dennis'e baktım.
"Hatta Ginger da bizimle gelsin."
"Yok siz yalnız gidin yolda çiftlerin arasına girmemeliyim. Önünüze bir soyunma kabini falan çıkar. Hem ben yemeğimi bitirmedim."
"Hadi ama! Ben yolu iyi bilmiyorum."
"Bir süre burada kalacağına göre ögrensen iyi olur."
Annemin ayıp olacağını belirten bakışları eşliğinde isteksiz bir şekilde ayağa kalktım. Yürümeye başladık. Kız saçma sapan şeylerden bahsederken uyuyup yere çakılmaktan korktum.
Onları hiç dinlemiyorken Dennis az önce söylediği cümleyi üzerine bastırarak tekrar söyledi.
"Bu arada teşekküre gerek yok Carla!"
Ona döndüm. Bana bakarak konuşuyordu.
"Kim olsa denizde bikinisini kaybetmiş bir kıza yardımcı olurdu."
Her şeyi yanlış anlama yeteneğime hayran kalmamak elde değildi.
"Sağol gerçekten. Neyse sanırım burada ayrılıyorum. Hoşçakalın!"
Tam kutulduk derken geri döndü.
"Dennis numaranı alabilir miyim?"
Sabırla Dennis'in hareketlerini izledim.
"Şey... Benim numaram şuan arızalı."
Kızın suratı öyle bir düştü ki konuşmasam ağlayabilirdi. Ve ben de zevkle izlerdim ama o kadar kötü kalpli görünmek istemedim.
"Sana benimkini vermeme ne dersin? Sonra Dennis'e ulaşırsın."
Gözleri parladı. Kabul etti.
"Hoşçakalın!"
Aynı anda ona veda ettik ve zor kısım başladı. Geri yürümek.
Ellerimi üzerimdeki bol cekete soktum. Hava bir anda değişiyordu ve Dennis bana ceketini vermişti.
Bir anda durdu ve bana baktı. Elini saçıma uzattı. Üzerindeki kum tanelerini aldı. Etraf sanki birden sessizleşmişti. Eliyle saçımı geri attı ve bir anda beni öptü.
"Altı."
"Ne?"
"On dörtte altı diyorum."
On dört öpücük kuralı!
"Ne ara altı oldu? Ben hiç hatırlamıyorum."
"Demek ki sen uyurken birileri izliyormuş." diyip kıkırdadı.
İstemsizce aklımda odama sessizce giren ve beni izleyen sevimli bir Dennis manzarası oluştu.
"Sapık mısın sen? Neden böyle bir şey yapıyorsun?"
"Bunu söylediğimde aklında canlananlara gülümsediğine göre asıl sapık sen olmalısın."
Hala sırıtıyordu.
"Denizde bikinisiz bir kız görünce oraya ilk kim koşar? Tabii ki biricik kuzenim!"
Yüzünü buruşturdu.
"Kız benden yardım istedi. Yanıma kadar gelmişti. Uzağa git mi deseydim?"
"Sapık!"
"Kıskanç!"
"Ne? Ben mi kıskancım? Yemekte o kıza hiç laf etmedim!"
"Bakışların sayesinde laf etmene gerek kalmadı zaten!"
"Of!"
Konuyu kapatıp yürümeye devam ettik. Bir anda durunca arkama dönüp ne yaptığını anlamaya çalıştım.
"Tanrım." dedi.
Bir şeyi mi vardı?
Yanına gidip yüzüne baktım. Yine ona kanmıştım ve beni yine öpmüştü.
"Yedi." dedi.
Yüzüme o kadar duygulu bakıyordu ki bir an onun bir sürtük olduğunu unuttum. Ama işte, sadece bir an.
"Devam edelim."
"Bu sefer bağırmadın? Daha on beşe çok var."
"Ne yaparsam yapayım vazgeçmeyeceksin."
Gelip kolunu omzuma attı ve ben bir şey demedim. Sanırım buna ihtiyacım vardı.
Eve döndük ve fazla hareket etmemiş olmama rağmen yorulmuştum. Ve yazın ortasında tam da İrlanda'dan beklenecek bir şekilde soğuk bastırmıştı. Biz üç kişi, yolda ince de olsa Dennis'in üç adet ceket getirmesine minnetar kalmıştık. Tabii annem Dennis'e kıyamayınca ikimizin bir ceketi paylaşmasını emretti.
Tıklatılmadan açılan kapımla gözlerime gelen kişiye çevirdim.
"Üzgünüm hayatım. Uyuyor muydun?"
"Hayır, anne. Ne oldu?"
Sıcak ama ciddi bir gülümsemeyle yatakta yanıma oturdu. Ben de oturur pozisyona geçtim. Gözlerimin içine derin bir şefkatle bakarken iyice meraklanmıştım.
"Dennis sürekli senden bahsediyor."
Şaşkınca baktım ve dinlemeye devam ettim.
"Dilinden hiç düşmüyorsun."
Ağzımı açmaya çalışırken kelimeleri dikkatli kullanmalıydım. Sınırlı sözcük hakkım vardı.
"Öyle mi?"
İşte size harika kullanılmış iki adet sözcük.
"Evet. Küçükken de öyleydi ama bu sefer sanki daha farklı."
"Nasıl yani?"
İyice meraklanırken bir yandan heyecanlanmış ve tedirgin olmuştum.
"Bilirsin işte. Eskiden kardeşin ya da ağabeyin gibi bahsederdi senden. Ama şimdi daha çok bir erkek gibi bahsediyor."
Yine ve yine şaşkınlıktan yerime saplanmıştım. Ciddiyetin farkına varınca oturur pozisyona geçtim.
"Anne? Şimdi de onunla evlenmemi falan mı isteyeceksin? Farkında mısın bilmiyorum ama onlar geldiğinden beri bana bir kez bile zaman ayırmadın. En son ne zaman birlikte akşam yemeği yediğimizi hatırlayamıyorum."
"Üzgünüm canım. Ama Teyze'ne iş bulmaya çalışması, sizin okul işleriniz falan derken kendimi çok yoğun hissettim."
"Şimdi de 'bizim' okul işlerimiz oldu değil mi? Onunla aynı yerde okumayı isteyip istemediğimi bile sormadınız bana! Anne. Dennis'i seviyorum. Ama bu tür konuşmalar için çok erken."
"Ben de seni seviyorum."
Annemle aynı anda kafamızı kapıya çevirdik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Redbull
Teen Fiction"Kaç tane redbull içtin sen?" "Ş-şu kaaadarcııık!" Küçükken hata yaparız ve bunları yaparken sonucu asla ve asla tahmin ettiğimiz gibi olmaz. Eğer o olayı hiç yaşamamış olsaydım, kesinlikle mutlu olabilirdim. Ondan iğreniyorum.