*Dide Pak*
Ben karşımdaki karmaşayı çözmeye çalışırken, dükkan kapısının çanı kulaklarımı doldurdu. Her ikimizin dikkatini çekmeyi başarsa da, torunumuzun gözlerinde korku kıvılcımları görür gibi oldum. Öyle ki; göz yaşlarını gizlemek üzere, gıcırdayan parkeleri umursamaksızın arkaya kaçtı. Koca ayaklarıyla parkelerden bir kaçını kırdığını düşünüyorum.
Kapıya yöneldiğimde karşımda; kestane rengi kısa saçları ve renkli gözleriyle, benim yaşlarımda bir genç duruyordu. Karşımda duran, dükkanın ortaklarından Dide'nin ilk müşterisi.
İlk müşterimin tonton bir nine olmaması beni yıkıma uğrattı. Bu tipleri iyi bilirim. Zavallı, yaşlı anne babalarının hatıralarını çalıp sigara parası çıkarmak umuduyla buraya getirirler. Yoksa bu yaşlarda birinin antikacı dükkanında ne işi olsun ki?
Dolgun olmayan dudaklarıma sahte bir koca gülücük yayarak "Hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?" gibi klişe bir cümle kurdum.
Genç adamın sohbet etmeye pek de gönüllü olduğu söylenemez. Ne büyük tesadüf! Beni sinir eden, umursamaz tavrıyla konuşmaya başladı.
"Sokağın başındaki adam antika olduğunu söyleyerek bir gözlük verdi. Satıp para kazanabileceğimi söyleyip ortadan kayboldu."
Bu benden de deli çıktı. Her ne kadar yaptığı açıklamayı samimi bulmasam da cebine üç beş kuruş atıp başımdan savdım. Sebebi gözlüğün antika olması değil, duyduğum seslere olan ufacık inancım.
"Onu takmayı düşünmüyorsun değil mi?"
Arkamdan gelen sese yüzümü döndüğümde; az önce ağlayan torundan eser kalmamış, ağzında koca bir sırıtışla bay edepsiz duruyordu. Aklımda son duyduğum sesi onun da duyduğu gelince, beyefendi kadar rahat olamadım.
"Neden olmasın? Gayet de şık bir gözlük."
Hiç de tatmin edici olmayan cevabımın üzerine; son duyduğumuz sesi alayla taklit ederek, önüme açıklama fırsatı sundu.
"Gözlüğün büyüsünü, yalnızca gerçek aşkın öpücüğü bozabilir. İlginç."
Eski döşemelerde oyalanan uyuşuk adımlarımla aramızdaki mesafeyi kapattım. Sağ elimin ojesiz parmakları, tehditkar dokunuşlarla onun sol omzunu buldu. Şu an ilgilendiğim şey cidden o ve onun itici kasları değil.
"Herkesin sırları vardır." dedim.
Gözlerini suratımdaki sırıtıştan çekerek, omzundaki lacivert lekelere dikti. Şantajımı algılamış olmalı ki, pes etmiş ifadesiyle asla fethedemeyeceği surlarımdan geri çekildi.
"İşe yaramaz gözlük ve onun yeni sahibiyle ilgilenmiyorum. Başını belaya sokarsan Poyraz'dan yardım isteme."
Tabii ki de ondan yardım istemeyeceğim. Yani, buna gerek kalmamasını umuyorum.
Kulağıma çalınan son kelimelerin üzerine, dükkanın arka kapısını kapattım. Gözlükle baş başa zaman geçirmek için sabırsızlanıyorum.
Rahatlamak için soluduğum havayı ciğerlerimde hissettikten sonra gözlüğü kulaklarıma yerleştirdim. Tabii ki de havada ışıkladırmalar ya da üzerimden boşalan gül yaprakları beklemiyorum. Yine de etrafta olağan dışı bir şeyler olmaması beni yıkıma uğrattı.
İşe yaramaz, lacivert gözlüğü çıkartarak beton duvara fırlattım. Saniyeler geçmeden kafamda çok tuhaf sesler hissettim. Beynimin içindeler sanki. Bunlar insan çığlıkları ve giderek artıyor. Ellerimi kafama sarıyorum, kulaklarımı tıkıyorum; fakat fayda etmiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖZLÜK
FantasyTaş kağıda aşıktı. Çünkü ona bir tek kağıt sarılıyordu. Bu yüzden de önüne çıkan tüm makasları kırıyordu. Onlarınki fantastik bir aşkın hikayesi. Dokunabilmek ile iyileştirmek arasında ince bir araf vardır ya bu öyküde… O arafta evcilik oynayanların...