Pink-TrySessiz bir harmoni.
Kulaklarımı dolduran onlarca farklı sesin birleşerek oluşturduğu muhteşem bir huzur.Sesler, ritimler, vuruşlar, tonlar.. Zemininde oturduğum bu karanlık, bilinmeyenlerle saklı 'o' odanın köşesinde, köşeye gizlenmiş ses sisteminden kime ait olduğunu bile bilmediğim muhteşem parçanın tonlamaları eşliğinde gözlerimi kıstım.
Ömer'in listesinde ki muhteşem şarkılarda kendimi kaybederek geçirdiğim saatlerden beri siyah taytımın çevrelediği bacaklarımı bağdaş yapmış tahta zeminin üzerinde duvarlara, panoya asılmış onlarca kağıda bakıyordum. Belgeler. Anlaşmalar. Yazışmalar. Kanıtlar. Sonuçlar. Fotoğraflar. Resimler. İmzalar. Her türlü şey. İşine yarayabileceğini düşündüğü en ufak şeyi bile çöpçü fare gibi istiflemiş duvarlara, bana en yabancı ama şuan en tanıdık olan adam.
Onun sakladığı şeyler arasında bu kalın kafama vurdukları her neyse onun yüzünden oluşan saçma hafıza kaybımın oluşturduğu o sonsuz, acı verici, siyah boşluğu dolduracak tanıdık bir şeyler aradı gözlerim. Aradı. Aradı. Aradı.
Hala yazdığımı hatırlamadığım bir sayfa dolusu ismin bulunduğu o beyaz mürekkebe ev sahipliği yapan siyah kağıt. Hala gittiğimi hatırlamadığım o yerdeki çekilmiş fotoğraflar. Çektiğimi ya da çektirttiğimi hatırlamadığım Ömer'in fotoğrafları. Bir kaç gazete haberi; bir adamın ölüm ilanı, kayıp ilanı, ufak tefek davalar.
Sıradan her şeyi gözden geçirmeye başladım. Bulundukları yerden alıp beynime sivri uçlu bir çiviyle kazıyana kadar, gözlerim acıyana kadar onlara bakmaya, ezberlemeye ve kafamda bir yere oturtmaya devam ettim. Bir kaç gün önce uykusuzluk anımda yaptığımız o konuşmanın finalini getiren ve muhtemelen ona yavaş yavaş benim bir deli olduğumu düşündüren o unutkanlığımdan bir daha hiç bahsetmedik.
Olanlar olmamış, unutulanlar unutulmamış, yaşanılanlar yaşanılmamış gibi.. Benim eksiklerle dolmuş hayatımı sorgulamayı bıraktık. O akşam insanın unutması mümkün olmayan en büyük hatta belki de tek şeyi unutmamışım gibi normal düzenimizde devam ettik. Ben mi? Ben ise içten içe her şeyi hatırlamaya, neden unuttuğumu anlamaya çalışıyordum.
O hücrede uyandığımda neler hissetmiştim. Korku? Dehşet? Anlamamazlık? Nefret? Hüzün? Umutsuzluk? Evet, evet. Evet! Hepsine kocaman bir evet ama bu unuttuklarımı mantıklı kılabilecek bir baş ağrısı veya şişlik hatırlayamıyordum. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım aylar öncesinde ki bedensel hislerimi hatırlayamıyordum.
Kendimi toparlamam için bana zaman verse de içten içe anlattığı eksik nedenlerinin intikamını almak için bir an önce bana ihtiyacı olduğunu tahmin edebiliyordum. İşte bu yüzden ki o odasına kapanmış işlerini düzene sokmaya çalıştığı onlarca telefon konuşması arasında kendimi pencerenin önünün kapalı olmasından dolayı bu loş ışıkla zar zor aydınlanan odaya attım. Belki bana tanıdık gelen şeyler olur diye.
Ama.
Gelmedi. Gelmiyor.Benim onlarca fotoğrafım serilmiş bir halde duruyordu kenarda duvara yaslanmış masanın üstünde. Bir elimi bacaklarımın yanından yere bastırıp kendimi ayağa kaldırdım. Yavaşça o köşeye doğru yürümeye başladım.
Bir adım.
İki adım.Sol tarafımdan gelen mum ışığının uzayıp kısalması sonucu sağ tarafımdaki duvarda şekillenen gölgeme takıldı gözlerim. Büyü gibi. Sihir gibi. Kendime itiraf etmek istemesemde içtem içe biliyordum ki şuan böyle ayrıntılara takılmamın tek nedeni korkuydu. Gerçekleri öğrenmekten, gerçekleri öğrenememekten kaynaklanan bir korku. Her şeyi biraz olsun ertelemek, inkar etmek için birazcık daha zaman olsun diye yapılan geçiştirme hareketleriydi bunlar. Yine de kendimi bile bile kaptırdım o düşünce seline.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALVO
Roman pour AdolescentsBir kız. Sırların ortasında, tehlikenin kucağına düşmüş. Hapsolduğu cehennemden kurtulmak için her şeyi yapmaya razı, her şeye katlanmaya hazır. Yeter ki kurtulsun. Yeter ki yalnız kalmasın, ölmesin. Ölmesin. Yaşasın.