Dikiz aynasından kot ceketimi şortunun açıkta bıraktığı dizlerine örterek arabanın arka koltuğunda uyuyakalmış Aisha'ya bakarak gülümsedim. Küllü kahve saçları biraz tülermişti ama güzel gözüküyordu. O hep güzel gözüküyordu. Ayağımı gaz pedalına biraz daha bastırırken gözlerimi zor da olsa ondan alarak yola verdim. Bu karanlık sokaklardan nefret etmiştim, buradaki her şeyden nefret etmiştim. Ama o değil. Ondan bir türlü nefret edemiyordum ve bu beni deliye çeviriyordu.
" Michael... " Bir erkek ismi mırıldandığını duyduğumda kaşlarımı çatarak gözlerimi dikiz aynasındaki yansımasına çevirdim. Uyanmış olduğunu gördüğümde biraz rahatlamıştım. Başka birisinin adının o masum dudaklarını kirletmesini istemiyordum. Belki bu dünya üzerindeki en temiz insan olmayabilirdim ama içindeki o minik kızı incitmektense kendimi incitmeyi seçecek kadar fedakar sayılırdım şu anda. " Ashton, yarın Michael'ın geleceğini söylemişti. Siz ikinizin oldukça ortak noktası var. "
Michael, bana hep şehirde yaşadığını söyledikleri ama benim bir türlü tanışma şerefine erişemediğim arkadaşlarıydı. Sonunda bir şeyler paylaşabileceğim biri olması güzel bir düşünceydi. Aslında Ashton ve Calum, anlaşamayacağım tipler değildi. Sadece Aisha ile aramdaki bu mesele onlardan çekinmeme yol açıyordu.
" Güzel. " Gözlerimi yoldan ayırmadan mırıldandım.
" Seni rahatlatacağına eminim, harika biridir. " O ana dek direksiyonu sıkan eklemlerimin bembeyaz olduğunu fark etmemiştim. Ellerimi biraz gevşeterek damarlarımdan akan kanın rahatlamasına izin verdim. Aisha'ya kafamı sallarken beynim türlü düşünceler ile doluydu.
Nasıl veda edeceğimi bilmiyordum. Vedaları sevmezdim, onlardan oldukça nefret ederdim. Ve bu öylesine yanağına bir öpücük kondurarak sonra görüşürüz diyebileceğim bir veda değildi. O gidiyordu ve dönmeyecekti. Hiçbir sıcak kucaklaşma, hiçbir öpücük ya da gözyaşı bu durumu değiştiremeyecekti.
Her şey bitiyordu. Tahmin edemeyeceğim kadar kısa bir sürede hem de.
Arabayı evlerinin önündeki boş araziye çektikten sonra soğuk davranışlarımdan belli ki alınmış olan Aisha'nın arabadan hızla inerek eve doğru koşmasını izledim. Belki de onu yalnız bırakmam daha iyiydi. Arabayı kenara park ettikten sonra koşarak eve girdim ve sonra babama bir hayalet muamelesi yaparak odama geçtim. Yatağıma oturup başımı ellerim arasına aldım. Duvarlar benim yerime nefes alıyordu ve aklım çözülüp boş düşüncelerle karışıyordu. Bu gece üzerimden bir yük kalkmış gibi hissediyordum; ona istediğini vermiştim değil mi? Her şeyi tatmış bir genç kız olarak... gidecekti. Bu gece son darbemi vurmuştum. Dudakların dansını yaşamıştı, bedenlerin de. Kalp kırıklığını almıştı, heyecanını da. Son darbemi vurmuştum. Belki de onu yalnız bırakmalıydım.
Karanlık ışığa dönüştüğü zaman, bu iş, bu gece bitmeliydi.
Ertesi sabah yatağıma çöken ağırlık ile yerimden sıçrayarak uykumu böldüğümde bunun sadece Calum olduğunu gördüm. Muhtemelen babam onu içeri almıştı ve uykumun önemsiz olduğunu varsayarak odamı göstermişti.
" Ona ne yaptın? " Çenesinin hafifçe kasıldığını fark ettiğimde doğrularak yutkundum. Bana bakmayı reddediyordu ama yandan bile seğiren gözlerini görebiliyordum. Derin bir nefes aldım. Bir şey yapmamıştım, onun istediğini vermiştim ona sadece. Ya da vedalardan kaçmıştım. Bilmiyordum. Sadece değişik bir ruh hali içerisindeydim. Bir an için dünyamın merkezindeki bu minik yüreği incitmektense her şeyi yapabilecek o kişi oluyordum ve sonra bir korkak gibi kabuğuma çekilerek kendi parçalarımı kırılmaktan kurtarmaya çalışıyordum.
Bir halta yaramıyordum, bunu kendim de biliyordum.
" Bir şey yapmadım. " diye mırıldandım yataktan kalkarak altıma dolabımdan çektiğim bir pantolonu geçirirken.
" Michael bile onu neşelendiremiyor, ona ne yaptın? " Sanki cevap bile vermemişim gibi sorusunu yinelediğinde derin bir nefes aldım. Neden anlamıyorlardı? Ona bir şey yaptığım yoktu. Tüm bunların nedeni onun ölüyor oluşuydu. Kendisi de bunu biliyordu. Ölecekti ve dünyada ondan sonra olacak hiçbir güzel şeyi tadamayacaktı. Evlenemeyecekti, onun gibi güzel bir kızı olmayacaktı. Genç kız hayallerinin gerçeğe dönüştüğü anları hiçbir zaman yaşayamayacaktı. Neden anlamıyorlardı? O ölüyordu ve aslında içten içe bu durumdan korkuyordu.
" Ona bir şey yapmadım, sorun onun ölüyor olması. "
" Sakın. " Birden ayağa kalkarak omzuma koyduğu eli ile beni kendine çevirdi. Onun karanlık bakışları ile buluştuğumuzda içten içe bunun beni ürkütmediğini söylemek yalan olurdu. Ama doğruyu söylüyordum. Onun zehrini damarlarımda dolaştırıyordum ve gittikçe yayılıyordu. Yapabileceğim bir şey yoktu, vedaların bir anlamı yoktu.
Hepimiz bu gerçeğin farkındaydık. Görmezden gelmek onların seçimiydi.
" Neye inanmak istediğiniz, neyi görmek istediğiniz... Hiçbiri umrumda değil tamam mı? " Vücudumu onun elinden kurtararak birkaç adım geri çekildim. " Ben... " sesim çatlamıştı, güçsüz yanımı göstermek istemediğim halde bu duruma engel olamamıştım. Boğazımı temizleyerek tüm o yumruyu yutmaya çalışmak bile anlamsızdı, çatallaşmış sesimi engelleyemiyordum. " Ben sizin aksinize... gerçekleri görebiliyorum. "
Hıhladı. Yüzündeki ciddi ifadeyi alaylı bir tanesiyle değiştirdi, gözlerinde alayın yanı sıra oluşmuş acıma duygusu ve içten içe beraberinde yanıp tutuştuğu kederi gördüm.
" Biz gerçekleri görmüyoruz mu sanıyorsun? " Yüzündeki tüm duygular bir anda silinmişti ve ben artık hiçbir şey okuyamıyordum ifadesinden. Dilini etli dudaklarında gezdirdi ve sonra bu ona gerçekten zor geliyormuş gibi yutkundu. " Kendinden daha değerli gördüğün birinin kısa bir süre içinde başkasının kollarında ölmesine izin vermek ne kadar zor biliyor musun? " İşaret parmağını bana doğrulttuğunda sanki aynı doğrultudan atılmış bir kurşun ciğerlerime saplanmış gibi hissettim. " Onun ölmekte olduğunu biliyoruz, seni orospu çocuğu. Onun gibi hepimiz bunu biliyoruz. " Ses tonu yükseldikçe yüzünde gelişen öfkeyi gördüm. Kaşları çatılmış, bakışları beni keskin bir bıçak gibi ortadan ikiye ayırmıştı. " Ama biz, onu mutlu etmeyi seçiyoruz. " Ve sonra tek bir şey bile söylemeden odamdan çıkıp gitti. Sadece saniyeler içinde evin çarpan kapısını duymuştum ve bu içimde bir şeylerin kırılmasına yol açmıştı.
Sadece onu kırmıyor, kırdıkça kırılıyordum. Bu sadece ruhsal bir acı gibi hissettirmiyordu, neredeyse fiziksel olarak canım yanıyordu. Keskin bir ağrı vücudumu ele geçirmişti ve eklemlerim her saniye biraz daha kısılıyordu.
Sanki içimdeki kırılmış parçalar göğsüme batıyordu ve ben dayanamıyordum. Ne zaman, ne zaman bu duruma tutulmuştum? Bağlanmak ve kırık bir kalple ortada kalmak bu kadar çabuk gelişebilecek iki şey miydi?
Üzerime bir tişört geçirdikten hemen sonra Calum'un izlediği yolu izleyerek aşağı indim ve karşıdaki eve doğru koşturmaya başladım.
Aptallık etmiştim ve yaptıklarımı düzeltmem gerekiyordu.
Kararımı çoktan vermiştim. Kendim paramparça olana kadar onun kalbini tamir etmeye çalışacaktım.
Yeterinde parçalanmış mıyım dersin Manhattan? O kadar kırık döküğüm ki toz zerrecikleri nefeslerimi daraltıyor, kırılmış parçaların keskin uçları göğsümü parçalıyor...
Seni saatlerdir bunaltıyorum Manhattan, farkındayım. Ama merak etme, çünkü artık daha güzel hikayeler anlatacağım.
En azından bir süre için deneyeceğim.
sonsuzluk süre sonra mrb
yabancıların beden dersi hiç çekilmiyor, başım ağrıyor bahanesiyle bir şeyler yazayım dedimbeni unuttuğunuzun farkındayım ama eskiden buralarda olan yorumlarınızı görsem fena olmaz
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manhattan Stories + l.h
Fiksi Penggemar" Öleceğimin farkındasın değil mi? " " Sana Manhattan'ın dondurucu soğuğunda bir geceyi dışarıda geçirmek zorunda olduğumuz günü anlatmış mıydım? " Aisha, Luke'u dinledikçe Manhattan'a aşık olurken Luke'un da ona aşık olmaya başladığının farkında...