5. Bölüm

52 10 3
                                    

Sıkı sıkı sarmıştı beni. Rahat nefes alamıyordum ama o an için sorun değildi. Ölsem de sorun etmezdim çünkü huzurluydum. Muhteşem parfümü ciğerlerime doldukça boğazım yanıyordu. Sıkı sıkı kapattığım gözlerimi kapının tekrar açılmasıyla açtım. Bir sen eksiktin Asyalı...

"Seni evine bırakabilirim." Kyun Joon'un eşsiz sesi doldu kulaklarıma. Ses tonu çok hoşuma gidiyordu.

"Gerek yok." dedim. Telefonumun çaldığını duyuyordum ama açmak istemedim.

"Telefonun çalıyor." vay canına Isaac. Ciddi olamazsın.

"Farkettim." kendimi zorunlu hissedip telefonumu cebimden çıkardım. Babam arıyordu.

"Hayır. Gelmenize gerek yok. Yürümek istiyorum." dedim ve telefonu tam anlamıyla suratına kapattım.

Hiç kimseye bir şey demeden arkamı döndüm ve dirseğime düşen çantamı omuzuma kaldırırken hızla merdivenleri çıkıp binanın çıkışına doğru yol aldım. O sırada yakasında okul görevlisi kartı taşıyan bir kadın uçarak yanıma geldi ve bana bir kağıt uzattı. Elinden çekip kendime çevirdim ve elimden geldiğince okumaya çalıştım. "Aile Toplantısı Pikniği" anlamadığım ortada olacak ki kadın açıklama yapma gereği duydu.

"Ailelerin tanışması için her yılın başında ve sonunda piknikler düzenleriz. Muhtemelen ailene mesaj da gitmiştir." dedi. Ben bunu yolda çöpe atmayı düşünüyordum. Yazık oldu...

Benden bile kısa olan kadına saçma bir bakış atıp kapıdan çıktım. Şimdi piknik falan düşünemezdim. Eve ulaşmam lazımdı.

Uzun ve uzun ama çok uzun gelen yolun sonunda eve yaklaştığıma işaret olan o nostaljik parkı gördüm. Geçen Asyalı ile geldiğimiz...

Salıncakların önünde duran banka önce çantamı, sonra da kendimi attım. Yorgundum ve henüz ağlamamı tamamlayamadığım için gözlerim fazlasıyla şişmişti.

Tahminen dört ya da beş yaşlarında bir çocuk çantamı kenara itti ve yanıma oturdu. İstemsizce "Hoşgeldin." dedim. "Sen de." dedi.

"Ne alaka şimdi?"

"Buraya yeni taşınmadınız mı? Dünden önceki gün annemle size hoşgeldin demek için kek getirdik. Sen yoktun. Sonra sen burada bir abiyle uyudun. Sonra da kek götürdüğümüz eve girdin." baya zeki bir çocuğa benziyordu. Normalde çocuklardan nefret ederdim ama nedensizce bu şeye içim ısınmıştı.

"Sen tüm gün beni mi izledin?" azarlamıyorum ama niye beni izledin be çocuk?

"Sayılır. Saçların çok güzeldi, ben de izledim." ne desem bilemedim. Gülümsemekle yetindim.

"Bir ara tekrar gel. Gitmem gerek. Görüşürüz." dedim ve kenarda bana küsüp boynunu bükmüş çantamı sırtlanıp eve yürüdüm.

Zili çaldıktan yaklaşık sekiz ya da on saniye sonra kapı açıldı. Açanın halam olduğunu anlamıştım ama yüzüne bakma gereği duymamıştım.

"Huysuz yeğenim gelmiş! Sana süper bir haberimiz var." bu ne heyecan ya?

Kolumdan çekip salona götürdü. Annem hem gülümsüyor hem ağlıyor, babam ise kahkahalar atıyordu.

"Problemin ne olduğunu söyleyin ve beni serbest bırakın." duygusuz Adelina iş başında...

"Problem değil canım. Harika bir şey!" annem hala hem gülüyor hem ağlıyordu. Aklıma direk Amerika'ya gelir gelmez yaptırdığımız sağlık testleri geldi.

"Testler mi geldi? İyileştim mi? Artık bir şeyim yok değil mi?" heyecandan gebermek üzereydim.

"Malesef canım. Ama bu da iyi bir haber, annen hamile! Hem de dört aylık!" hay sizin vereceğiniz habere...

The Fly: DREAMS (Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin