Son derece sakin, sinek uçsa sesi duyulacak kadar sessiz bir odadayız, işte Eren'in odası...
Yaklaşık bir saattir bir yandan odanın duvarlarını incelerken, bir yandan da Eren'in davranışlarını izliyorum.Âdemelması yutkunduğunda yukarı aşağı kımıldanırken, geçtiği yerlerde buğday teni beyaza dönüşüyordu. Uzun kirpiklerinin arasındaki, kehribar rengindeki gözlerinin gece vakti yanan bir mumun tedirgin sarısı kadar yakıcıydı. Gözlerine çok uzakta olmayan dolgun ve düz kaşları, bitimine doğru hafif aşağıya düşüp kavis oluşturmuştu. Burnun ucu, burun deliklerinin içinin görünmesine izin verecek kadar kalkık, tamamen kapatacak kadar da düşük olmayacak şekilde simetrik, küçük ve yüzüne oldukça uyumluydu. Dudakları ne çok kalın ne de çok ince olacak şekilde üst dudağının ortasındaki kıvrımı, oluğuyla birleşiyordu. Pürüzsüz bir cildi vardı, porselen bebek tanımı sanki onun için kullanılmış gibi. Pek fazla geniş olmayan alnı, dalgalı açık kahverengi, dağınık saçlarıyla örtülmüştü. Zamanını spor salonlarında harcayıp vücudunu şekillendirmeye çalışan erkeklerin aksine, Eren doğal abartısız kaslara ve geniş omuzlara sahipti. Oturduğu sandalyenin kenarlarından rahat bir şekilde saldığı bacakları iki tarafında bir kurbağanınki gibi yükseliyordu, kemikli dizleri haki pantolonunun altından sivrilmişti. Parmaklarında tuttuğu ince kurşun kalemle defterin üzerine bastırarak kalemin izini bırakıyor, arada sırada gözkapaklarının kapanmasına izin veriyor ve tekrar yutkunarak yazmaya devam ediyordu. Uykusuz olduğu için arada uyuyor muydu yoksa adapte olabilmek için mi gözlerini kapatıyordu anlamasam da içimden bir sesin bu çocuğun 'deli' olduğunu haykırıyordu.
"Bütün gün yazmaya devam mı edeceksin?" dedim en sonunda attığım ölümcül bakışla.
Tepki vermedi. Tepki vermeyeceğini düşünmeliydim zaten. Bende umut tükenince suratımı düşürdüm ve annemin bana küçükken verdiği minik, kırmızı taşlı bilekliği ellerimle incelemeye başlayınca Eren'den büyük bir 'sabır' çeken nefesini duymamın ardından telefonumdan gelen bildirim sesiyle irkildim. Ben Eren'e öylece bakarken gözüyle pantolonumu işaret etti. Benden hala ne yapmamı istediğini anlamadığımda Eren ikinci bir 'sabır' anlamındaki nefesini verip gözlerini devirerek kendi elinde tuttuğu telefonunu bana doğru salladı."Telefonumu mu alayım?" başını olumlu anlamda salladı. Daha fazla onun sinir bozucu bakışlarına katlanmak istemediğimi fark edince kot pantolonumun cebindeki telefonu çıkararak ekran kilidini kaydırdım ve şifreyi girdikten sonra bildirime baktım. 'Bay Yazar' kişisinden mesaj.
-Daha iyi bir fikrin var mı?
Galiba sabrımı sınıyordu.
Kime: BAY YAZAR
-Sanırım var.Alaycı bakışlarıyla beni süzdü ve bir şeyler yazmaya başladı.
-Nedir?
Suratıma dalga geçmek amaçlı bir sırıtış yerleştirdikten sonra yazdığımı yolladım.
-Konuşmak.
Sırıtmam hala devam ediyordu ancak, verdiği cevap karşısında o mutlu halimden eser kalmadı.
-Benim daha iyi bir fikrim var.
Onun verdiği cevaba özenerek "Nedir?" diye sordum konuşarak. Eren, klavyenin üzerinde öylece duran parmaklarını hareketlendirip bir şeyler yazdı.
-Çabalarının kötü sonuç vermesini istemiyorsan, beni konuşturmaya çalıştırmamalısın.
* * *
"Pat!"
Önümdeki ahşap masanın üzerine sert bir şekilde fincan konulunca, Eren'in odasındaki raflardan birinde seçtiğim roman kitabını okurken istemsizce yere düşürdüm. Sıcak kahve kokusu odaya hâkim olurken başımı, bir elinde kahvesini tutmuş; diğer eliyle de telefonundan mesaj yazmaya çalışan Eren'e çevirdim. Ne ara odadan çıkıp, kahve yapmıştı? Kitaba bu kadar dalmış mıydım?
"Kahve için teşekkürler." Her zamanki gibi tepki vermedi. Masanın üzerine koyduğum telefonum titreyerek yerinde huysuzca kıpırdadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Devamı Gelecek...
Teen Fiction“Ben iki kez doğdum: İlkinde 1995 yılının Eylül ayında, dünyaya gözlerimi masumca ilk kez açtığımda, daha sonra tekrar 2014 yılının Kasım ayında hiç beklemediğim, çocukluğumu kirleten geçmişimi bana unutturabilecek bir telefon geldiğinde.” Bi...