Her karanlığın bir girdabı vardır ve sen bıraksan da o seni bırakmaz...
Dejavu...
Gözlerimi açmaya çalıştıkça kafamdan başlayıp tüm vücuduma yavaşça yayılan keskin sancı; beynim başta olmak üzere bütün organlarımı etkisi altına almıştı. Tenimde ıslaklık hakimdi. Yorgunluğun ağır bastığı bedenimde, ağrılar ve yaralar bolca mevcuttu. Yabancı olmadığım bir durumdu belki yaşadığım, ama her olay bir öncekini aratıyordu bana. Bir önceki her zaman daha iyi oluyordu bir sonrakinden. Ve tabi bir sonraki de daha sonrakinden...
Sürekli dönen başım ve kaybolan bilincimden kurtarabildiğim beynimle vücuduma emirler yağdırıyordum. Ama hiçbir organım beynimi dinleyecek kadar sağlam değildi. Zorlada olsa, bir süre sonra ayağa kalktım. Güneş gözükmüyordu, ya da beynim onu idrak edecek kadar ayılmamıştı henüz. Kendi etrafımda döndüm ve bulunduğum yerin koordinatlarını belirlemeye çalıştım. Bu yaptığım hiçbir işe yaramamakla beraber başımı daha çok döndürmüştü. Çevremdeki nesnelere tutuna tutuna yürümeye çalıştım. Bu işleme başımın dönmesi yavaşlayana ve daha açık bir alana gelene dek devam ettim. Güneş uzak dağların ardındaydı ve gitmeden önce son ışıklarını dünyaya sunuyordu. Etraf yavaşça kararıyor, gece 'orman'a yavaş yavaş siniyordu. Evet, orman...
Evimin aşağısındaki küçük ağaçlarla dolu bölüm... Yaşanan olayları ve bulunduğum yeri tam olarak belirlemem bi hayli zamanımı almıştı. Üzerimi silkeledim. Başım öncekine göre daha az dönmesine rağmen, midem altüsttü ve acayip derecede bulanıyordu. Görmekte zorlandığım otlara bakarak yürümeye çalıştım. Hem etraf karanlıktı, hemde gözlerimin görme yetisi gittikçe daha çok azalıyordu. Ayaklarım birbirine dolaşıyor, yönümü sık sık karıştırıyordum. Yaklaşık on dakika daha böyle yürüdükten sonra geldiğim tepeden aşağıya baktım. Sıkıldığımda, bunaldığımda, kızdığımda, kısacası tüm yorgunluğumu atıp biraz rahatlamak istediğimde; gideceğim yere bakıyordum şimdi. Yavaşça oraya doğru yürümeye başladım. Görmeyeli buradaki otlar sararmış, uzamış, büyümüşlerdi. Eskiye göre hava daha soğuk, rüzgâr daha şiddetliydi. Ve yine hiç ama hiç ses yoktu.
Yanına geldiğimde özlem dolu bir gülümseme yayıldı suratıma. Yavaşça ayaklarımı serbest bıraktım, üzerine uzandım ve gökyüzüne çevirdim başımı... Soğukluğu ve sıcaklığı aynı anda hissettiren tek yer belkide. Bu huzura hemen ısındım ve çözüldü dilimin bağı... Herzaman ki gibi...
" Neden mi geldim? Bilmiyorum. Sorun ne? Onu da bilmiyorum. Ne anlatmam gerektiğini bile bilmiyorum. Çok mu sorunluyum..? Oradan bakılınca nasıl gözüküyorum? Neden beni anlamamak için tüm dünya elele vermiş durumda? Boktan olan bu hayatımın içine daha ne kadar sıçılabilir. Birgün bu filmin bitmesi için herşeyi yapabilirim. Aaa, evet haklısın bu filim daha çok sezon yapar, ama yine de caresizlerin tek felsefesidir; umut... Son damlasına kadar kullanılmaya mahkum olan..."
Gözlerimi kapattım ve sessizliği tüm hücrelerime yavaşça işlemeye başladım.Üşüyorum ve ıslanıyorum...
Gözlerimi zorlada olsa açtım ve etrafa göz gezdirdim. Etraf karanlıktı. Uzandığım terkedilmiş demiryolunu bile göremiyordum. Hava soğuktu ve yağmur damlaları rüzgarla savruluyordu. Biraz daha oturduğum yerde kalıp kendime zaman tanıdım. Bir süre sonra ayağa kalktım. Saate bakmak için elimi cebime soktum ve telefonumu çıkardım. 20.15... Bu gitme vakti demek.
Tüm organlarım 1-2 saat öncesine göre gayet iyi ve sağlıklıydı; anladığım kadarıyla. Telefonumu çıkardım ve fenerini yaktım. Çok olmamakla birlikte yürümemi kolaylaştırmıştı. Yaklaşık 1-2 saat önce indiğim tepeye tırmanmak bi hayli zordu. Tabi buna ek olarak esen rüzgâr ve onunla etrafa dağılan yağmur damlaları cabası. İtiraf etmek gerekirse biraz korkmaya başlamıştım. Adımlarımı hızlandırdım ve rüzgâr da benimle beraber hızlandı. Yolumu yarılamıştım ki telefonum çaldı. Bir ağacın altında durup açtım.
" Merhaba Afra, ben Sıla." Yine ne oldu acaba?
" Evet,"
" Böyle bir nedenden seni aramak istemezdim ama mecbur kaldım. Ödemeni bugün yapacağını söylemiştin. Ödeme gerçekleşmeyince aramak istedim. Bir sorun yok dimî? İstersen erteletebilirim, tabi bu alacağını da geciktirir ama zor durumdaysan anlay.."
" Bir daha bakar mısın? Bugün otomatik olarak yatırılması gerekiyordu."
" İnan defalarca baktım. Ama ödeme kartına hiç yükleme yapılmamış. Ödediğinden emin misin?" Ne demek ödenmemiş. Ben Bad... Evet ya... Olay şimdi anlaşıldı.
" Sakın erteleme ve benden haber bekle."
" Tamam."
Telefonu kapattıktan sonra adımlarımı hızlandırdım ve bir taraftan da telefondan Badem'in numarasını tuşladım. Telefon birinci çalışında açıldı.
" İyi misin? Meraktan öldüm, neden bana nerede olduğunu haber vermedin. Ben bugün olanlar için üzgünüm. Seni kırmak istememiştim."
Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım.
" Neden param yatırılmadı?" Telefondan onun da derin bir nefes aldığını duyabiliyordum. On saniye geçmeden tekrar konuşmaya başladı.
" Bende bugün öğrendim. Yarışın sonunda...kavga çıkıp bir galip belirlenemediğinden yarışmacılara ödeme yapılmayacakmış." Sadece birgün canımı sıkacak birşey olmasa...
" Ne demek şimdi bu?"
" Bilmiyorum, bana da bizim çocuklar haber verdi."
" Peki bu harika fikir kimin başının altından çıktı?"
" Bak, zaten yeterince ortalık gergin sakın bir delilik yapayım deme."
" Kim?" Çoktan eve gelmiştim. Hızla kapıyı açıp içeri girdim ve üst kata koşarak çıktım. Badem bana cevap verirken çoktan üzerimi değişmeye başlamıştım bile.
" Ne yapacaksın kim olduğunu? Sen boşver ve yat uyu. Sakın merak etme, ben bu işi halledec..."
" Gerisini ben hallederim."
" Sak..." Lafının devamını duymadan telefonu kapattım ve kilitledim. Üzerimi hızla giydim ve merdivenlerden alt kata indim. Mutfağa girip Badem'in bu sabah getirdiği meyvelerden birtanesini alıp yıkadım ve yemeğe başladım. Eve hızla göz attım ve beş dakika önce girdiğim kapıdan hızla çıktım. Kapımı kilitledikten sonra arka garaja İlerledim. Motorumun yanına gelince ev anahtarımı ve telefonumu cebime koyup kaskımı taktım. Motoruma bindim ve hemen ardından çalıştırdım. Bu harikulade(!) olaya vesile olan kişiyi tahmin edebiliyordum. Ve bulmakta zor olmayacaktı.
**21.12
Yerler ıslaktı ve etrafta insanın burnunu sızlatacak derecede içki kokusu vardı. Yaylı kapının önüne geldiğimde hızla kapıyı açmamla içerideki ağır sigara kokusu akciğerlerime doldu. Bu beni öldürebilirdi.
Karşımdaki görüntülere göz gezdirdim. Köşede oturan bir adamdan başka diğer tüm görüntüler iğrençti. Çünkü sadece o adam tekti. Diğerleri ise zıt cinslerin bir araya gelerek oluşturdukları rezilliklerdi. Onu arayışım uzun sürmedi. Hemen karşımda bir erkeğin neredeyse içine düşmek üzereydi. Hızla ona doğru İlerledim. Tam yanına geldiğimde ilk önce yanındaki adam beni görüp pis pis sırıttı. Sonra da o bana doğru döndü. Biraz beni inceledikten sonra hiç hoşlanmadığım ses tonuyla konuşmaya başladı.
" Senin ne için var burada?" Yumruklarımı biraz daha sıktım ve sakinliğimi korumaya çalışarak cevap verdim.
" Sence?" Sigarasından bir nefes daha çekti ve dumanını yavaşça suratıma üfledi. Sonrada arkasına yaslanıp cevap verdi.
" Bilmem. Belki bize katılmak istemişsindir." Bu lafını söylerken yanındaki ve ne zaman geldiğini anlamadığım iki-üç sap daha iğrenç şekilde sırıtmışlardı. Kahkahalarla gülmeye başladım. Nöronlarıma birgünde bu kadar yükleme yaparsam sonuç buydu elbette; sıyırmıştım. Gülmem sona erdiğinde başta o olmak üzere yanındakiler tuhaf bakışlarla beni süzüyordu. Gülümsemeye devam ederken konuşmaya başladım.
" Size katılmak ha. Neden olmasın!" Masadaki ağzı kapalı içki şişesini aldım ve devam ettim.
" Ama önce, sizin bana katılmanız şartıyla." Ne olduysa ondan sonra oldu. Elimdeki şişeyi kadının kafasında parçaladıktan sonra etrafa yayılan sıvı her tarafı kırmızıya boyadı. Masaya bir tekme savurdum ve ayağımın altından çekilmesine sağladım. Arkadan kollarım tutuldu ve karnıma ardarda üç beş yumruk yedim. Bir yumruk daha yiyordum ki ayaklarımı sarı kafalı adamın boynuna doladım ve ellerim tutuluyor olsada olanca gücümle sola çevirdim. Sarı kafalı yere yığılırken kafamı arkaya atarak ellerimi tutan gerizekalının burnunu kırmayı başardım. Nereden geldiğini anlayamadığım sandalye omurgamda parçalanmasını engel olmak için kırmızı koltuğun arkasına atladım ve sandalye ayaklarının arasında duvara sıkıştırıldım. Karşımdaki koyu kahve gözlü adam sandalyeyi bastırdıkça göğüs kafesimi sıkan güç artıyordu. Zorlukla kollarımı kurtarıp, ellerimi sandalyeye sardım ve ittim. Sandalyenin başı sertçe çenesine vurmuştu ve dengesini kaybetmişti. Çığlık sesleri arasında kısa sürede malikane boşaldı. Biran önce buradan çıkmalıydım. Aksi taktirde sağ kalacağım bile şüpheliydi. Hızla kapıya yöneldim. Tam kapıyı açacakken kafamda hissettiğim keskin sancı yere yığılmama neden oldu. Sağ kaşımın üstü ve kafatasımın sağ tarafı tarif edilemeyecek bir sancıyla çevrilmişti. Yüzümden aşağıya inen sıcak sıvı ve ardından gelen keskin metal kokusu başımdaki sancının ciddiyetini kanıtlıyordu. Gözlerim bulanıklaşıyordu ve elindeki kırık cam şişeyle bana bir adam yaklaşıyordu. Ama engel olmayı bırak kıpırdayamıyordum bile. Geri çekilmeye çalıştım ama bu onu bana daha çok yakınlaştırıyordu. Arkada dövüş devam ediyordu. Ama kimle kimin arasında olduğunu anlayamıyordum. Sarı kafalı elindeki kırık cam şişeyi boğazıma kadar getirdi ve dayadı. Yavaşça bastırdı, cam boğazımı kesmeye başladı ve ben sadece acıdan inliyordum. Sırıtarak konuştu.
" Canın yanıyor mu güzelim?" Camı bastırmaya devam ederken arkadan tanıdık olduğum bir ses duyuldu.
" Sana sormalı." Hızla adamı boğazından tutup kapıya doğru savurdu ve iki üç yumrukla sanırsam bayılmasına neden oldu.Tanıyordum bu adamı hatta...hatta...evet evet köşedeki yalnız adam...Oydu, evet oydu.
Gözlerim kapanırken birinin beni kucağına alıp malikaneden çıktığımızı farkettim. Hava nemliydi, tabi hafif soğukta. Köşedeki yalnız adamdı beni taşıyan. Gözlerimi zorlukla araladım ve yüzünü öncekine göre daha net gördüm. Ona baktığımı farkettiğinde o da bana yüzünü çevirdi. Bu elmacık kemikleri, bu gergin çene, hafif sakallı yüz ve...bu gözler. Evet ben bu adamı tanıyorum. Bilincimi tamamen kaybetmeden önce duyabileceği şekilde fısıldadım;
" Sen..."
Merhaba arkadaşlar. Bölümün bayağı geç gelmesinden dolayı hepinizden çok özür dilerim. Beğenmeniz dileğiyle...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİS
Teen FictionUzun süredir aldığım tek tattı... Kırmızıydı... Ve o her beni ziyaret edişinde daha da artıyordu... Yüzüne, özellikle de gözlerine dikkatle baktım. Neden gözlerinde küçük bir kızın aradığı o duygudan eser yoktu? Yanıma geldiğinde neden eline o demi...