Yiğit'in anlamsız sorularına aldırış etmeden içinde bulunduğum manzaranın tadını çıkarmaya çalıştım. Kendince aklımı karıştırarak kendine eğlence çıkarmaya çalışıyordu. Aslında başarmış da sayılabilirdi. Aklımda sürekli aynı sorular beliriyordu; 'Kimdi onlar? Kimden kaçıyoruz? Niye saklanıyoruz? Neden kim olduklarını bilmemem gerekiyor? Niye saklanmak için başka bir şey denemek yerine iç içe geçmişcesine sarıldı? Niye karşı koymadım? '.
Maviyle yeşilin karışımından oluşan o sonsuz rengi izlerken bunları düşünmek hiç iç açıcı değildi. Gerçekten bu soruların cevabını ciddi bir şekilde daha sakin bir zamanda ondan tek tek öğrenecektim. Şuan yapmam gereken sonsuzluğu izleyerek mutlu olmak fakat asla sonsuz olamayacağımıza üzülmekti. Yiğit bana yaklaşarak elini cebime uzattı. Ne yaptığını sorgularcasına bakıp hafifçe irkildiğimde "Sigaram cebinde" dedi gözleriyle hırkasını işaret ederek. Üstümdeki hırkanın Yiğit'in olduğu aklıma geldiğinde hem hırkasını hem sigarasını vermek için çıkarmaya yeltendim.
"Kalsın" dediğinde onunla laf dalaşına girmemek için çıkardığım kolu tekrar giydim. Yiğit yanıma gelip oturduğunda kafamı çevirdim ve karşımdaki sonsuzluğun renginde olan gözleriyle karşılaştım. Boğuluyordum sanki. Anlam veremediğim, nedeni bilmediğim bu güzellik beni benden alıp aklımla kalbimi bambaşka bir yere götürüyordu. Kafam karışıktı. Duygularım bana ait değil, içimde ki hırs tanıdığım ruhun eseri değildi.
Koray'ın Yiğit'le beraber üzerime iddiaya girmesi, olayların böyle patlaklar vermesi, Yiğit'in görmemem gerektiğini söyleyip saklandığımız adamlar, yakın davranışları... Her şey sanki hayal dünyamın bana kurguladığı ufak çaplı bir senaryoydu.
Ben aklımı kurcalayan düşüncelere dalıp giderken, Yiğit baktığım tarafa doğru yürüdü ve karşıma geçti. Suratımı iğrenç bir şekle soktuğumun farkında olarak "Çekilir misin, manzara yerine seni izlemekle zamanımı kaybetmek istemiyorum" diye çirkef bir cümle kurdum. "Olur, tabi" dedi ve yere çömelerek ellerini dizlerime koyarak destek aldı. Gözlerimi suratına doğru diktiğimde o nefret edilecek kadar çekici gülümsemesini, şeftali tonunun en güzel yansıması olan dudaklarına yerleştirdi.
"Beni değil manzarayı izleyeceksin deli kız " dedi gülümsemeye devam ederek. Bir ara ağzımı açıp yine saçma sapan söylenecektim ki içimden istemsizce dudağımın kenarını kıvırıp hafif tebessüm etmek geldi.
"Haklısın" dediğimde Yiğit'in yüzünde ki gülümsemeye birde şaşkınlık eklenince onun bu haline biraz daha gülüp gözlerimi denize doğru çevirdim. Denizi izlerken Yiğit'in suratının aldığı şekil zihnimde seneler öncesinden kalmış olan o yetimhane arkadaşlarımın yüzüne dönüştü. Birbirine şaka yapanlar, kavga edenler, gülenler...
Yiğit'in o hiç anlaşamadığım ama hiçte ayrılamadığım uyuz oğlan Efe'ye olan benzerliği belki o günlere götüren şeydi beni. Aslında bir ara o olma ihtimali aklımdan geçse de hem ismi hem ailesi hem de çenesinin yan tarafında ben olmaması bu ihtimalimi tamamıyla yok sayıyordu.
"İzmirli misin sen?" diyen Yiğit'in düşüncelerimi dağıtmasıyla hala elleri dizlerimde yere çömelmiş bir şekilde durduğunu fark ettim. "Bilmem" dedim gözlerimi ondan kaçırarak. Çok olmasa da hafif şaşırmış şekilde " Nasıl bilmem?" diye karşılık verdi. "Kimliğimde öyle yazıyor, oralıyımdır herhalde" dediğimde biraz düşünüp "Sahi ailen falan?" dedi meraklı bir şekilde.
" 3 sesli ve 1 sessiz harften oluşan o kelimeyi bir daha benim yanımda kullanmazsan emin ol daha iyi anlaşabiliriz Yiğit" dedim hafif sesimi yükselterek. "Hakkında hiçbir şey bilmiyorum farkında mısın? " diyerek gözlerine bakmamı sağladı. "Bilmen de gerekmez bence, öyle değil mi?" diyerek sorusuna karşılık verdim.
"Kendini neden bu kadar insanlara kapatıyorsun?" diye sormasıyla kim olduğumu, nereden geldiğimi öğrenmeden bırakmayacağını anladım. "Açmam için sebep?" diye sorduğumda "Nereye kadar kendi iç dünyanda kendi kendine yaşayabileceksin? Hiç mi sıkılmayacaksın, hayatında içini dökebileceğin tek insan Aysun mu olacak, sana sadece doğru çözümü o mu gösterecek, hayat yalnız kalmak için çok kısa ve kalabalık değil mi sence de Mirel?" diyen Yiğit'i gözlerimden akmak için harekete geçen yaşlarımla savaşarak dinledim. Düşününce haksız sayılmazdı aslında. Aysun hep yanımda olmayacaktı ki. O da birini sevecek, evlenecek belki de başka şehre gidecekti ki zaten bu en doğal hakkıydı.
"Peki, sence hayat birilerine güvenmek, inanmak, ona kendini anlatmaya çalışmak, seni anlayan ruh eşlerini bulmak için de çok kısa değil mi Yiğit? " dedim tebessüm ederek. "Evet, kısa. Ama bir o kadar da kalabalık. Bence seni anlayacak o insanlar fazla uzakta olamazlar. Belki bir sokağın başında belki karşında?" diyerek göz kırptı. Bu çocuğun küstahlığı gerçekten bazen sinir hücrelerimi fazla zorluyordu.
Aslında onunla iyi geçinmem gerekiyordu. Belki ufak tefek kendimle ilgili şeyler anlatsam daha yakın olabilirdik ve planımız daha sağlıklı işleyebilirdi. Fakat tüm bunlardan önce bugün neden saklandığımızı, saklandığımız adamların kim olduğunu ve en önemlisi gözlerinde denizi taşıyan bu adamın, beni tanıdık hatıralara götüren Yiğit Karaer' in kim olduğunu öğrenmek.
'Yiğit Karaer... Kimsin sen?'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşina Yüzler
ChickLitAlev alan denizin ortasında, su dolu bir teknedeyim. Ya yanacağım ya boğulacağım.