2. Bölüm 'UZLAŞMA'

145 18 17
                                    

Evanescence-Lithium 🎶

Bazen hayatımızda anlamlandıramadığımız bir şey olur. O şeye bir değer verebilmek için düşünür, düşünür ve düşünürüz. Çünkü ne olduğunu bilmediğimiz şeyler bizi huzursuz eder. Küçücük bir rahatsızlıkla başlar, içimizi kemire kemire kocaman rahatsız edici ve kafamızdan atamadığımız bir şeye dönüşür.

Şu anda. Tam şu anda anlamadığım olayların, durumların ortasında; neden bahsettiğini bilmediğim dost mu düşman mı belli olmayan bir adamın karşısında o rahatsız edici şey içimde kendine yol çizmeye başladı. Eğer gerçekleri öğrenemezsem, boşlukları dolduramazsam daha haberimin bile olmadığı belirsizliklerle beraber beni bitirecek olan o şey; şüphe.

Kafamın içinde gittikçe yükselen yüzlerce sesten çıkan tek bir soru. Sanki içten içe bildiğim ama farkında olmadığım bir cevabın sorusu. Bir şeyleri kaçırmışım, atlamışım da farkında değilmişim ama çözmem gerekiyormuş gibi bir soru. Ama henüz ne olduğunu bilmediğim ya da bilmek istemediğim! İnkar ettiğim bir soru. İçimdeki sessizliğe hapsettiğim üstüne yüzlerce kilit vurduğum beni mahvedebileceğini düşündüğüm bir soru. O başıma ağrılar sokan seslerle birlikte aldığım derin nefesle dudaklarım aralandı. Kafamı aniden kaldırıp sessizce benden cevap bekleyen adamın gece gözlerine diktim gözlerimi.

Hatırlamıyordum.
Hatırlamıyorum.
Ne yazdığım o ismi hatırlıyordum, ne o pis izbe hücreden bozma yıkıntı odaya nasıl ve neden götürüldüğümü, ne de bu adamın istediği şeyin bende olabileceğini neden düşündüğünü.

Neden hatırlamıyorum. Düşündükçe hapis olduğum aylarda görmezden geldiğim boşlukları hatırladım. Hafızamın ücra köşelerine sıkıştırdığım, sanki kendimi korurmuş gibi en uzak köşelere ittiğim boşluklar.

Sonunda sesimi buldum. Kalınlaşan, sesimden tiksine tiksine konuşmaya başladım.

"Ne bir yeterliliğe, ne yeteneğe ne de sana lazım olacak bilgileri biriktiren bir hafızaya sahibim. Benden ne istediğine, bende senin işine yarayacak ne veya niye olduğunu düşündüğüne dair hiçbir fikrim yok." Sert bakışlarını üzerimden çekmeden bana doğru yürümeye başladı. Arkamda kalan panolara doğru yöneldiğinde konuşmaya devam ettim. "İsmini niye takıntılı gibi yüzlerce kez yazdığımı ya da senin o sayfayı nasıl bulduğunu da bilmiyorum. Bilmiyorum işte hiçbir şey bilmiyorum." Sonlara doğru çaresizlikle yükselen sesimle birlikte ne yaptığına bakmak için arkama döndüğüm sırada gözümün önüne uzattığı bir fotoğrafla kesildi.

Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken istemsizce elimi uzatıp parmak uçlarımla fotoğrafın üstüne dokundum. Bendim. Fotoğrafın çekildiği eski, izbe bir deponun önünde giymeye bayıldığım topuklu ayakkabılarla dikilen ben vardım. Ellerimde soğuk havadan korunmaktan çok bir aksesuar olarak kullandığım eldivenlerim. Eldivenlerimin içindeki ellerimin uzandığı adam.

Bu fotoğrafın şaşkınlıktan küçük dilimi yutturacak olmasının nedeni o adamdı. Çünkü daha önce uzaktan bir kaç kez anca gördüğüm, benden haberinin dahi olmadığından emin olduğum, sahibi olduğu şirketin en alt kademelerinde çalıştığım için yanına bile yaklaşamadığım Cengiz Aktepe'yle bu ıssız yerde el sıkışmak bir yana göz göze geldiğimi dahi hatırlamıyordum. Deliriyorum. Deliriyorum.

Korkuyla büyüyen gözlerimi ona çevirdiğimde şaşkınlığım karşısında kafası karışmış, gözlerini kısmış beni izlerken buldum. Elim yanmış gibi hızlıca çektim ve korumak ister gibi ellerimi birbirine yapıştırdım.

"Senden istediğim şeyin var olduğunu anlamam Erva, Cengiz denen o itin seni bulduğumu öğrendiği anda belli etmemeye çalışsada ne kadar rahatsız olduğunu fark etmemle kesinleşti. Bu fotoğraf, bu belgelenmiş tanışıklığınız ise artık bana yalan söylemeyi kesmen ve konuya girmen gerektiğinin bir işaretiydi. Bir an önce." Gözleri çıkan her bir kelimeyle daha da keskinleşti, güç doldu. Titrek mum ışığı kirli sakallarının altındaki keskin çene hatlarını daha da tehlikeli gösterirken benim düşünebildiğim tek bir şey vardı; bu adam, bu şizofren hastası adam neden bahsediyor?

SALVOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin