İlk hikayem. İlk göz ağrım. İlk heyecanım ve yıllar sonra yeniden kaleme almayı cesaret ettiğim Umut ve Emir... Belki bu uzun süreçte kimsenin haberi olmadı onların hikayesinden ama artık yarım bırakmayacağım ikisini de. Geçmişleri gibi yarım kalmayacak hikâyeleri de. Yeniden burada bu satırlar içindeyim. Sizinleyim. Umarım siz de benim kadar hissedersiniz Ruhu Çürük Kızı ve Onun Koca Adamını.
Biricik kardeşim Duygu Akdağ'a ithafen.
----Ruhu çürük bir kız, hayata bağlamaya çalıştıkça bedeni de ruhu gibi çürüyordu. Tebessümlerinde intiharlarını saklarken gözleri silik geçmişin birer perdesiydi ama gün ışığını merak edip o perdeleri açan olmamıştı hiç hayatında. Yatar, kalkar, yürür, durur, yer ama konuşmazdı. Kelimeleri ilmek ilmek boğazına dolanıp yüreğine doğru intiharı gerçekleştireli yıllar olmuştu. Belki bir kelime onu yeniden hayatın kuytu köşesinde can bulmaya hevesli kızlardı ama dediğim gibi; silik güneş ışıklarını kimse merak etmemiş, içindeki dünyayı aralamamıştı.
Tek taraflı duygu yaşatmazdı bu hayatta. Kalbimizi yontup masa altına sakladık. İki kişilik kumar masasında birimiz kazandı ama kazanan ikimiz de değildi.
İşte bu benim hayatım.
Kuralların sadece normal bir hayatı yaşayan insanlara işlediğini gözlerimi açtığım kirli beyaz duvarla anlamıştım. Karanlık sayılan geçmişin üzerini örtmek için özenle boyanılan beyaz bir tavan ve oda. Masmavi gökyüzündeki güneşin ışıklarıyla daha fazla aydınlanmış duvarlarda gezdirdim bakışlarımı bedenim yatakla bütünleşmiş haldeyken. Oda gibi beyaz olan örtüyü üzerimden atıp krem renginde giydirilmiş kıyafetin sarmaladığı bacaklarımı sallandırdım yataktan.
Yeni bir gün.
Yeni bir uğraş.
Yenilenmeyen umutlar...
Hayat bunlardan ibaretti benim için. Gözlerimi açtığım her günün gecesini bekleyerek geçirirdim. Bir sonraki günün, umutları daha fazla soldurduğunu görebilmek için.
Yıllar önce bu bedenden vazgeçmiş ve iki ay önce son darbeyi vurmak istemiş, yok olan umutların ardından gitmek istemiştim ama kendi vicdanlarından çok etrafındaki insanların düşüncelerini hayatlarının merkezine koyanlar buna izin vermemişti.
Yataktan kalkıp sağ köşesi eğik bir şekilde çatlayan aynanın karşısına geçtim. Kahverengi saçlarım belime kadar uzanmış, kırık uçları feryatlarını dile getirmek ister gibi solmuş, dağılmışlardı. Ruhum gibi bedenimin de her bir teli çürüyordu. Duygulardan yoksun bir şekilde baktığım ayna karşısından çekilip kapatıldığım bu hücrede yapabileceğim en güzel şeyi yaptım.
Her sabah kalk, baş ucuna konulan hapları çiçek saksısı içindeki toprağa göm, suyu iç ve bardağı karşı duvara fırlat. Dudaklarım göğe kıvrılmayı unuttuğundan yine boş ifadeyle bakabilmiştim duvara.
Çıplak ayaklarımı birbirine sürtüp odanın kapısına ilerledim. Çıplak ayakla dolaşmak huzur denilen kavramı tattığım tek andı. Ayak tabanlarımda hissettiğim soğukluk, sıcaklık, pürüz, acının verdiği hazzı burada hiç kimse hiçbir şey veremezdi.
Kapımı ardımdan kapatırken karşı odaya takıldı gözlerim. Benden iki hafta sonra gelen bir adam kalıyordu o odada. Ne yemek yemek için çıkardı oradan, ne de hava almak için. Beyaz kapı ardında farklı karanlıkta bir hayat daha vardı.
Acaba onun hikayesi neydi?
Benim gibi bir zavallı olmamasını umuyordum.
Her basamağında sekiz, koyu renkte şekiller olan mermer merdivenlerden aşağı indim. Sol tarafında bulunan korkulukların her bir demirinde on iki halka vardı. Parmaklarımı sürerek geçtiğim pürüzlü duvarları krem ve beyaz ile boyanmıştı. Tavanda duran tozlu avizeleri silen biri yoktu bu, ruhuna leke değmiş insanların olduğu yerde ve dışarıya açılan kapıyı her araladığımda kulak tırmalayan o ses yankılanırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON BİR UMUT (DÜZENLENİYOR)
RomanceAçıklaması yoktu hayatlarının...Bir kız vardı sadece, bir de erkek. Tek farkları vardı; Kız her saniye ölmek isterken, erkek ölüme giden sevdiği için oradaydı. İki oda vardı sadece...Karşılıklı bembeyaz iki oda. İçerisinde karanlık iki hayatı barınd...