|| 2-Müzeyyen'i sevmek, basit yaşayamamaktı

8.9K 601 181
                                    

Herkese merhaba! 

Yeni bölümü çok bekletmeden sizinle paylaşmak istedim. Açıkçası ilk bölüme gösterilen ilgi gerçekten de çok hoşuma gitti. Bu yüzden hepinize tek tek teşekkür etmek istiyorum. Umarım bu bölüm de beklentilerinizi karşılar diyorum ve sizi yeni bölümle başbaşa bırakıyorum.

İyi okumalar!

***

İstanbul, her zamanki gibi nazlı bir edayla uyanıyordu o sabah. Yavaş yavaş ayrılıyordu en derin uykularından. İnsanlar her zamanki gibi tatlı bir koşuşturma içindeydi yine. Ağaçlar, kuşlar, böcekler... Her şey her zamanki gibiydi işte. Yedi tepeli şehrin tüm semtleri ayrı bir güzelliğe şahit oluyordu sabahları. Sokakları saran sıcak simit kokusu ve simitçinin kuşları harekete geçiren sesi... Martılarla oynaşan boğazın dalgaları ve takım elbiseli beyefendilerle siyah beyaz kadınlar... Her şey normaldi yine. Her şey her zamanki gibiydi.

Süreyya, o sabah da erken kalkmıştı. Bu aralar pek uyku tutmuyordu zaten genç adamı. Nedenini ne kendisi biliyordu, ne de erken saatlerde karalamaya başladığı şiirlerinden herhangi biri. Ocağın başında yine hayallere dalmışken ıslık çalan çaydanlığın sesi irkilmesine sebep olmuştu. Sersem, kendine gel, diye fısıldadı kendi kendine. Aklı başında değildi çünkü. Bir karış havadaydı daha doğrusu. Çaydanlığı yavaşça kavrayıp kokuyu içine çekti. En sevdiği fincanını bardakların arasından alıp tezgahın üzerine bıraktı. Beyaz porselenden fincanıyla çayın bir oluşunu izlemeye başladı heyecanla. Bundan hiçbir zaman vazgeçmeyecekti. Sanki çok mühim bir şeymiş gibi dikkatlice davranırdı hep. Alt tarafı bir fincan Süreyya, diyemiyordu kendine. Aslında en sevdiği fincanıydı bu. Beyaz ve porselen... Eline tam oturuyordu. Belki de bu kadar sevmesinin nedeni de buydu.

Fincanı kavrayıp o kadar da küçük olmayan mutfağına bir kez daha kahverengi gözlerini gezdirdi. Her şey olması gerektiği gibi yerli yerindeydi. Zaten kaybolup gideceğini düşünmüyordu ya, bu da başka bir olaydı tabii. Fakat bu özelliği de onun bir parçasıydı artık. Her sabah bunu yapmadan geçemiyordu. Çünkü Süreyya, her davranışıyla diğer adamlardan farklıydı, çok farklı. Sanki ''Ben sevilmek için yaratıldım!'' diye bağırıyordu duruşu. Şiir gibi bir yüreği vardı bir kere. İnce, nazik ve kırılmaya meyilliydi. Gözleri kesinlikle kalbine bağlıydı. Kırıldığı zaman tutamazdı gözlerinden süzülenleri. Çok kızardı bunun için kendine hatta. Fakat buydu işte, Süreyya sadece buydu. Kimse değiştiremez, kimse için değişmez bir yapısı vardı. Veya en azından Adam öyle sanıyordu. Düşünceleri, tavrı ve tutumu... Her şeyin onu oluşturduğunu düşünüyordu. Bunlar değişmemeliydi Süreyya'ya göre. Çünkü bunlar onun ta kendisiydi.

Klasik olan ağır adımlarıyla odasına doğru yöneldi Adam. Süreyya, fazla eşya bulundurmayı sevmezdi evinde. Hele odası, boş denecek kadar az eşyayı barındırıyordu içinde. Bir yatak, aynalı bir masa, sandalye ve bir gardırop. Tabii bir de kışın odanın biraz daha sıcak olması için yere serilmiş sade bir kilim. Evet, sihirli kelime buydu belki de Süreyya için. Sadelik, hayatta en sevdiği şeydi. Gösterişten uzak, abartısız ve caf caflı olmayan. Süreyya'yı tarif eden kelimelerin arasında bunlar da vardı işte. Can Yücel'in bir dizesi sebepti belki de 'az'ı sevmesine. Çok eşyan olmayacak mesela evinde, paldır küldür yürüyebileceksin.

Masanın üzerindeki ciltli defteriyle soyulmuş kurşun kalemini diğer eline aldı Adam. İlham gelmiş gibi hissediyordu bu sabah. Zaten sabahları içtiği bir fincan çay ilhamın ta kendisiydi. Şekersiz bir fincan sıcak çay... Süreyya'nın vazgeçemediği nadir şeylerdendi. Ayrıca farklı olduğunun da bir kanıtıydı bu. Herkes kahveyi severken Adam nefret ederdi o acı şeyden. Farklıydı farklı olmasına lakin bir o kadar da normaldi. Basit bir yaşamı vardı ve zaten basit yaşamayı severdi. Çünkü Süreyya, basit bir adamdı. Sadece duyguları farklıydı. Basit olmayan tek şeydi bu hayatındaki. Ağırdılar, her yüreğin kaldıramayacağı türden. Şiirden anlayan bilirdi ancak bu duyguları. Ancak o nezaketi gösterebilen bir adam kendi duygularını kavrayabilirdi. Ve ancak o zaman bir kadını gerçekten de sevebilirdi. Adam, sevmek için gayet müsait biriydi. Belki de tek eksik olan kalbini ellerinde sürükleyecek olan bir kadındı.

Müzeyyen'i Sevmek #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin