2. OĞUZ MESELESİ

44 5 0
                                    

Yatağın içinde bir o yana bir bu yana dönüp gerinirken canımın hala yandığını fark ettim. Elimle göğüs kafesime hafifçe dokundum. Bugün daha kötü olmalıydı. Çünkü acısından öyle anlaşılıyordu. Yatakta yavaşça doğrularak kan akışımı düzeltmek için her zamanki gibi bir süre bekledim. Yeterli zamandan sonra banyoya gittim. Son durumu görmek için bluzumu kaldırıp baktığımda, aman Allah'ım buraya ne olmuştu böyle... Vücudumda koca bir morluk vardı. Ufak bir darbe nasıl bu hale getirmişti beni aklım almıyordu. Gören göğsüme havan topu çarptı zannederdi. Hemen yüzümü yıkadım ve hiç bir şey yokmuş gibi aşağıya indim. Bundan kimseye bahsetmeyecektim. Bunu anlamaları mümkün değildi. Henüz ben bile anlayamamışken üstelik. Sanki biri tarafından defalarca kez yumruklanmış gibiydim. Bu şekildeki bir morarma ancak böyle oluşabilirdi. Geçmesini beklemekten başka çarem yoktu.

Annem mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Kaan ise ortalıkta yoktu. Henüz odasında olmalıydı.

"Günaydın annecim, babam yok mu? dedim neşeli görünmeye çalışan bir sesle.

"Bugün erken çıkmak zorunda kaldı hayatım. Şantiyeden aradılar. Bilirsin işçiler arasında bir anlaşmazlık çıkmış, onlarla ilgilenecek" dedi. Gitmesine üzüldüğü belliydi.

"Merak etme anne, babam hepsinin üstesinden gelir"

Babam inşaat mühendisiydi. Genelde işi gereği hep şantiyelerde olurdu. Çoğu zaman kahvaltısını bizimle yapar öyle işe giderdi. İkinci öğretim olmamdan dolayı hafta sonu hariç akşam yemeklerinde bir arada olamıyorduk. Bu yüzden hafta içleri tek bir arada olabildiğimiz yer sabah kahvaltılarıydı ve babam bunu önemsiyordu.

"Oooo ablacım, sizi bu saatte ayakta görmek ne büyük şeref" Kaan saçı başı darmadağın mutfak kapısından sarkmış bakıyordu.

"Hadi oradan küçük şımarık, daha yüzünü gözünü bile yıkamamışsın, hadi git temizlen de öyle gel" Şakadan üzerine doğru yürüyormuş gibi yaptım.

"Hadiii, gevezelik etmeyi bırakında oturun şu sofraya" dedi annem söylenerek.

"Hemen geliyorum anne"

"Hayret bu çocuk ne zamandır kahvaltıdan önce yüzünü yıkar oldu" dedim. Kendi kendime kıkırdıyordum ama bu kadar gülümseme bile göğsümdeki morluk yüzünden canımı yakıyordu..

"Uğraşma kardeşinle"

Kahvaltı sırasında annem, doktora gitme zamanımın geldiğinden bahsetti. Her altı ayda bir muayene olmam gerekiyordu. İster istemez ağzımdan off sesi çıktı. Elimdeki çatalı masaya bıraktım. Bugünlerde pek de olmayan iştahım doktor lafıyla iyice gitmişti. Aslında daha çok telaşlandım diyebiliriz. Doktora gitmek demek her yanımı muayene etmesi demekti. Bu da göğsümdeki çürüğü görecekleri anlamına geliyordu. Bir yığın soru, test, tahliller... En azından bu morartı geçene kadar annemi oyalamalıydım.

"Yine başlama lütfen Azra! Artık küçük çocuk değilsin, bunu atlattığımızı düşünüyordum. Biliyorsun ki bu kontrollerin olmasını doktorun istiyor. Gerekli olmasa zaten seni yanına çağırmaz, öyle değil mi? Her şey senin sağlığın için, bitanem" dedi eliyle yüzümü okşayarak.

"Biliyorum anne, biliyorum. Sadece bu ne zaman son bulacak onu merak ediyorum. Hayatımı sürekli hastane kapılarında mı geçireceğim. Çok sıkıldım artık, her seferinde aynı tahliller, aynı sorular..."

"Merak etme tatlım, doktorun en son ne demişti, hatırlasana. Yaşın ilerledikçe kısa sürede atlatacağını söyledi"

"Tamam gideceğim ama bu hafta değil anne, önümüzdeki haftasonu gitsek daha iyi olacak" bu restime karşılık annemin vereceği tepkiyi merakla bekledim.

BEYAZ KANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin