Bölüm 3: "Sana söz veriyorum."

113 10 4
                                    

Bölüm parçası; Imagine Dragons - Battle Cry

Medya; Adrienne'in kıyafetleri

Bilgi 1; Önceki bölümde olan Robert Shine karakterini Jon Kortajarena canlandırıyor.

-

"...sayın yolcularımız, yetmiş dört dakika süren yolculuğumuz burada bitmiş bulunmaktadır. Bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz. New York'a hoş geldiniz," İnce sesli hostesin sesi hoparlörlerden kulaklarıma ulaştığında başımı camdan sağ yanımda duran Rudy'e çevirdim. Bana bakmak yerine gayet sakin hareketlerle yerinde doğruldu ve telefonunu pantolonunun cebine yerleştirdi. Kolundaki kahverengi saatini şık bir hareketle düzelttikten sonra ayağa kalktı ve en nihayetinde bana bakma zahmetinde bulundu.

"Gelmiyor musun?"

"Pek gelmek istemiyorum doğrusu," dedim ayağa kalkarken. Yetmiş dört dakikadır bağdaş kurarak oturduğum için bacaklarım kan akışlarına tekrardan kavuştuklarında karıncalanma hissi yavaş yavaş gelmeye başlamıştı.

Bu durumdan nefret ediyordum.

Belime bağladığım gri gömleğimi kollarından biraz daha sıkarak çıkışa doğru ilerledim. Güler yüzlü hostes herkese iyi günler derken samimi olabildiğini düşündüğüm gülümsememden yolladım. Rudy merdivenlerden seri hareketlerle indi ve aynı serilikte telefonunu kulağına götürdü. Çok beklemeden konuşmaya başladı. Yüzüne aniden oturttuğu gülümseme oldukça samimiydi.

"Hey, Ian! Nasılsın dostum?" Birkaç saniye gülümseyerek bekledi ve bana başıyla gelmemi işaret eden bir hareket sergiledi. Kollarımı önümde birleştirerek en yavaş adımlarımla onu takip ettim.

Günlerden salıydı ve saat öğlen on ikiyi yedi geçiyordu.

Bugün kırk ikinci gündü.

Rudy'nin bana gerçek bir abi nasihati verdiği günün akşamı onu Orion'a "Sadece biraz moral konuşmasına ihtiyacı vardı," derken duymuştum. Bunu duymak zaten hiç kaybolmayan ve her an patlayabilecek olan volkanik öfkemi daha da coşturmuştu ve kendimi kapıma en sevdiğim bardağımı atarken bulmuştum. Ardından da eklediğim "Adiler!" bağırışım umuyorum ki Orion'u daha da deli etmişti.

O günün ardından geçen iki günü bana ulaşmaya çalışan arkadaşlarımı telefonla sürekli reddederek geçiştirmiştim ama inatçı ruhları sayesinde toplu mesaj grubu açıp bildirim sesleriyle kafayı sıyırmama neden olmuştu; bende çareyi zaten pek kullanmadığım telefonumu kapatarak bulmuştum.

Onlara bu sabah attığım "Kaydımı New York Üniversitesi'ne aldırdım." temalı mesajım ile daha da çıldırttığımı biliyordum. Özellikle Ashley ve Anthony eminim ki kafayı sıyırmışlardı.

"Evet, John F. Kennedy Havaalanı'ndayız. Süpersin," Rudy aşırı havalı hareketleriyle telefonunu yine pantolonunun cebine yerleştirdiğinde yanımdan geçen iki kızın ona ağızları sulanarak baktığını gördüm.

Tanrı'm delirmişler miydi?

Rudy durdu ve bana baktı. "Gelmiyor musun?"

"Bunu ikinci söyleyişin. Ne o, bunuyor musun yoksa?"

Kahverengi deri saatimi bileğimi garip hareketlerle çevirerek düzelttiğimde saate baktım. On ikiyi dokuz geçiyordu.

Mavi kot şortumun cebinden telefonumu çıkartıp gelen bildirimlere baktım. Kırk yedi cevapsız arama, yüz seksen altı mesaj, on beş cevapsız görüntülü arama sohbeti dışında bir şey yoktu. Telefon tekrar cebime girerken havaalanının içine girdik ve bavullarımızı almak için Rudy'i takip etmek zorunda kaldım. Bu sırada peşimizden gelen iki kız sürekli Rudy'i salyalarını hissettiğim gözlerle takip ediyorlardı.

MafyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin