Hayalini kurmayı bile beceremediğim koyu kahve gözler gözlerimden ayrıldıktan sonra kutup parmakları da saçlarıma bıraktığı papatyanın aynısından bir tane de avucumun içine bırakıp gitmişti.
Ölümü avuç içime, ruhunu kırık saç uçlarıma emanet etmişti.
Pencereden gökyüzünü izlerken ne görüyordum bilmiyordum. Bir şey görüyor muydum? Görmeye değer bir şey var mıydı onun gözlerinden sonra?
O, karanlık gökyüzümde yıldızları önüme serendi. O, en parlak yıldızımdı.
Sönük bir yıldızın farkına varmadan bu hayattan kayıp gitmeyi bekliyordu. Kayarken kuyruğuna bu sönük yıldızı da bağlar mıydı?
Pencerenin önünden çekilip odanın içine ilerledim. Yatağın yanındaki komidinin çekmecesinden aldığım tokayı cebime atıp odanın çıkışına ilerledim. Çıplak ayaklarım zeminde küçük sesler çıkarırken çıktığım koridorun merdivenlerine yönelip aşağı indim. Boş koridorlar sessizliğin çığlığına ev sahipliği yaparken tabanları yaralarla dolu ayaklarımı sürüyerek dış kapının önüne geldim.
Kilit kısmına yerleştirdiğim tokayı birkaç kez sağa çevirerek denedikten sonra gelen sesle doğrulup ağır kapının gıcırdamaması için açtığım küçük aralıktan bahçeye attım kendimi. Güvenlik kulübesi çapraz kısımda kaldığı için içim rahattı.
İçim rahat mıydı gerçekten? Kokuşmuş ölü hayaller ve hayatlar doluyken hem de... Kahverengi saçlarımı omuzumdan aşağı salıp uçlarında umudu gizleyerek küçük taşlı yolda ilerledim.
Neden çıkmıştım ki dışarı?
Neyden kaçıyordum bu kadar?
İçimde hapis kalmış nefesimi boğazımdaki ilmeğe bağlayıp dışarı bıraktım. Nefesim tıkandı, ilmek çoğaldı.
Çimenlerin üzerinde ayaklarımı sürüyerek geçerken otlar parmak aralarıma girip huylandırıyordu. Her zaman gövdesinde sığındığım ağacın önüne gelip birkaç saniye gökyüzüne uzayan dallarına baktım.
Yıldızlara dokunuyor gibi görünüyorlardı.
Gölgeleri yeryüzüne esir olmuş, dalları kurtulmak ister gibi göğe doğru uzanıyordu.
Benim gibiydi.
Gölgem yeryüzüne düştüğü an uçmak istemiştim buradan, belki de bundandı çıplak ayakla dolanmam. Gölgemi kanatırsam kurtulurdum, gölgemden kurtulursam özgür olurdum.
Cılız parmaklarımı ağacın gövdesinde gezdirirken dönmeye başladım. Önce yavaş yavaş gövdede gezinen parmaklarım adımlarımın hızlanmasıyla daha hızlı sürtünüyordu. Adımlarım koşuşa dönerken kaç defa dönmüştüm o ağacın etrafında, kimden kaçıyordum habersizdim.
"Acılar beni yakalayamaz ki." biraz daha hızlandım. "Acılar beni avutamaz ki."
Belki de bu yüzden diğer insanlardan daha özgür bir ruhum vardı. Düşünmezdim, hesap etmezdim. İsterdim ve yapardım. Neden istediğimi kulağıma fısıldayan biri olmazdı.
Hissederdim.
Arzulardım.
Kendimi özgürlüğe bırakırdım.
Koca Adam'ın soluk teninde biriken damlalar şimdi benim de alnımda birikmeye başlamıştı.
Damlalarının düşüşüne hayran olduğum adam, her düştüğü yere can verirdi.
Titremeye başlayan ayaklarımı durdurup sızlayan parmaklarımı çektim ağacın gövdesinden. Kırık uçlu saçlarım sırtıma ve enseme yapışırken geri geri giderek uzaklaştım ağaçtan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON BİR UMUT (DÜZENLENİYOR)
RomanceAçıklaması yoktu hayatlarının...Bir kız vardı sadece, bir de erkek. Tek farkları vardı; Kız her saniye ölmek isterken, erkek ölüme giden sevdiği için oradaydı. İki oda vardı sadece...Karşılıklı bembeyaz iki oda. İçerisinde karanlık iki hayatı barınd...