Koca kelimesi, aslında büyük anlamındadır. Evli kişilerde erkek olan kişiye de koca deniliyor. " haşa minuzur yüzünüze gül suyu" ile başlayan yani özür dilerim, kullanacağım ifadeden dolayı beni affedin ile başlayan bir cümle kuracağım.
Hatta tabiri caizse eskiden ayı oynatırlardı. Ayı oynatan şahsiyet, kısaca ayıcı hadi bakalım kocaoğlan at bi göbekçik, hamamda kocakarı nasıl bayılır? Sevgilisinden, manitasından ayrılan genç kız nasıl bayılır, göster hadi kocaoğlan denirdi. Ayıcıkta zavallı def'in sesine uygun ritmik hareketlerle göstermeye çalışırdı. Ayıcık ne yapsın eğitimini alırken, kızgın saçta def sesi eşliğinde ayağı yandığı için, her def sesi duyduğunda başlar ayakları yukarı aşağı oynatmaya.
Neyse bu arada bazı kadınlar, kendi aralarında mahallede camdan cama, kaldırımdan kaldırıma veya hanım sohbetlerinde kocası geldi diye şakalaştıkları da olur.
Bak kim hı,
Ayol kocası.
Ne? Kocası. Tabii kocaoğlan anlamındaki koca, kocası ezmiş üstünden geçmiş.
Kocası dedik ya! Normal.
Gibi espiriler de yapılır tabii ki bayanlar arasında.
Biz, aslında biz değiliz. Biz sadece bize verilmiş, rolleri oynamaya çalışan birer aktörleriz. Bazen oyunlar gerçekten oynanması güç, zor birer hal alabiliyor. Ama her halukarda da biz üstümüze düşen, bize verilen bu rolü yapmaya çalışıyoruz.
Aslında gerçekle pek nadirde olsa karşılaşabiliyoruz. İşte o zaman hayatımızın rolünü oynamaya başlıyorsunuz. Hayat insana rol biçer, seçme şansınız yok gibidir. En çok oynanan roller de koca, karı, baba, anne, abi, kardeş, bacı, abla, dede, nine...v.b...gibi. neyse o işte. Nihayetinde artistlik var, oyunculuk var işin içinde. İşte o rol kesmeyi bıraktığınız bir an; kafanızda şimşeklerin çaktığı o an geldiğinde hayatının sanki son rolünü oynamaya hazır aktör edasıyla sahnedeki yerini alırsın.
Çocuklukta kurduğumuz hayallerimiz bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp giderken bu oyunun figüranları olarak sahnedeki yerimizi almak üzereydik. Her birimiz yıllar sonra çeşitli vilayetlerden bir şekilde ayrılıp yollarımızın kesiştiği bu yerde buluştuk. Yaşça aramızda pek bir yaş farkı da yoktu ama yine de aramızdaki akrabalık derecesine göre amcazadelerim oluyorlardı. Ama dedim ya aramızda ancak birkaç ay farkı vardı ya büyüktük ya da küçük. Ama akrabalık ilişkileri bir yana, çok sıkı birer dosttuk, arkadaştık.
Ofiste çaylar söylendi, kahveler söylendi. Çaylar kahveler içilirken, Geçmiş yad edilmeye başladı.
Karpuz kabuğundan yaptığımız öküz arabası, namı diğer kağnı, desem. Dedemin bize tahtadan yaptığı kağnıya, tarla faresi yakalayıp, öküz niyetine koştuğumuzu mu? Desem.
Dedem, namaz kılarken, dedemin odasına, bir ip yardımı ile tandırın üzerindeki havalandırma deliğinden aşağıya kendimi sarkıtılıp, dedemin sandığında bulunan ve dedemin sadece namazdan namaza üzerinden, namaz için kalktığı, sandığının içinde bulunan, dedemin biz çocuklara vermek üzere bulundurduğu akide şekerleri almaya çalışıp, hatta her şeye rağmen dedem tarafından yakalanmış olmama rağmen şekerleri bırakmadan alıp getirdiğimi mi? desem. Dedemin namazı bitti ve yakalandım. Neden namaz erken bitti hala çözemedim. Gerçi olsun. Zamanlamayı iyi yapamamışım, galiba. Yukarı kavaklıkta toprağa yol yapıp, Almanya 'dan gelen otomobilin aynısını elimizi taksi gibi yapıp sürdüğümüzü anlatıyorduk. Büyüyünce böyle güzel bir otomobil edineceğimizi hayallerdik. Ama ben bir otobüsü ev yapıp, üçümüz birlikte gezeriz dünyayı derdim. Kuzu ve at otlatırdık. Gökyüzünde seksen bir yıldız saymadan kuzuları eve getirmezdik. Tabii sonrada evin yolunu zor bulurduk. Büyükler bizi aramaya gelirlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖYKÜ BAHÇESİ#WATTYS2015
HumorÖykülerle anlatabiliriz hayatı. Duygularımızın çeşitliliği yansımalı yüreğimizden geçenlerle dilimizden dökülenlere. Güzel öyküler anlatmalıyız genç yüreklere. Biraz gülümseme biraz umut, biraz hayret kalmalı taze yüzlerde. Bu bahçe öykü bahçesi, ne...