the fallen angel

519 48 26
                                    

Bir hafta geçmişti, her şeyin üzerinden bir hafta geçmişti. Ve ben kafamda Ashton'ın ağlamaklı sesi çınlarken hiçbir şeyden tat alamaz olmuştum. Aisha da bunun farkındaydı fakat ses çıkarmıyordu. Belki de benim konuşacağıma inanıyordu. Haklıydı da, elbet konuşacaktım. Ve o günün, bugün olacağına karar vermiştim.

Hayat, her şeyiyle berbat ilerliyordu. Kendimi sık sık o gittikten sonra ne yapacağımı düşünürken buluyordum. Bu berbat yerde kalmak istemiyordum. Babamla konuşmak bir yana dursun selamlaşmıyorduk bile. Aynı evde yaşayan iki yabancı gibiydik ama bu durum beni rahatsız etmiyordu. Zaten onunla konuşmak istediğim yoktu. Fakat sonsuza dek böyle gitmeyeceğini biliyordum. Zamanımı olabildiğince evin dışında geçiriyordum. Aisha ile ya da çocuklarla provalarımıza devam ederek. İki gün önce Calum'un kamerası ile amatör bir kayıt bile yapmıştık ve Michael onu babasının arkadaşlarından birine göstermek üzere şehre geri dönmüştü. Her şeyin harika ilerlemesi gerekiyordu ama hiçbirimiz gerçekten o şekilde hissedemiyorduk.

Derin bir nefes alarak yatakta rahatsızca kıpırdandım. Bunun üzerine başını göğsüme yaslayarak uzanmış Aisha gözlerini araladı.

" Anlatacak mısın? " diye sordu sessizce. Bir insanın ses tonu bile değişebilir miydi? Sanki birden büyümüş gibi hissediyordum. O enerjik ufak kız gitmişti ve yerine daha ağırkanlı bir genç kız gelmişti. Bundan şikayet etmiyordum, olgun davranışları hoşuma gitmeye bile başlamıştı fakat o ilk gün tanıştığım enerjik kızı özlüyordum. O hiçbir şeyden haberi olmayan, saf, masum kızı.

" O kadar belli ediyor muyum? "

" Eh, biraz. " Duymayı özlediğim kıkırdaması ile biraz da olsa rahatlayarak gülümsedim. Bunu nasıl dile getireceğimi bilmiyordum fakat doğal bir şekilde konuyu buraya çekemeyeceğim açıktı. Bu yüzden en mantıklısının direk söylemek olduğuna kanaat getirmiştim.

" Aisha, senden bir şey istemek istiyorum. "

" Ne gibi? " Başını yavaşça kaldırarak bana baktı. Kafası karışmış gibi gözüküyordu.

" Ben.. Ben seni şehre götürmek istiyorum. " Vereceği tepkiden emin olamayarak bir süre öylece yüzüne baktım. Yavaşça doğrularak dizleri üzerine kalktı ve sonra bana doğru yaklaştı. Kalbim deli gibi atıyordu. Onun ağzından çıkacak kelimelere odaklanmıştım sadece. Ve beklemek beni deli ediyordu.

" Sana kemoterapi istemediğimi söyledim Luke. İstemedim, istemiyorum. İstemeyeceğim. " Söylediklerinin aksine ses tonu sakindi. Benden uzaklaşarak ayağa kalktı ve odanın ortasında dikilmeye başladı. Bunun üzerine kalkarak ona doğru ilerledim fakat eliyle beni durdurdu. 

" Aish-

" Hayır, Luke. Lütfen. Konuşursan beni ikna edeceğini biliyorum. " 

" İkna olacağını biliyorsan, bunu karşı koyamayacak kadar istiyorsun demektir. " Benden uzaklaşmasına daha fazla izin vermeyerek onu kollarımın arasına çektim ve alnımı alnına dayadım. Benimkilerden daha parlak olan mavileri ona baktığım her saniye beni içlerine hapsediyordu. Avuçlarımı sıcak yanaklarına koydum ve sessizce onu izlemeye devam ettim. O kadar saf ve güzeldi ki... Etkilenmemek mümkün değildi. Gözlerinin içinde hapis bir şekilde gülümserken, aklıma dolan şarkıyı mırıldanmaya başladım. 

"Sen düşmüş bir meleksin, 

bulutlardan, bize söylemeyecek misin?

Sen gökten düştün,

ne kadar yüksek? ne kadar yüksek? " 

 Gözlerimi kapattım ve sözleri tekrar etmeden önce ellerim yanaklarından kayarak beline indi. Bedeninin benimkinden uzaklaşmadan sağa ve sola sallanmasıyla odanın ortasında sadece benim sesimle dans etmeye başlamıştık. Bir süre duraksadıktan sonra derin bir nefes aldım ve şarkıya kaldığım yerden devam ettim. Fakat sesim önceki dizelere göre daha titrekti. 

Manhattan Stories + l.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin