Gökyüzü 2

18.5K 978 19
                                    

Keyifli okumalar:))

***



" Ölüm nedeni; Evlenmek üzere olduğu nişanlısıyla çıktığı yemekte kimliği belirsiz kişiler tarafından uğradığı saldırıda başına isabet eden tek kurşunla öldürüldü."

Haykırmadan, bunu bana yapmış olamaz demeden satırları tekrar tekrar okudum. Bensiz kurduğu hayatında mutlu oluşuna sessizce ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Unutmuş olduğu gerçeği değildi canımı yakan, bana hissettirmemesiydi. Akmakta olan bir damlayı yanağıma süzülmeden yakalayıp annemlere baktım. Gerçeği görmeyi reddeden gözlerim kısa bir an Ada annem ve Ilgaz babamın üzerinde gezindi ancak tepki veremiyordum.

"Kızım bir şey söyle" annem ağlayarak konuştuğunda gözlerine öylece boşluğa bakar gibi baktım. Ne diye bağırsaydım beni aldatmış, beni oradaki bir kadına tercih ederek bi çare yol gözletmiş diye mi haykırmalıydım. Ne anlamı kalmıştı verdiğimiz sözün ne hükmü kalmıştı vücutlarımızın birbirine adanışının. Bağırıp çağırsam sesimi duyacak var mıydı? 

"Bağır çağır ama susma, bende inanmıyorum de" annemden gözlerimi çektiğimde bağıran Ada anneme döndüm.

"Dağhan gelirse eğer, söyleyin önemli bir toplantım var. Geri geleceğim, o gelmedi ama ben geleceğim! " annem babama sarılıp ağlamaya başlayınca üzerime gelen Ada annemi elimle durdurdum. "Geleceğim! " diyerek arkamı döndüm ve kapıya ilerledim. Geri dönmek istiyor muydum onu bile bilmezken bende tutamayacağım sözler vermek istiyordum. Gidip gelememek bu kadar kolaysa bende yok olmak istiyordum.

Bir ruh bir bedenden aniden ayrılır mıydı yahut ruhunu bir insan nasıl bu kadar çabuk terk edebilirdi? Umudum, gayem, tek varlığım ,sadece bir toz ve kül parçasına mı dönüştü? Bu kadar basit miydi? Kendini yıllarca saklayıp ,geleceği günü sabırsızca kapılarda beklerken, ölüm haberine sarılmak ya da bensiz mutlu olduğunu öğrenmek bu kadar basit miydi? Seven sevdiğine bir zarar gelse hissetmez miydi? Yüreği kafesinden çıkmak için cebelleşmez miydi?

Ruhu an be an çekilmiş bedenimi eve sürükleyip, odama ağır adımlarla çıktım. Bugün siyahtım ben, ruhum, bedenim ve benliğim siyahtı. Bedenim çığlık çığlığa ağıt yakarken siyah takım elbiselerimden birini alıp üzerime giydim. İnce topuk siyah ayakkabılarımı ayağıma geçirip olduğum gibi odadan çıktım. Artık saçım başım önemli değildi. Bu haldeyim diye Görevime son mu vereceklerdi o zaman versinlerdi.
Çocukluğumu, gençliğimi bir yalana sığdırmışken gerisi bu saatten sonra umurumda değildi.

Evden çıktığımda dahi yan evden çığlıklar bağırtılar yükselmeye devam ediyordu. Bahçeyi aşıp kapının önüne çıktığımda arabama yöneldim. Kapıya uzandığım an kapıyı tutan el açmama mani olurken başımı çevirip elin sahibine baktım. Kasım elini kolumun üzerinden çekip başını eğdi.

"Savcım uçakla gitmemiz gerek!"

"Sebep? "

"Efendim istihbarat amiri dakikliğe önem verir. Başınız ağrımasın." öylece yüzüne baktım umurumda olduğunu mu zannediyordu, o halde çok yanılıyordu.

" Arabamla gideceğim" kapıyı açıp içeri girmemle motoru çalıştırdım. Yola çıkarak gaza yüklendim. İlk önce ofisime uğrayıp gizli dosyaları aldım. Beklemeden yola tekrar çıktım. İstanbul'dan çıkıp Ankara'ya giriş yaptığımda akşam olmak üzereydi.

Üsse giriş yaptığımda, nizamiyedeki Asker tuhaf tuhaf bana bakınca arabadan inip karşısına geçtim. "Gökyüzü bekliyor" Kimliğimi gösterip kimle görüşecek olduğumu söyleyince, elinin altındaki ahizeyi kaldırıp bir kaç tuşa basarak kulağına götürdü.

"İçeri alın" Aldığı onay doğrultusunda, selam verip giriş kapısını açtı. Başımı sallayarak arabayı otoparka bıraktım. Elimdeki dosya çantasını sıkı sıkıya kavrayıp yürümeye başladım. Birliğin kapısına gelince kapıda beni karşılayan askere baktım ve gösterdiği yoldan ilerlemeye devam ettim. Beş basamak olan merdiveni çıkıp sola döndüm ve büyük bir kapının önünde durdum. Asker kapıyı çaldı ve bekledi. İçeriden" Gel" komutuyla bana kapıyı açıp az ileride beklemeye başladı.

Açılan kapıdan içeri girince, karanlık bir odayla yüzyüze geldim. Tavandaki ışık sadece masada oturan adamın kolları üzerine aydınlık veriyordu. Daha ne kadar sıkacağımı bilmediğim çantamın sapını biraz daha avucumun içinde ezdim. Yüzünü görmediğim ama heybeti karanlıkta dahi belli olan ve ilk gözüme çarpan sol kolunun bileğinin az yukarısında başlayan yıldız dövmesi oldu.

"Geç kaldın savcı! " sonra davudi sesini duydum. Yüreğimin ikiye ayrılmasına neden olan sesi kulaklarımı sağır edecek şekilde tanıdık gelirken hırlarcasına homurdanması ve sık nefesleri tüm bedenimin korku ya da her neyse uğuldamasına neden oluyordu.

"Öyle İstedim! " sesimi duyunca sessiz ve karanlık ortamda yankılanan sert yutkunuşu duyuldu. Yıllar gibi gelen sessizliğin ardından konuştu" Seni İstemiyorum! " bedenimi saran titremeyi görmezden gelirken, son sözümü söylemek için dudaklarımı araladım.

"Buna sen karar veremezsin Gökyüzü! "


KALB-İ MÜEBBETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin