4. Bölüm

58 10 2
                                    

(Medyayı ne zaman açacağınız yazıyor. Lütfen şimdi açmayın.)

Telefonumdan çıkan cırtlak mesaj sesiyle gözlerimi Megadeth posterime astım. Gözlerimi açar açmaz onlarla göz göze gelmek bir ayrıcalıktı. İyice ayıldıktan sonra kalkıp masamın üzerindeki telefonumu aldım. Mesaj simgesini sağa kaydırıp şifremi girdim ve mesajı okudum.

"Nasılsın? Amerika güzel mi? Okula alışabildin mi? Seni özledim." Samimiyetsiz Cruz değil mi bu? Son 2 yıldır pek konuşmazdık. Neden şimdi bana mesaj atmış ki?

"Pek alıştığım söylenemez ama her şey iyi. Buralar güzel." yazdım ve gönder tuşuna basıp gidip gitmediğini kontrol etmeden kapattım.

Banyoda yüzümü yıkayıp kahvaltı için aşağı indim. Çikolatalı krep kokusu burnuma dolduğunda gözlerimi kapatıp kocaman gülümsedim.

"Hoşuna gittiği için yaptım. Hadi kurumasın çabuk ye." babama olan sinirim hala geçmediği için gülümsemeyi kesip masadaki klasik yerimi aldım. Bir parça alıp ağzımda dağıttım. Her ne kadar harika bir tadı olsa da babama yüz vermemek açısından belli etmiyordum. Annem çoktan bitirmiş, çayını yudumluyor, halam ise çatalıyla peynir almaya çalışırken tabletinden haber okuyordu.

Kahvaltımı tamamlamadan kalkıp odama çıktım ve üzerime birkaç parça hoşuma giden şeyler giydim. Megadeth tişörtüm, siyah deri pantolonum, kaba saba duran rugan botlarım... Siyah deri bilekliğimi de takıp saçlarıma spreyle şekil verdim ve çantamı alıp aşağı indim.

Okula girdiğimde nereye baksam biriyle gözgöze geliyor olmam fazlasıyla rahatsız ediciydi. Evet millet doğrudur dün o kızı ben dövdüm. Şimdi bana bakmayı kesin.

Önümden yürüyen uzun boylunun Isaac olduğunu tahmin ettim ve yanlış tahmin olabileceğini umursamadan seslendim.

"Isaac!" arkasını döndü ve ifadesizce suratıma baktı. Hızlı adımlarla yanına ulaştım.

"Küsmüyüz?" dedim gözlerine bakmadan. Gözlerim, gözleri hariç yüzünün her bir yanını turluyordu.

"Küs mü olmak istersin?" dedi. İlk defa kendimi birini kırmışım ve suçluymuşum gibi hissediyordum. Ama suçlu olmadığımı da biliyordum. Suçlumuydum ki?

"Hayır. Dün pek benimle konuşmadın." şu cümleyi bile kekelemeden kurabiliyordum. İçimden kendimi alkışlarken bir yandan da Isaac'i dinlemekle meşguldüm.

"Ben beni istemediğini düşündüm." aptal çocuk! Ben öyle mi dedim?

İç sesim kendini belli etti ve "Tabi dedin." dedikten sonra sessizliğine döndü.

"Hayır." dedim. "Öyle düşünme. Bugün tenefüste kantinde oturmak ister misin?" sen ne zaman bu kadar arkadaş canlısı oldun Adel?

"Olur. Ama şimdi gitmem gerek. Görüşürüz." dedi ve saatine bakarak hızla kayboldu.

Milletin bakışları arasında zar zor sınıfa ulaştım. İngilizce kitaplarımı çıkardım ve hoca gelene kadar hastalıktan ölen sınıf topluluğunu izledim.

Tenefüs zilini duyar duymaz toparlanıp kantine gittim. Muhtemelen Isaac sözünü tutacaktı. Ya da ben öyle düşünüyordum. Fakat sözünü tutmazsa ne tekmeyle ne de dünkü kıza yaptığımla kalırdım.

Yavaş adımlarla kantine ulaştığımda Isaac henüz gelmemişti. Başı kalabalık olmayan boş bir masa bulup oturdum. Etrafa bakınırken Kyung Joon Öğretmen'in kantine doğru yürüdüğünü görür görmez çantamdan bir kitap çıkardım ve yüzümü kapattım. Beni gördüğü zaman buraya gelme ihtimali vardı ve ben Isaac'i bekliyordum. Ona kabaca gitmesini de söyleyemezdim.

The Fly: DREAMS (Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin