Halit'in yanımda oturmasını önemsememeye çalışıyordum. Ama tum benliği ile burdayım diye bağırıyordu cocuk. Siyaha yakın kahverengi gözleri hocada ciddi bir ifade ile dersi dinliyordu. Dik ve kavisli burnu, sıkıca kapanmis ağzı, hafif dağınık siyah saçlarıyla çekici bir erkekti. Allah sahibine bağışlasın, diye geçirdim içimden. Benim ona baktığımı hissetmiş gibi kafasını çevirdi ve bana ufak bir tebessüm bahşetti.
Ufak bir tebessüm ... Ufak bir tebes... Allahım madem ufak bir tebessümdü de kalbimdeki bandocular ne diye trompetlerini çalıyordu. Kalbim heyecandan çıkacak gibi atıyordu. Hemen kafamı çevirdim hocayı dinlemeye başladım. Yüzümdeki utançtan oluşan kırmızılığı görmesini istemedim. Ay yok vazgeçtim bu hocayı dinlemektense camdan atlamayı tercih ederim. En azından heyecan olur. Aşağıda beni tutan kaslı bir Halit olur. Ay ama ya ... Beynim yine Halite'e çalıştı bundan da vazgeçtim ben. Lazmanca hocamızı dinlemeye koyuldum. Lazmanca ne mi dediniz ? Bizim okula has bir derstir ve hocası tektir. Laz birisi almanca öğretmeni olunca Lazmanca ortaya çıkıyor. 'Uşağum ,Ich bin Banu, diyeceğsun. Ich heibe Banu, da olur. Ha uşağum de artık da. Ismum Banu demek zor mi da ? ' deyince alık alık bakan suratımda bir tebessüm oluştu. Sonra tutamadım kendimi ve hunharca gülmeye başladım. Ben gülünce sınıfta gülmeye başladı. Halit de bize dahil oldu. Bana bakıp gülmesine devam etti. Böyle gözleri kısık, yamuk bir ağızla gözlerime bakarak gülümsedi. Ben de onun gözlerine bakıyordum ki hocamızın sesi duyuldu. Klasik bir hoca gibi ' Uşaklar neye güleysunuz, soyleyun biz de gulelum.' dedi ve sustuk. Sustuk ama gözlerimiz konuşacakken ben hemen gözlerimi çevirdim. Zil çaldı ve ben içimden bir şükür demedim değil yani.
Yine Betül geldi yanıma. Aslı ile Erdem'in çıkmaya başladığını, çok yakıştıklarını benim artık Erdem'i unutmam gerektiğini falan söylüyordu. Bu sırada yanımda oturan Halit elindeki telefon ile Temple Run oynuyor, ben de onu izliyordum. Çaktırmadan tabi ki de... Yoksa Betül'ün ciyaklayarak 'Beni dinlemiyorsun, baştan anlatırım o zaman.' diye söylenmesini bu kulaklar kaldıramazdı. Kulağım Betül'ün anlattıklarında, yüzüm dinliyormuş ifadesi ile ona dönük, gözlerim yandan yandan Halit'in telefonundayken 'Erdem'i unut.' demesi ile Betül'e dikkat kesildim. Halit'in bana anlamsız ifadeyle bakıp, telefonunu cebine attığı gibi sınıftan çıkması bir oldu. Niye böyle yaptığını anlayamadım veya niye öyle baktığını. Biraz 'Kıskançlık mı ?' acaba desem de dedikodu sevmeyen bir tip olduğu kanaatına vardım ve o anda önemsemedim. Çünkü daha önemli sorunlarım vardı. Erdem'i unutmak gibi...
- Ne söylüyorsun sen be. Ne demek Erdem'i unut. Ben onu sevmiyorum. Bırak sevmeyi hoşlanmıyorum bile.
- Ya tabi. Onun için çocuğu görünce gözlerini kaçırıp olay mahallini terk ediyorsun.
Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Yüzümün sinirden renk değiştirdiğini hissedebiliyordum.
- Betül ! Sen diyorsun işte, kaçıyorsun, diye.
- Bırak kızım ya. Akışına bırak her şeyi. Erdem'den kaçabilirsin ama aşktan kaçamazsın. Çocuğa dayanamadığın için kaçtığın doğru ama senin olmadığı için hep bunlar.
Allahım bu kız ne diyor böyle anlamıyor beni ya çıldırtçak şimdi beni. Sanki daha çok sinirlenirmişim gibi. Bir de çok normalmiş gibi konuşuyor, inanmadığı açık bir şekilde 'Hı hııı' diyerek kafa sallıyordu.
- Saçmalamasana Betül. Sen bu dizileri çok izliyorsun. Bırak o dizileri de gerçek dünyaya dön. Erdem konusunu da kapa artık millet yanlış anlayacak. Nefret ettirtme çocuktan durduk yere.
-Nefret ile aşk arasında ince bir çizgi vardır bunu unutma. Sen aşık olduğunun farkında değilsin.
- Dedi çok bilmiş Betül. Ayy tamam. Ben gidiyorum en iyisi bu. Sen senaryolarını başka mecralara taşı ama beni baş karakter yapma olur mu? Erdem ile Aslı da mutlu olsunlar. Ben kimseye aşık değilim ve böyle mutluyum. Görüşürüz tatlım.
diyerek sınıftan çıktım.
Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım. Yüzümdeki kızarıklık gitsin diye yanaklarıma su çarptım. Hemen zil çaldı. Hayır yani tuvalete gitsek sıra olsa yapamadan geri döneceğiz resmen. Bu kadar kısa teneffüs mü olur. Söylenerek sınıfa geldiğimde Halit sıradaydı. Yüzüme bile bakmadan bana yer verdi, ben de köşeye geçtim. Bu çocuk niye atarlandı ki. En azından ayağa kalkıp yer verebilirdi, sadece bacaklarını sola kaydırıp geçmemi bekledi. Bir sorun vardı ama bakalım yakında kokusu çıkardı.
Son iki ders bedendi.Yani şu beden dersi olmasa olmuyor mu gerçekten? Yani ben burada koşup voleybol oynamasam spor yapamıyor muyum dışarıda acaba? Hadi tamam koşmak bir nebze iyi de küçücük odada kızlarla giyinmek. Ayy buna katlanamıyorum işte. Ayakkabı konusunu düşünmek bile istemiyorum. Herkes bir anda çıkarsa o koku varya bizi öldürmeye bile yetebilirdi. Hele giyindikten sonra ki saç işlemi. Zaten odada bir tane ayna var , herkes saçına bakmak için sıraya geçer arkadakiler sürekli daha çabuk, diye bağırırlar... Bana bu oda giyinme odası değilde işkence odası gibi gelirdi.
Sonunda bütün kızlar işlerini bitirdi ve odadan çıktık. Erkekler sıraya geçmişti bile. Bu erkekler nasıl bu kadar çabuk hazırlanabiliyorlar ya. Bakayım bütün erkekler t..am y..a.
Düşünürken bile kekelememin sebebi işte tam karşımda. Halit.. O kaslı vücudunu ortaya çıkaran v yaka siyah tişört altına giydiği lacivert eşofman ve onu diğer erkeklerden ayıran gülümsemesi ile işte orada.Allahım sana geliyorum beeen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seni Yeniden Sevmek
General FictionMasum bir aşkın gün gelip kalpleri nasıl yaraladığına şahit olacağız. Bu aşk lise yıllarında ekilen, kaderin cilvesiyle tomurcuklanan, evlilikle yeşeren bi çınar gibi yüceydi. Ama geçmişin getirdiği hadiselerle kalplerdeki şüphe birleşip bir kıvılc...