Herkes uyandığında saat iki filan olmalıydı. Yorgunluk herkesi çok feci çarpmıştı ve herkes herkesin halinden anladığı için kimse kimseyi uyandırmamıştı. Herkes uyandıktan sonra, bizi gemiye bindiren adamın bahsettiği 'günde tek öğün yemeği' nerede bulabileceğimizi düşünmeye başlamıştık. Günde tek öğünle nasıl hayatta kalacağımıza dair en ufak bir fikrimiz yoktu ama yine de idare etmek zorundaydık. Gerçi itiraf etmeliyim, adamın bize bahsettiğinden çok daha kötü şartlardaydık. Ve buna idare etmek gerçekten zordu.
"Gerçekten, kelimenin tam anlamyla, açlıktan ölmekteyim şuan." dedi Claudia.
"Bence içimizden bir kaç kişi gidip yemek istemeli." dedi George. "Biz istemediğimiz sürece vereceklerini sanmıyorum."
"Aynı fikirdeyim dostum." dedi Leo. "Fred, sen ve ben gidip bakalım. Diğerleri de burada kalsın. Nerede olursak olalım güvende olduğumuzu sanmıyorum. Bu yüzden üç üç takılmalıyız."
"Evet üç üç takılmalıyız" dedim. "ama iki büyücümüz olduğuna göre iki grupta da birer tane olması daha mantıklı. Bir grubu tamamen ölümlü ve muggle olarak bırakamayız."
"Sana katılıyorum." dedi Daisy. Korku ve endişeli bir surat ifadesiyle başını evet anlamında sallıyordu.
"O halde Lucy, Leo ve George yemek bakmaya gitsin." dedi Fred sonra da sırıtmaya başladı. "Ve bende diğer iki kızla birlikte burada kalayım."
Claudia gözlerini devirdi ama Daisy kızardı. Tanrım, Daisy..."Harika fikir, Fred." dedim ve çantamı sırtıma geçirdim. "Hadi kaldırın kıçlarınızı da gidip yemek bulalım."
Böylece gemi içindeki küçük yolculuğumuza başlamış bulunduk.
Gemi kesinlikle, kazan dairesinden çok daha karmaşıktı. Nereye gideceğimizi veya kiminle konuşacağımızı bilmiyorduk. Kaybolabileceğimizi bilerek öylece yürüyorduk.Her yerde kırmızı, lacivert ve sarı renklerde büyük, çelik kutular vardı. Üstlerinde de nereye gittiklerine ve ne olduklarına dair bilgiler yazıyordu. Gidip belki işimize yarayacak bir şeyler olur diye okumaya çalıştım. Çok karmaşık ve şaçma şeyler yazıyordu. Anladığım kadarıyla içinde antik eşyalar, antik silahlar, antik kılıçlar taşıyan bir kutuydu. Gidip bir başka kutuyu da okudum. Orada da aynı karmaşık şeyler yazıyordu. Çok dikkate alınacak şeyler olduğunu sanmıyordum. George ve Leo'ya yetiştim ve yürümeye devam ettik.
"Önemli bir bilgi okudun mu?" dedi Leo.
"Hayır, sanırım Mısır'daki bir müzeye götürülen antik şeylerle dolu kutular olan bir gemideyiz."
"Hangi müze olduğu yazıyor mu?" dedi George.
"Hayır, bunu ben tahmin ettim. Yani, bu kadar antik şey başka nereye gidiyor olabilir ki?"
"Haklısın." dedi Leo sonra da birisini gördü ve ona doğru koşmaya başladı."Pardon! Bakar mısınız?
Şey, bizi buraya John adında bir gemici bindirdi ve bize günde bir öğün yemek verileceğini söyledi. Kazan dairesinde uyuyoruz ve buraya geleli tam bir gün oldu. Ama hala yemek verilmedi."
"Sizi buraya ben sokmadım evlat. Gidin kendi başınızın çaresine kendiniz bakın. Yapılacak daha önemli işlerimiz var." dedi adam ve telaşla koşmaya başladı.
"Bir dakika lütfen!" diye bağırdım arkasından. Dönüp sinirli sinirli bana baktı. "Ne gibi önemli işler acaba?" Ben bunu dedikten hemen sonra gemi de alarmlar çalmaya ve kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başladı. Adam bana döndü ve
"Bunum gibi ciddi önemli şeyler." dedi. Sonra da koşmaya devam etti. George asasını çıkardı, Leo alet kemerinden vurma yeri sivri çivilerle dolu bronz bir çekiç çıkardı ve ben de yumruklarımı kaldırdım. Ne? Elimde hiçbir şey yoktu.Odaya geri koşmaya başladık ama arkamızdan gelen bir adam çığlığı sonucu durup bakmak zorunda kaldık. Adam yerde kan içinde yatıyordu. Ve üstünde otelde gördüğüm yaratığın aynısı vardı. Kesinlikle iğrençti ve... Bekle bir dakika! Bu yaratıkları biliyordum. Aman Tanrım. Bunlar Labirent serisinden, kesinlikle hastalığın son devresinde olan delilerdi.
"Aman Tanrım, bu da ne?" dedi Fred.
"Bunlar deliler." dedi Leo. " Alev Deneyleri'nden."
"O da ne?"
"Kitap dostum, kitap."
"Ben hiç muggle kitapları okumadım. Üstüme gelmeyin."
"Tamam, çocuklar." dedim. "Onun dikkatini çekmeden hemen geri dönmeliyiz."Hepimiz yavaş ve geri adımlar atarak geri gitmeye çalışıyorduk. Sonra döndük ve tam koşacağımız sırada arkamızdan bir kaç çığlık daha geldi.
Bizi görmüştü. Hayır, hayır... Görmüşlerdi.
Aynı anda altı tanesi birden bize doğru koşmaya başladı. Normalde kaçardım ama George ve Leo onlara doğru koşmaya başladılar. Leo kafalarını çekiçle ezip ateş fırlatıyordu ve George'da onları sersemletiyordu.
Bense öylece dikilmiş olanları izliyordum. Onlar öldürdükçe ses çıkıyordu ve ses çıktıkça daha fazlası geliyordu.
Bir şey yapmak ve onlara yardım etmek zorundaydım ama Elimde hiç silah yoktu. Keskin bir şey de yoktu. Elimde hiçbir şey yok- bekle bir dakika. Elimde kesinlikle keskin bir şey vardı. Yük kutuları, antik eşyalar, antik kılıçlar.Hemen gittim ve kutunun kapısını açmaya çalıştım. Açılmadı çünkü üstünde kilit vardı.
"Leo!" dedim. "Buraya bir el atman lazım."
"Sorun ne?"
"Kapıyı açamıyorum, üstünde kilit var."
"Ne kapısı?"
"Sadece gel ve aç şunu!" diye bağırdım ve salaklığıma teşekkürler, delilerden biri Leo'nun dikkatini dağıttığım için onun üstüne atladı. Diğerleri de benim de orada olduğumu fark ederek bana doğru koşmaya başladılar.
"Lucy, kilidin önünden çekil!" diye bağırdı George. Dediğini kendimi bile şaşırtacak bir hızda yaptım. "Alohamora!"
Kilit açıldı ve içeri yine çok hızlı bir şekilde girdim. Deliler de içeri girdiler ve bir tanesinin üstüme atlamasıyla yere düşmem bir oldu. Üstüne düştüğüm sivri şeyin ne olduğuna aldırış etmeden altımdan çektim ve hastalıklı insanın kafasını uçurdum.
Sonra ayağa kalktım ve diğer bir kaç tanesinin de kafasını uçurdum.
Çok fazlası içeri giriyordu. Hepsinin kafasını uçuramazdım.
Bekledim...
Bekledim...Neredeyse hepsi içeri girdikten sonra üstlerinden atladım ve dışarı çıktım. Çıkar çıkmaz arkamı döndüm ve kapıyı kapattığım gibi kilitledim. Dışarıda üç tane kalmıştı. Onları da George sersemlettikten sonra Leo çekiçle kafalarını ezdi.
"Isırılan ya da tırnaklanan yok değil mi?" dedim, kan ter içinde.
Hepimiz üstümüzü başımızı kontrol ettikten ve sağlıklı olduğumuzu anladıktan sonra kazan dairesine doğru koşmaya başladık.
Zaten çok ilerlemediğimiz için daireye vardık. Ve kapıyı açmaya çalıştık. Kilitliydi.
Yumruklamaya başladık ve kapıyı açan yine Daisy oldu.
"Aman Tanrım! Yine ne oldu?!"
Kendimizi içeri atar atmaz Daisy'ye kapıyı kilitlemesini söyledim.
Hepsi yüzlerinde büyük bir şok ve korku ifadesiyle bize bakıyordu.
Gerçekten de korkunç görünüyorduk. Terden dolayı sırılsıklam ve hastalıklıların üstümüze sıçrayan kanı yüzünden kırmızıydık.Daire şeklinde oturduk ve olanları onlara anlatmaya başladık.
"Aman Tanrım." dedi Claudia. "Sizce hepsini ortadan kaldırdınız mı?"
"Hiçbir fikrimiz yok." dedi George.
"Sizce bu gemiye nereden geldiler?" dedim. "Üstelik hastalığın son devresindeydiler. O kadar uzun süredir gemideler miydi?"
"Sanmıyorum." dedi Daisy. "Sanki onları buraya biri getirmiş gibi geliyor. Sizce böyle bir şey olabilir mi?"
"Ama bu çok saçma." dedi Leo. "Biri neden böyle bir şey yapsın ki?"
"Durun bir dakika. Daisy dediğin şey mantıklı." dedim ve herkesin suratına tek tek bakmaya başladım. "Kitaplar gerçek olmadan önce herkes şuanki durumdan daha az karmaşık ve daha az kanlı, şiddetli, bir şekilde yaşıyordu. Öyle değil mi? Yaratıklar öyle her yerden, her zaman çıkmıyorlardı."
"Ama kitaplar gerçekleştiğinden beri herkes eskiden olduğundan iki kat daha çok tehlikede." dedi Claudia. "Sanki birisi bunu planlamış gibi."
"Aman Tanrılarım. Böyle bir şey olabilir mi?" dedi Leo. "Her türlü dünyadan, her türlü yaratığı, her türlü kötülüğü kontrol etmekte olan birisi olabilir mi?"
"Eğer böyle birisi varsa kitaplardaki en büyük kötülüklerin karışımı olmalı." dedim. "Kitap karakterlerinin seriler boyunca yok etmeye çalıştıkları kişilerin karışımı olmalı."Hepimiz beş dakika önce olduğumuzdan daha korkmuş bir şekilde sessizliğe büründük.
"Bilmiyorum." dedi Fred. "Ama bildiğim tek şey varsa o da bu savaşı durdurmak için o kişiyi öldürmemiz gerektiği."
"Ve benim bildiğim tek bir şey varsa da" dedi George, önce Fred'in sonra herkesin yüzüne tek tek bakarak. "Bunun kolay olmayacağı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dünyalar Karışıyor
FanfictionLucy herkes gibi sıradan bir gençti. Tamam belki biraz fazla kitap okuyordu. Belki okuduklarına çevresindeki insanlardan daha fazla inanıyordu. Belki kitaplardaki karakterlere aşık oluyordu. Ama Lucy her zaman doğduğu dünyanın sıradan ve sihir veya...