Meg Myers-Monster 🎶
Tik.
Tak.
Zaman.
Geçmez.
Anlamını yitirir, saniyeler dakikalara, saatlere dönüşür. Akreple yelkovan alay edercesine görevlerini değiştirir, her nefesim bir ömür kadar uzun gelir.
Bitmez.
O sevilmeyen, korkulan zaman bitmez, geçmez.
Geçmez.
Geçmiyor.Gözlerimin kilitlendiği gece kadar karanlık mavi, içinde şiddetli fırtına bulutların çarpıştığı sinirli gözler. Ona baktığımda aramızdaki mesafeye rağmen o kadar dikkatli bir şekilde izliyordu ki gözlerimi, sanki içlerinde bir şey arıyormuşçasına. Şeklini, rengini, irisimin dışını çevreleyen yeşil gözlerimde ki her bir çizgiyi ezberlemesi gerekiyormuş gibi. Gözlerimi kapattım. Onun korkutucu bakışlarını hiç çekinmeden benim gözlerime dikmesini izlemek istemiyordum. Dayanamadım. Yine de bakışlarını üzerimde hissettim. Derin bir nefes, bana güç vermesi için iyi havalanmayan bu küçük odanın alıştığım basık havasını içime çektim ve avuçlarımı arkamdaki duvara yasladım. Ses yok.
Bir nefes aldım. Hissediyorum, bakıyor.
Sırtım duvarda. Verdim.
Bir nefes aldım. Duyuyorum, ne olduğunu bilmediğim ufacık bir ses.
Sürtünerek ayağa kalktım. Verdim.
Bir nefes aldım, gece gözlerinin derinliklerinde gördüğüm şeyden korktum. Verdim.
Son kez göğüs kafesimi şişerecek kadar nefesle doldurdum içimi ve sonunda gözlerimi açtım.Karşımda, bir kaç saniye önce durduğu kapı yanında değil, tam iki adım ötemde. Karşımda. Tepede cızırdayan eski ampülün cılız ışığında suratının yarısı gölgelerin içinde, tam karşımda bana bakıyor, yine. Acımasız bakışlarının altında içten içe sinsemde dıştan güçlüydüm, korkusuz. Meydan okuyan bakışlarımla gözlerine baktım. Sanki o güçsüzmüş, o kapana sıkışmış, o çaresizmiş gibi.
Beni endişelendiren, korkutan bir şey yokmuş rolüyle onu incelemeye başladım umarsamaz bir şekilde. Sarının en koyu tonlarını barındıran saçları sanki biraz önce arasından parmaklarını geçirmiş gibi her tarafa dağılmış duruyordu. Alnına düşen ufak saç tutamına takıldı gözlerim, oradan geniş alnına, gece mavisi gözlerine, burnuna, çizgi haline gelen dolgun dudaklarına, sıktığı çenesinden dolayı içe göçen yanaklarına baktım sırasıyla. Cılız ışıktan dolayı yanaklarındaki çukurların karanlıkta kalışına, kirli sakallarına. Geniş omuzlarına tam oturan beyaz gömleğin kollarını dirseklerine kadar katlamış, bir elini kumaş pantolonunun cebine sokmuştu, onun karşısında küçücük kalmıştım. Hiç güç sarf etmeden beni ordan oraya sürükleyebilecek kadar kırılgan. Ben bana verebileceği zararları düşünüp kendimi korkulurken o hala bana bakıyordu.
Hala.
Bana bakıyordu.
Dudaklarının kenarları hareket etti. Yukarıya doğru acımasızca kıvrıldı.
Küçümseyen, dalga geçen bir sırıtmayı izleyen acımasız bakışlarla kalakaldım.''Buldum seni." Kadifemsi sesini duydum. Dudaklarını araladı, dilini yuvarladı, ses çıktı, harfler birleşip kelimeler oluştu. Ama mantıksız geldi.
Bana bu iki kelime mantıksız geldi.Ne kadar olduğunu tam olarak bilmediğim bir süredir kapana kırıldığım bu cehennemde elini kolunu sallayarak giren ilk adamın beni hapseden kişi değilde arayan kişi olması bana mantıksız gelmişti.
Beni arıyor.
Beni mi arıyor?
Beni neden arıyor?Dudaklarımı yaladım ve aylardır çıkmayan sesim konuşmaya başladığımda itiraz edercesine titrek çıkmaya başladı, zayıf, güçsüz.
''Sen kimsin?'' Diye sordum çatallaşmış sesimle fısıldayarak. Aklımdaki onlarca sorunun arasında neden ilk önce bunu sorduğumu sorguladım içten içe.
Bana doğru attığı adımla iyice duvara yapıştırdım kendimi. Kafasını yan tarafa eğerek eğlenircesine bana baktığında nefesimi tuttum. Nefesimi tuttum. Nefesimi tuttum. Nefesimi tuttum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALVO
Roman pour AdolescentsBir kız. Sırların ortasında, tehlikenin kucağına düşmüş. Hapsolduğu cehennemden kurtulmak için her şeyi yapmaya razı, her şeye katlanmaya hazır. Yeter ki kurtulsun. Yeter ki yalnız kalmasın, ölmesin. Ölmesin. Yaşasın.