1. Bölüm - Nereden başlamalı?

154 8 2
                                    

Mirel... Acı, acıların denizi.

İçimde kurduğum kocaman dünyada, adımdan uzak en güzel mutlulukları hayal ederek geçiriyorum her günümü. Adımın bana layık gördüğü denizde boğulurken birden sıyrılıveriyorum acılardan. Umursamıyorum hayatı derken herkes gibi yastığa başını koyunca gerçeklik buluyor işin aslı.

En mükemmel yaşlardan biri olarak nitelendirilen 19 yaşımdayım. Güneş vurdukça sararıp parlayan kumral saçlarım, rengini hala çözemediğim; hem yeşili hem maviyi esir almış gözlerim var. Ormanın kıyısında dalgalarla hırçınlaşan yalnız deniz gibi.

Kandırılmanın verdiği acıyla uyuşan ruhum, bedenim ve gözlerim yataktan kalkmak istemiyor, o şereften yoksun kalmış kendini iddia programında zanneden, eskiciye verip üstüne para bile versen almayacak eski sevgilim Koray'ın üzerimden iddiaya girerek, hayatımdan çaldığı 4 ayın verdiği çaresizliğe teslim edip kapatmıştım gözlerimi. Hayatımın gençlik dizilerindeki gibi hareketli olmasına sevinirken birden kalp gözü dizilerine döneceğini geçirdim içimden. 'Eden bulur' temalı sahneler beynimde canlanırken aptal aptal gülümsediğimi Aysun'un "Yemin ederim bu kız kafayı yedi, birde tadından memnun kalmış gibi hoşnut hoşnut sırıtıyor" demesiyle daha da fazla sırıtarak yatağımda doğruldum.

-"Tuzu eksik, az da karabiber olsa fena olmazmış"

+ "Ben dedim kafayı yedi bu diye inanmadınız bak ne oldu şimdi?"

-"Aysun sabah sabah Allah aşkına fenomen videolara bağlama" dedim tekrar suratımı asarak.

Aysun 6 yaşımda terkedildiğim yetimhanede ki ilk arkadaşım, beni benden iyi tanıyan, her hatamda diğerleri gibi bırakıp gitmek yerine kendi hatasıymış gibi düzeltip toparlamaya çalışan, can yoldaşım. Aile kelimesini kullanmaktan nefret eden iki kızdık Aysun ve ben. Sanki dünyaya kendiliğimizden gelmişiz gibi yaşardık hayatımızı. O 4 harfli kelimeyi çıkarmıştık hayatımızdan. Reşit olana kadar sevgiden yoksun terkedilmiş çocuklarla geçirdik senelerimizi. Kimi kendini yurdun Polat Alemdar'ı zanneder önüne gelene cüssesinin el verdiği kadar ahkâm keser, kimi Aysun' la ben gibi köşesine çekilir özgürlüğünü beklerdi sakince.

Reşit olduğumuzda onda kalmak için söz verdiğimiz, bir gün yolda yürürken sırf eşyalarını taşımaya yardım ettik diye bizi evladıymış gibi sahiplenen, tonton Dilruba teyzede kalacaktık. Kapısının bize her zaman için açık olduğunu söyleyen, o her yerinden güven ve şefkat akan Dilruba sultanın yanına gittik o dikenli tellerden kurtulup. Aysun'la üniversite tercihlerimizi beraber yaptık, orta sayılabilecek puanlarla sonunda Uludağ Üniversitesi- Edebiyat bölümünü kazanmıştık ikimizde. Okul başlayana kadar kıyafet mağazalarında sabahtan akşama kadar çalışıp, devlet bursunun yanında bize bir süre daha yetecek kadar para topladık. Dilruba teyzenin Bursa'da ki akrabalarının ayarladığı şirin mi şirin kirası bizi zorlamayacak 2 odalı dairemizde yaşayacaktık bundan sonra. Hem de ne yaşamak...

Aysun'un üstüme çıkıp yastıkla bana vurmasıyla ona kötü kötü bakarak gözlerimi devirdim. "Canım arkadaşım hemen de nasıl anlıyor kızdığımı" diyerek imalı bir gönderme yaptıktan sonra "Ben senin bu hallerine hiç alışık değilim Mirel' cim hadi kalk daha intikam hazırlıklarına başlayacağız, işimiz çok." deyince sorar gibi ona baktım. Dediğinden bir şey anlamadığımı fark edince "Koray'ın yaptığını diyorum, yanına mı diyorum, bırakacaksın diyorum" diye anlamamı sağlayacak bir cümle kurdu.

İntikam konusunda genel olarak herkesin düşündüğünden farklı düşüncelerim vardı. Bana göre intikam almak güçsüz insanların yapacağı şeydi. Çünkü güçlü insanlar her ne olursa olsun, ne yaşarlarsa yaşasın ayakta durabilirlerdi. Bende öyleydim. Çoğu şeyle yorulmadan savaşıp, direnirdim. Tabi ki her seferinde hep yanımda olan Aysun'un "Diren Mirel" temalı destekleriyle üstesinden gelirdim zorlukların. O yüzden intikam kısmını ahirete bırakıp 'aman bana ne ya ne hali varsa görsün'tarzında yaşayanlardandım. Ta ki canım böylesine acıyana kadar. O zaman anladım asıl güçlü insanlar intikam alır. Sana çektirdikleri acıların her saniyesi için daha da hırslanırsın. Gizli gizli gözünün pınarından akan yaşlar için, dizlerinin üstüne çöküp başını önüne eğdiğinde yanaklarına değmeden dökülen gözyaşların, gözlerini yaktığı için hırslanırsın. Sabah uyandığında yastığı sanki gece yağmurun altında bırakmışsın hissi veren ıslaklık daha da hırslandırır. Fazla merhameti olanlar, güçsüzler ya da kendine güvenmeyen, güçsüz olduğunu sanan insanlar uğraşmazlar intikam almakla. Hâlbuki intikam aldığında hissedersin güçlü olduğunu. Beni yenemedi dersin kendi kendine. Bana çektirdiği acının altında kalıp boğulmadım, onu boğdum ve ben nefes almaya devam ediyorum diyerek daha da fazla güvenirsin kendine.

"Mirel kendi kendine düşünmeyi bırak da beraber bir şeyler düşünelim he kuzum?" diyen Aysun'a boş boş baktığımı fark edince beynimde ki düşünceleri fırlatmak istermişçesine kafamı hafifçe sağa sola salladım. "Evet, sevgili izleyenler bugün ki konumuz 'Aysun' un intikam alma taktikleri" diyerek az da olsa iyi olduğumu belli etmek istedim ona. "I-ıh olmamış, böyle bir cümle sanmıyorum yani benim espri hazneme yetebileceğini" deyince espri yapmadığımı belli etmek için yüzümü ekşitip başımı aşağı yukarı salladım. Birden ciddileşip karşıma geçerek yatakta bağdaş kurdu. Anne şefkatini aratmayacak bir hisle elimi iki elinin arasına aldı sanki destek olmak istermişçesine. Dudağından kelimeler dökülmeye başlayınca içimde ki acının ve öfkenin artmasıyla onu daha dikkatli dinlemeye başladım.

"Şimdi konuya en başından başlıyoruz. Koray ve onun karaktersiz arkadaşları Yavuz, Mert ve Yiğit'i okulun ikinci haftalarında falan, çay bahçesinde tanıdık. Biz muhabbet ederken onlar gözlerini dikmiş bizi seyredip gülüyorlardı. Sende gıcık olup elinde ki bardakla bir yere gidermiş gibi masalarının yanlarından geçerken bardağın içindeki sodayı ne hikmetse ayağın takılarak Yiğit'in üstüne dökmüştün. O da sana sırıtıp "Ziyanı yok 'sa'karlar ülkesinin kraliçesi sen bana yenisini alırsın, bende senin üstüne bir şey dökerim ödeşmiş oluruz" demişti sakarlar kelimesini vurgulayarak. Sen sinirli sinirli bakmaya devam ederken de o Koray orangutanı yılışmaya başlamıştı ve maalesef tanışmak zorunda kalmıştık." Diyerek konuşmaya devam ettiğinde beynimle birlikte duyu organlarımda oradan uzaklaşarak o güne gitti.

Sürekli bize bakarak konuşan guruba beni sinir ettikleri için çocukça bir sakarlıkla aklımca bende onları sinir etmek istedim. ' Aman zaten birine kafayı takmayayım, içimde ki Barbie birden çarpılıp çirkin cadılara dönüyor, çirkin hareketler yapmakta sınır tanımıyorum' diye geçirdim aklımdan. Yiğit'in pişkin pişkin sırıtıp konuşmasına daha da sinirlenirken Koray'ın sanki ortamı yumuşatmak istermişçesine konuşmaya çalışması ilgimi çekmişti.'Hayır, benim ilgim de sanırsın mıknatıs, nerde demirden yapılmış sağlam kazık var gider onları çeker.' diye diye sinirlendim kendime, düşünürken. Ne olduysa o ilgim yüzünden olmuştu 'Eh, biraz da Koray'ın yakışıklılığı etkili olmadı değil hani' diyen iç sesime kızarak, hala nasıl böyle bir şey düşünebildiğim için iç sesimin bağlantı kablolarını oradan söküp aklıma monte ettim. Koray'ın yaptığı kabul edilebilir bir şey değildi. Konuşmaya başladığımız zamanlarda onun bana karşı bu kadar kısa sürede gelişen ilgisine anlam veremiyorken, bunun bir iddia uğruna harcadığı çaba, yoğun ilgi gösterileri olduğu aklımın ucundan teğet bile geçmemişti. Zamanla ona karşı hissettiğim sevginin dostça olmadığı aklımı kemirdi günlerce.

Belki de Koray'ın bana karşı gösterdiği yoğun fakat sahte ilgi ihtiyacım olan tek şeydi o sıralar. O yüzden kapılıp gitmiştim sahtekârlığın en alasına.

Aysun'la kurduğumuz planları iyice aklıma kazıdıktan sonra hava almak için dışarı çıkmaya karar verdim. Finalleri bitirip 2. yarı yıla girmek üzere olduğumuzdan kafa tatili yapıyorduk çoğumuz. Şubat ayının ilk haftasındaydık. Hava yumuşak olduğu için kot pantolonum, yarım botlarım, krem rengi ince kazağım, üstüne siyah deri ceketimi alıp rastgele bir kombin yapıp kapıya yöneldim.

"Aysun, ben biraz hava almaya çıkıyorum" diye bağırdım kapının hemen arkasından. Sıcak evi bırakıp gelmeyeceğini bildiğim için teklif bile etmemiştim benimle gelmesini. 'Vinka işte soğukta ne işi var' dedim içimden.

"Tamam, gelirken bir pakette bana al" deyince duraksayıp "Ne alayım?" diye seslenince attığı kahkahadan ona da bir kutu hava almam gerektiğini anladım. "Çok komiksin keşke ölsen" deyip kendi kendime gülümseyip evden çıktım. Havanın sıcak olmasına sinirlenmiş gibi soğuğu iğne gibi yüzüme batıran rüzgâra karşı yürüdüm uzunca. Biraz dinlenmek için ucuz ama şirin bir kafe olan Vinka' ya doğru ilerledim. Sıcak havalarda renk renk çiçeklerle cıvıldarmış burası. Vinka; yazı seven, yaz aylarında rengârenk açan minik çiçeklerin adıydı. Soğuğu sevmediğini bildiğim için duyduğumda Aysun'a benzetmiştim onu. Halil abi elinde polarla oturduğum masaya doğru geldiğinde, gülümsemesi elindeki polardan daha da çok ısıtmıştı içimi. Buraya geldiğimizde Aysun'la keşfettiğimiz ilk kafeydi. O gün bugündür çok nadir gideriz başka yere.

Canım sıkkın olduğu zamanlarda sanki senelerdir içiyormuşum gibi peş peşe sigara yakardım. Bir duman çekip bir öksürüp beceremesem bile içerdim. Çantamda önceki can sıkıntısından kalan yarım pakete yakın olan sigarayı çıkardım. Ardından çantamın içinde çakmak aramaya başladım fakat her zaman kullanmadığım için bulamamıştım. Halil abiden çakmak istemek için kafamı çevirdiğimde elinde çakmakla başucumda dikilen bir çift deniz gözle buluştu gözlerim. Beni Koray'ın arabasının anahtarını almak için iddia konusu yapan Yiğit.

Aşina YüzlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin