"Ne bu mutluluk Başak?" Emre ve Derin'in karşısındaki koltuğa otururken yüzümdeki gülümsemeyi daha da büyüttüm. "Çatlatmasana kızım! Hadi anlat ne oldu?" Kocaman bir kahkaha patlattım ve, "Bekle çaklıtlı kido alıp geliyorum." diyip onları meraklı bir şekilde arkamda bıraktım.
"Şerife teyzem bana her zamankinden bir tane." Şerife teyze kantinde çalışan teyzeydi. Hepimiz onu çok severdik, gerçekten çok tatlıydı. Çikolatalı kidomu aldıktan sonra merakla beni bekleyen arkadaşlarımın yanına döndüm.
"Artık anlat şunu yoksa sana bir daha kido almam." diyen Derin'i takmadan ağır hareketlerle kidomu açtım ve içmeye başladım. Bana attıkları bakışlar her ne kadar huzurla içmemi zorlaştırsa da, sonunda kidom bitmişti.
"Mutlu musun artık? Hadi anla-" Emre'nin sözünü zilin sesi kesmişti. "Ah, Emreciğim çok üzgünüm ama zil çaldı. Sınıfa gitmeliyiz. Sonraki teneffüs artık." diyip üzgünmüş rolü yaptım. İkiside gözlerini devirip sınıfa giderken kötü kadın kahkahamı attım.
"Pişt, Başak söyle artık şunu!" Derin yanımda sessizce bağırarak -inanın bunu nasıl yaptı hiçbir fikrim yok- Kimya dersinin başından beri söylemem için diretiyordu. "Şşh Derin dersteyiz öğretmenimiz bir şey anlatıyor ve konuşmamalıyız. Ayıp." Sinirle arkasına yaslanıp kollarını önünde birleştirdi. "Sikerim ayıbını." diye mırıldandı. Gülmemek için dudaklarımı ısırırken zilin çalmasıyla Emre sıramıza uçtu. Evet, uçtu.
"Ya söylersin, ya da söylersin. O yüzden, hadi söyle."
"Tamam tamam." diyip bu sabah okula gelince olanları anlatmaya başladım. Büyük bir dikkatle beni dinliyorlardı.
"İşte böyle." dedim bittiğinde.
"Ben o kızın saçını başını yolarım ha." diyen Emre'ye güldüm. Derin kafası karışmış gibi duruyordu.
"İyi de kanka ben anlamadım. Sen bu olayın neresine bu kadar sevindin?" Bak görüyor musunuz,ne kadar da zeki, kimin kankası.
"Evet sonra, aynı şunu söyledi: 'Artık şu kafana bizim çıkmadığımızı sok, Elif. Sadece takılıyoruz, o kadar. Benim için daha fazlası değilsin, olamazsın da.'" Yine aptal aptal sırıtmaya başladım. Derin de büyük bir kahkaha patlattı ve ona uzattığım elime çaktı. Çalan zilin sesiyle Emre yerine geçti ve hocanın gelmesiyle derse başladık. Ben de kafamı sıraya koydum ve dersi dinlememeye devam ettim.
"Hadi kalksanıza artık! Açım ben aç." diyerek bilmem kaçıncı kez Emre'yle Derin'i dürttüm. Fizik dersinden çıkmıştık, öğle saatiydi ama bu gerizekalılar uyanmıyordu.
"Anne -esneme- beş dağika dağa." diye insan dışı sesler çıkaran Emre'ye iğrenerek baktım. Sonra aklıma gelen fikirle geçen teneffüs kantinden aldığım suları çıkardım. Kapağı açıp tam dökecekken kapıdan gelen gülme sesiyle durdum. Oraya döndüğümde gördüğüm manzara nefes kesiciydi. Kapıya yaslanmış duruyordu. Kaslarını belli eden siyah bir tişört giymişti ve inanılmaz derecede çekiciydi. O... O mükemmelliğin beden bulmuş hali gibiydi.
"Ananı..." diye bağırarak yerinden sıçrayan Emre'yle kendime geldim. Acı gerçek, deminden beri ağzım açık bir şekilde Kuzey'e bakıyormuşum ve o sırada elimdeki su da Emre'nin kafasına dökülmüş. Rezillik...
"Hadi ya yemeğe inelim. Açım ben. Aç Başak oynamaz." Üçü de gözlerini devirdi ve yemekhaneye gitmek için sınıftan çıktık. Merdivenlerden inerken burnuma güzel kokular gelmeye başlamıştı. Kesin güzel bir şey var yemekte.
Sonunda inip yemeklerimizi aldığımız zaman her zamanki masamıza ilerledik. Kuzey de peşimizden yanımıza geldi. "Sen hayırdır?" diye krolaştığımda anlamadığını belirtir şekilde tek kaşını kaldırdı. "Anlamadım?"
"Sevgilinin yanına otursana sen?" Tamam tamam küfür etmeyi kesin. Sadece onun ağzından çıkmadıklarını duymak için yaptım.
"Aslında güzel fikirmiş. Sağol." diyip göz kırptı ve Elif'in olduğu masaya doğru ilerledi. Oturduğunda yine bana bakıp göz kırptı. Öküz, odun, dangalak, hödük, kütük, bok kafalı, uyuz. Ben bu çocuğu sikerim ama.
Kısa bir bölüm oldu. Ama telafi edeceğim. Bu arada multi Elif :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OHA.
Genç KurguBaşak Akay, gördüğü bir rüya nedeniyle hayatını hiç görmediği, belki de gerçek olmayan birini bulmaya adamış. Çevresindeki herkes bunu unutmasını, öyle birinin olmadığını söylerken, o asla vazgeçmiyor. Ne dersiniz? Belki de bir gün, tam vazgeçmişken...