*Dide Pak*
Benden bu şekilde duygusal bir yakınlaşmayla özür dileyebileceğini sanıyorsa, boşa kürek çekiyor. Hemen kendimi toparlayıp, lacivert çocuğu surlarımdan kovaladım. O da diğerleri gibi, kızlarla erkekliğini tatmin etmeye çalışan pisliğin teki. Üstelik şu anki esiri deli bir kız.
Geri adım atmamın başka bir nedeni ise gözlüğümden gelen tuhaf sinyaller. Bir tür verici edasıyla komutlar veriyor. Görüş alanıma yeşil oklar girdi. Oklar güneybatı yönünü gösteriyor.
Beyefendi ise; karşısında hayali okları takip etmeye çalışan kaçık bir kız görmüş her insan, gibi görünüyor. Ya da bu yakınlaşmayı karşı tarafın arzulamadığını fark eden bir erkek mi demeliyim? Şu an için umursadığım son şey; hayatıma bir anda giren gizemli kişiliği hayal kırıklığına uğratmış olmak. Hayatımdan, girdiği gibi çıkartmak da bana düşüyor.
Gözlerimle sinyale yardımcı olduğumda, oklar gördüğüm yara karşısında kayboldu. Yeşil oklar, gizemli torunumuzun kanlı elinde durunca anlık şokla içimi ürperti doldurdu. Ağzımdan "Elin kanıyor." sözcükleri çıkıverdi.
Cevap vermesini beklemeden, yarasını sıcak avuçlarımın içine aldım. Gözlerini üzerimde hissediyorum. Beni başından savalamak ister gibi bir hali var.
"Bak ne diyeceğim. Git ve beni bu küçük ormancıkta yalnız bırak. Belki kan kaybından ölürüm ve sen de bir gereksizden kurtulursun. Ne dersin?"
O ondan duyduğum en uzun konuşmasını yaparken, benim gözlerim gördükleri karşısında far görmüş tavşana döndüler. Kulaklarımsa gözlerimden duyduklarının etkisiyle onu dinlemiyor.
Ortamın henüz farkına varan şahsiyet, gözlerini bakmakta olduğum kanamasına dikti. Karşımızda, yaralı denemeyecek kadar sağlam bir baş parmak duruyordu artık. Yara birden kayboldu.
Bu mucize karşısında ben şok olmuşken onun surat ifadesinde değişime dair bir kırıntı göremedim. Çünkü o bir mimiksiz.
"Senden korkmalı mıyım?" dedi mimiksiz.
Ona, deli olduğumu öğrendiğinde verdiği tepkiyi iade ettim.
"Hortlaklardan, zombilerden, vampirlerden, cinlerden, perilerden korkulur. Ben hangisiyim?"
Repliğini ezberlemem hoşuna gitmiş olacak ki yüzünde çarpık bir sırıtış belirdi. Henüz bilmediği şeyse, bende fil hafızası olması. O da buna karşılık benim ağzımı kullandı.
"Biliyorum, biliyorum. Herkesin sırları vardır."
Lacivert ağlayan ve paranormal seslerimi duyabilen anormal torun ben değilim. İkimizin elinde de güçlü kozlar var. Fakat nereye oynayacağımız ve rakibimiz hakkında fazla çaylağız.
Parmağının nasıl iyileştiği hakkında bir fikrim yok. Gözlüğü bilinçsizce kullanmış olabilirim. Belki de o uzaylı kendisi yapmıştır.
Gözlükte olağanüstü bir şeyler olduğu kesin. Camdan yapılma bir cisim nasıl olur da kırılmaz? Duvarda oluşan oyuk, bacağımdaki morluklar, duyduğum sesler ve daha bir çok inanılması güç olay; beni bu paradoksun en ücra köşesine davet ediyor.
Konuşmanın bittiğini vurgulamak üzere çıkışa yöneldim. Kulağımı, baykuş seslerinin içerisinden gelen beyimizin sesi doldurdu.
"Bir daha buraya bu saatlerde gelme. Deli bir genç kız için tehlikeli olabilir. İhtiyardan kalma bir dükkanla tek başıma uğraşmak istemem."
Beni düşündüğünü sanıp sevinç gözyaşları dökebilirdim. Son cümleyi duymasaydım... Arkama dönme tenezzülünde bulunmadan huzurlu bir uyku çekmek üzere yatağıma giden toprak yola attım kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖZLÜK
FantasyTaş kağıda aşıktı. Çünkü ona bir tek kağıt sarılıyordu. Bu yüzden de önüne çıkan tüm makasları kırıyordu. Onlarınki fantastik bir aşkın hikayesi. Dokunabilmek ile iyileştirmek arasında ince bir araf vardır ya bu öyküde… O arafta evcilik oynayanların...