Jonathan, hücresinin demir parmaklıklarından yankılanan sesle uyandı.
Midesi bulanıyor ve basi dönüyordu.
Yerinden dogrulmaya çalıştı fakat başaramadı. Sert zeminde yatmaktan sırtı tutulmuştu.
Ses, soğuk hücresinde tekrar yankılandı.
Jonathan, kendini zorlayarak kalkmayı basardi ve sesin kaynağı olan gardiyana baktı.
Gardiyan, elinde bir tepsi yemekle karşısında dikiliyordu. Üniforması, tiksindirici derecede kirliydi ve en az 4 haftadır yikanmamis gibi görünen lekeleri vardi.Adam, boş gözlerle Jonathan'a bakıp yemek bölmesinden tepsiyi oğlana dogru ittirdi ve ayni boş bakışlarla dönüp gitti.
Jonathan, bu kadar erken saatte yemek gelmesine şaşırmıştı.
Tabi "yemek" dediği de bir somun ekmek ve yarim bardak suydu.
Fakat suan elinde başka olanak yoktu.
Ayağa kalkıp ekmeği aldı. Tam ağzına götürüyordu ki tepsisinde bir not fark etti. Sararmış bir parşomene yazılmıştı ve oldukça eski duruyordu.Gizli notlardan bikmaya başlamıştı.
Merakli bakislarla yıpranmış notu yerinden alarak açtı ve okumaya başladı;Toprağın elçisi, sen bizi tanımıyorsun. Fakat biz, senin en yakınlarınız. Biz, kendine bile söylemeye korktuğun sırlarız. Kalbindeki ziyaret etmeye korktuğun köşeyiz.
Sana bir hediye bıraktık. Buradan çıkış biletin. Alt kata in ve sızmış gardiyanın silahlarını çal.
Ve sonra bizi bul.
Bizi bul, Jonathan.
Jonathan, afalladı. 'Topragin Elçisi' lafını duymayali neredeyse asırlar olmuştu. Ona bu isimle kimse seslenmezdi. Sırrını kimin öğrendiğini merak etti.
Bir saniye sonra, tepsideki parlak nesne dikkatini çekti. Mat siyah renginde, haç desenleriyle süslenmiş bir anahtardi bu.
Jonathan öne atılarak anahtarı aldı ve hücresini açarak yavaş adımlarla dışarı çıktı.
O an, onu gördü. Merdivenlere açılan holün girisinde, pacavraya dönmüş pantolonu ve sofra bezi gibi tişörtü ile kan gölüne dönmüş zeminde, sirt üstü yatıyordu.
Jonathan, adamın kesik kesik nefesler aldığını duyunca koşarak ona yaklaştı.
Kan kokusu, midesini bulandırıyordu. Adamin yüzünü görmek için kendisine çevirdi.
Ve o gözleri gördü.O kuzgun karası gözleri. Göz akının olmasi gereken yerler simsiyahti. Jonathan'ın içine bir korku dalgası yayıldı.
Adama derin derin nefes alması gerektiğini söyledi fakat, son nefesini vermek üzere olduğunu biliyordu.
Yabancı, simsiyah gözleriyle Jonathan'a baktı ve kalan son enerjisiyle,
"Başardın." dedi.
Birkaç saniye sonra da, Jonathan'ın kollarında küle dönüştü.
Jonathan, yüzünde korkunç bir ifadeyle ne olduğunu anlamaya çalıştı. Vakti kalmadığını biliyordu.Kendini toparlamaya çalışarak külleri silkeledi ve aşağı kata inen merdivenleri koştu.
Tam köşeyi dönüp zemin kata dalacaktı ki bir ses duydu,
"Son kez soruyorum. O nerde?"
Ses, bir erkeğe aitti. tehditkar ve sinirli çıkıyordu. Tislarcasina konuşurken duvara çarpan sert bir şeyin sesi duyuldu. Ardından da kırılan kemiklerin sesi..
"Bir daha bana haber vermezsen, kıracağım tek şey kolun olmayacak.'
Aci bir çığlık duyuldu ve Jonathan, uzaklaşan ayak seslerini dinledi.
-----------
Ayak seslerinin yeterince uzaklaştığına kanaat getirince, saklandığı duvardan etrafa bir göz attı.
Etraf temiz görünüyordu. Yine de temkinli davranmakta fayda vardı.Adımlarını oldukça hafiflestirerek bulunduğu hole baktı.
Yeşil duvarlar, onu boğmaya çalışıyordu adeta.
Tam yoluna devam edecekti ki kısık bir inilti duyarak yerinden sıçradı. Sesin kaynağına bakmak için başını çevirdiğinde, yerde, başının arka tarafından kanlar sızan, yarı baygın bir genç gördü. Kendisinden birkaç yaş büyük olmalıydı. 18.. Belki 19 yaşlarında görünüyordu.
Duvara yaslanmış, duvarı da siyah saçları gibi kana bulanmıştı ve kafasının sertçe vurulduğu belli oluyordu.
Kolu da ters çevrilmiş, şekilsiz bir halde kucağından sarkıyordu. Demek ki doğru duymuştu; gerçekten de kolu kırılmıştı. Kasıtlı.
Sonra, bu gencin bir gardiyan olduğunu bağıran rozetli üniformasını gördü. Ve tüfeği ile pistolünü.
Adamın tepki verecek durumda olmadığını bildiği için, Jonathan, gencin silahlarını kemerden çıkarıp kendi kemerine taktı.
Bu lanet lağımdan kurtulmaya hazırdı.
----------------------------------------
Jonathan, çıkışa yaklaşmıştı. Neredeyse özgürdü. Neredeyse.
' Çıkış ' yazılarını takip etti. Özgürlük arayışı, sonsuzluk gibi geliyordu.
Aniden kaçış biletini gördü.
Koyu kahve, meşe ağacından yapılma çiftli kapı, Jonathan'ı çağırıyordu adeta.
Hızlı adımlarını, koşuya çevirdi. Yerdeki her türlü cam kırığı, adeta birer iğne gibi ayağına batıyordu.
Fakat acıya aldırış edemezdi. Bu sefer yapamazdı.
Nefes nefese bir halde kapılari itti ve arkasına bir kere bile bakmadan özgürlüğe ilk adımını attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufkun Koruyucuları
AdventureKatil, hançerini Arya''nın boğazına dayayıp simsiyah gözleriyle ona baktı. Iğrenç kokan nefesi, kızın midesini bulandırıyordu. 'Şimdi beni iyi dinle, küçük hırsız. bizim adımız Kızıl Katiller. Biz, tilkiler kadar kurnaz, kaplanlar kadar hırçınız. Ba...