|| 8-Müzeyyen'i sevmek, onarılması güç bir yaraydı

1.7K 143 38
                                    

Herkese merhaba!

Yoğun bir sınav döneminin ardından harika bir bölümle birlikte sizinleyim. Sayımızın günden güne artması beni çok mutlu ediyor, hepinize çok teşekkür ederim...

İyi okumalar! *-*


***


Bir ayrılık şarkısı kadar yalnız hissediyordu kendini Süreyya. Sanki ölüm temalı bir şiirin en göze çarpan dizesiydi artık. Müzeyyen'in sokağından uzağa attığı her adım, Adam'ın kalbine ağır bir pranga vuruyordu. Aslında bunu tarif etmek oldukça zordu genç adam için. Zaten tarif etmeye de pek hali yoktu. Sinsi bir hastalık vücudunu ele geçirmiş, beynini kemiriyordu sanki. İstediği tek şey, hiçbir zaman onu bırakmayacak olan evine gidip gökyüzünle buluşan balkonunda eli halsizlikten masaya düşene kadar şiirler, kitaplar yazmaktı. Ona tek iyi gelen buydu işte. Yazmaktan başka tüm uğraşlar, tüm insanlar gelip geçiyordu. Ne kadar yalan söyleseler de insanların ebediyen kalmayacağını biliyordu artık Süreyya. Canından çok sevdiği Müzeyyen, bunu çok iyi öğretmişti ona.

Müzeyyen, Süreyya'dan gideli çok olmuştu. Günler, haftalar geçmişti. Zaman yavaş yavaş geçmiş olsa da, Süreyya bir türlü geçememişti Müzeyyen'den. Her kalktığında onu beklemeyi, her masaya oturduğunda karşısında Müzeyyen'in çay kaşığıyla oynayıp ses çıkarmasını özlemişti. Sanki biraz sonra kapı açılacak ve zaman eski hızına kavuşup her şey normal akmaya devam edecekti. Fakat olmuyordu. Bazen mutfakta Kadın'ın sarılmasını bekliyordu lakin aniden gelen titremeyle gerçeğe dönüyordu ve Müzeyyen'in gittiğini tekrar kabul etmekten başka seçeneği kalmıyordu.

Adam koskoca iki ay boyunca bunlarla uğraşmıştı işte. Kendi içinde yenmek istemişti bu duyguyu. Oysa nerede görülmüştü ki aşkın yok edilebildiği? Bunu her yapmak istediğinde -intikam alır gibi- daha çok alevlenir, daha sıkı sarardı bu duygu insanı.

Neredeyse evinden hiç bir adım öteye gitmemişti. Arada sırada sahile inmiş fakat hemen ardından tekrar kapanmıştı kendi kabuğuna. Birkaç kez bunu yaptıktan sonra artık sahil de iyi gelmemeye başlamıştı. Sıradanlaşmıştı belki de. Birçok şey ölmüştü bedeninde. Hayattan aldığı zevki de kaybetmişti. Ne kadar tadı vardı ki zaten hayatın?

Duygularını kaleme fısıldayıp defteriyle buluşturmuş, gökyüzü kararana kadar çay içmişti. Güneş arada Adam'ı kavurmuş, bazen birkaç damla yağmur, kirlenmiş duygularını temizlemişti. Rüzgar boş düşüncelerini aklından çekip almış, çok ama çok uzaklara götürmüştü. Fakat hiçbir güç alamamıştı kırmızı gül kadar zarif olan Müzeyyen'i kalbinden. Çocukluk arkadaşı Cahit bile bu sefer Süreyya'nın moralini düzeltmeye yardımcı olamamıştı. Her seferinde yardım eden dostu, şimdi eli kolu bağlı bir şekilde bekliyordu olacakları. Etmediği söz, vermediği tavsiye kalmamıştı. O bile genç adamı hiç böyle görmemişti. Her ziyarete gittiğinde, bu kadında farklı olan ne, deyip duruyordu kendi kendine. Kendisi de bir cevap bulamıyordu işin garibi. Müzeyyen'i bu kadar vazgeçilmez yapanın saçları mı yoksa bakışları mı olduğu arasında hep gidip geliyordu.

Cahit ve Süreyya kendilerini bildi bileli dosttular. Ne zaman tanıştıklarını, nasıl tanıştıklarını hiç merak etmezlerdi. Onlar için önemli olan birbirlerini bulmuş olmalarıydı. Süreyya, çocukluk yıllarında Cahit'le kardeş olmadığını her gece düşünür, bir de bunun için üzülürdü. Fakat kardeş olmadıklarını kimse anlamazdı. Her gün birlikteydiler çünkü. Hatta bazı geceler Süreyya onlarda kalır, bazen ise Cahit, Süreyya'ların evinde kalırdı. Tüm gece yastıklardan yaptıkları kalelerinde oynarlar, bir an bile uyumazlardı. En büyük eğlenceleri ise uyuyup uyumadıklarını kontrol etmek için gelen Süreyya'nın annesini kandırmaktı. Odaya yaklaştığını duyunca yataklarına geçerler, gülmemek için kendilerin zor tutarlardı. Ardından kapıyı çeker çekmez kalkarlardı. Bu günleri hatırladıkça ikisi de çocukluk günlerine dönmek için her şeylerini verebileceklerini düşünürlerdi.

Müzeyyen'i Sevmek #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin