Hakan'ın Mus'ab'a olan hayranlığı bundandı. Güçlüydü. Bu gücünden de bir şey kaybetmemiş, büyüdükçe inancı, güveni, gücü artmıştı. Daha ortaokul yıllarında ona hayrandı. Onun yanında kendini iyi hissediyor, sorunların hep çözüleceğine inanıyordu. Yine öyle olmuştu. Onu dinlerken, keşke bende böyle olabilseydim diye iç geçirdi.
- İlk yaz tatilinde buraya geldim. Seni sordum. Arkadaşlar evini taşıdığını, çay ocağına da gelmediğini söylediler. Yanlış hatırlıyor da olabilirim. Senden dinlemek isterim.
- Hımm, evet. Nasıl anlatsam bilemiyorum. Aslında...
- İstersen anlatma kardeşim. Seni rahatsız etmek istemem.
- Yo, yo, rahatsızlık değil de, mahcubiyet diyelim. Konuşmaya başlamak istediğimde içimde bir şeyin beni tuttuğunu hissettim. Sanki anlatsam içim boşalacak, kırılacak güçsüzleşeceğim. Bilmiyorum işte. Ne hissettiğimi anlatmak istiyorum, ama anlatamıyorum.
- Anlat umarım rahatlarsın.
- Ben de, ben de... Siz okulu bıraktıktan çok kısa bir süre sonra, çay ocağına baskın oldu. Çoğu abiyi tutukladılar. Sadece bizim mahallede değil, şehrin birçok yerinde oldu. Aileler tedirgin oldu. Tüm bunlara haberlerde cemaatle ilgili anlatılanlar da eklenince ciddi korkular oluştu. Polis bizim gibilerin ailelerini arayıp, emniyete çağırdı. Bir sürü şey anlatmışlar. Bunlar kullanılıyor, din adı altında gençleri örgütlüyorlar, sonra da bunları dış güçler hizmetine kullanıyorlar gibi. Benim babam da bunlardan biri.
Eve dönünce tüm kitapları yaktı. Bir daha gitmeyeceksin onların yanına dedi. Ben de çok korkmuştum. Ortam yatışsın tekrar giderim diyordum.
Bu arada birkaç defa abiler eve gelip beni sormuşlar.Bizimkiler iyice tedirgin olmuştu.
Beni memlekete yolladılar. Kaydımı da aldırıp o dönemi orada okudum.
- Malatya?
- Evet. Amcamlarda kalıyordum. Okul bitince gelmek istedim. Babam izin vermedi. Galiba eve gelip beni soruyorlarmış bazı arkadaşlar. Babam evi de taşımış, yazın onlar da geldi Malatya'ya. Babam liseyi de orda okuyacağımı söyledi, bir şey diyemedim. Öylece kaldım.
Benim için çok kötü günlerdi. Arkadaşlık ettiğim insanların çoğu namaz dahi kılmıyordu. Ortam değişmiş konuşulanlar değişmişti. Ben onlara bir şeyler anlatmak yerine susmayı tercih ettim. Önce namazları aksatmaya başladım. Sonra her şeyi bıraktım. Yani ergenlik dönemine o ortamda girdim. Kötü günlerdi, yanlış yaptığımı, ne pahasına olursa olsun, arkadaşlarımın yanına gitmem gerektiğini biliyordum. Hicreti öğrenmiştim. Dini için hicret eden, Müslümanlara sığınan gençleri de tanıyordum. Ama yapamadım. Cesaret edemedim. Erteledikçe de... Erteledikçe de kaybettim. Lise ikinci sınıfta tekrar buraya döndüm. Birkaç defa sizleri bulmayı düşündüm, bir türlü adım atamadım. Yeni okulumda bir arkadaş çevresi edinemedim. Sonrası hep aynı, hep tek kaldım. Ne dinimi, ne dünyamı yaşamayı beceremedim. Başta da söylediğim gibi, yaşadığım benim için aslında hiçbir şeydi.
- Üzücü, hem de çok. İnsan Allah (a.c)'den, Müslümanlardan, İslami ortamlardan, asla yüz çevirmemeli. Allah muhafaza. Allah (a.c) insanlardan yüz çeviriyor. Kendi haline bırakıyor. İnsan Allah'ı unuttuğu gibi, O da insanı unutuyor. Bizler aciz varlıklarız. Allah (a.c) güç verip, muvaffak kılmasa perişan oluruz.
- Haklısın. Şekilde görüldüğü gibi.
- Ama unutma ki, Allah (a.c) rahmeti geniş olandır. O kendine samimiyetle açılan elleri asla geri çevirmez. Bir ayette "Ey nefislerine zulmedip, aşırı giden kullarım Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. O tüm günahları bağışlar, muhakkak ki Gafur ve Rahimdir." buyuruyor. (Zümer)
Değmez kardeşim, emin ol değmez. Hiçbir şey bizi bu ayeti uygulamaktan alıkoymaya değmez. Değmemeli. Biz suçlu olmamıza rağmen Allah (a.c) bizleri davet ediyor. Helak etme hakkına sahipken, affetmek, insanı temizlemek istiyor. Böyle kerem sahibi, lütufkâr, yüce bir Allah'a ancak kulluk edilir. Öyle büyük ki; "Kul tevbe ettiğinde seviniyor ve madem beni Rab bildi, madem benim günahları bağışladığımı ikrar etti, ne yapmış olursa olsun onu bağışlıyorum" diyor. Bunu ben söylemiyorum, Allah Rasûlü (sav.) haber veriyor.
Hakan neye uğradığını şaşırmıştı. Mus'ab öyle içten konuşuyor, öyle samimi davet ediyordu ki onu tevbeye, dokunsa tutacak gibiydi. Kendine hakim olamıyor, sarsıla sarsıla ağlıyordu. Hıçkırıklarına mani olmak istedikçe ağlaması şiddetleniyordu. İçinde tazyik ile akmak isteyen bir su, patlamak için kaynayan bir volkan vardı sanki, o tutmak istedikçe birikmiş ve sonunda patlamış gibiydi.
Her damla onu hafifleştiriyordu. Sanki bir kir yumağının altında eziliyormuş gibi, her damla onu temizliyor, temizledikçe hafifliyordu.
Mus'ab da onun bu halinden etkilenmiş, gözleri dolmuştu. Çünkü bu manzara rahmetin tecellisiydi. Güzel kelimenin kalpte yer etmesi ve icabetin alametiydi. Yıllar onun kalbini örtse de, taşlaştırma-mıştı. Bu sözler onda yıllar önce atılan tohumları canlandırmıştı. Allah'a tevbe, Allah'a dönme... Her biri birbirinden güzel sözlerdi.
Mus'ab bu anı değerlendirmek ve arkadaşını kazanmak istiyordu.
- Namaz vakti gireli yarım saat oldu. İstersen beraber namaz kılalım.
- Beraber mi?
- Evet, abdest alalım ve beraber namaz kılalım. Allah'a dua edip, bağışlanma dileyelim. Sen de başlangıç yap.
Allah'ım de, bu heba ettiğim yılları, sana mutlak teslimiyet ve kullukla imar ederek telafi edeceğim. Bana yardımcı ol, O samimiyetle istenen yardım taleplerini geri çevirmez.
- Sadece abdest almam yeterli mi?
- Evet, yeterli inşallah. Ama tüm hayatından tevbe edip, dine adım atan biri gibi olmalı bu. Acı ama gerçek.
- Evet, korkuyorum ama yapacağım.
- Allah'tan yardım iste. O sabit kıldıktan sonra insanı döndürecek, O hidayet ettikten sonra insanı saptıracak yoktur.Haydi vakit kaybetmeden önce öğle namazını kılalım.
Hakan ortamı müsaitleştirmek için odadan çıktı. Ayla Hanım dış kapıdan elinde poşetler ile içeri giriyordu.
Devam Edecek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YİĞİT MUVAHHİDLERİN ÖYKÜSÜ
Tâm linhSeksen darbesi sonrasında, ülke harabeye dönmüş, siyasi ve dini çalışmalar ağır darbeler yemişti. Cumhuriyetten bu yana askeri darbeler ve zulüm kanunlarıyla baskı altına alınan halk, bu darbeyle can çekişir olmuştu. Siyasi, dini çalışma yapmak...