3. Bölüm: 'GİZLİ'

106 16 12
                                    

Boy Epic-Say Something🎶

Ağır geliyordu. Bütün her şey beni benliğimin en dibine kadar sarmalamış, hayatımı, düşüncelerimi, ruhumu ele geçirmiş gibi üzerime geliyordu. Beni ele geçiriyordu; yavaş yavaş, sinsice.

Ağır geliyordu; ayların alışkanlığını, delirmişliğini, çaresizliğini üzerimden bir anda atabileceğimi düşündüren o hissin kaybolması ve yerine en derinlerime kadar korkunun kaplaması. Kurtulamayacağım. Bu lanet olası hayattan, sırlardan beni ele geçiren saçmalıklardan kurtulamayacağım.

Çaresizlikle odanın köşesinde sırtımı duvara yasladım ve ne yapacağımı bilemediğimi belirten, ağlamamı engellemeye çalışan titrek bir nefes verdim. Yavaşça aşağıya doğru kaydırdım kendimi. Sırtımın duvarda kayışını hissediyordum, soğukluğunu, içeri göçmüş belimdeki boşluğu. Saçlarımın her aşağı indiğim an tepemde kalışını.

Ne yapacağımı bilemediğim düşüncelerin beni alt edebileceğinin korkusuyla gözlerimi kapatıp kafamı yukarı kaldırdım ve iyice duvara dayandım. Kafamı kurcalayan bütün her şeyi bir çırpıda silebilirmiş gibi iyice bastırdım.
Bastırdım.
Bastırdım.
Ta ki başımın arkasında ki zonklamayı hissedene kadar. Ta ki acıyı hissedene kadar. Çenemi sıkabildiğim kadar sıktım. İşte o zaman sinirlerin ilettiği ufak acıyla kendimi iyi hissetmeye başladım. Bacaklarımı kendime iyice çektim ve oturduğum zeminin soğukluğunu hissettim. Başımın ağrısını. Hayatımda olup biten her şeyin saçmalığını unutturacak en ufak şeye bile odakladım kendimi sessizce. Göz kapaklarımın arkasında akmaya hazır her bir damlaya lanet okuya okuya hissettim, bütün benliğimle tutundum onlara.

Başımı duvardan ayırırken elektriklenen saçlarımdan gelen sesleri dinledim. Dışardan gelen şiddetli rüzgarın ıslıklarını. Soğuktan üşüyen hayvanların yakarışlarını. Kendime çektiğim dizlerime yasladım başımı yavaşça. O kadar uyuşmuştum ki, ve bundan dolayı o kadar yavaş hareket ediyordum ki yanağımın altında dizlerimi hissedene kadar bir ömür geçmişti sanki. Kendime ait olmayan bir ömür. Başkasına aitmiş gibi gelen bir koca ömür.

Kendimi birden ısrarla ertelediğim kaçınılmazın içinde buldum; düşüncelerin, soruların, olmayan cevapların içinde. Hapis olmuş ben; kim yaptı? Bilmiyordum. Kaçırılmış ben; neden kaçırıldım? Bilmiyordum. Eksik hafızaya sahip ben; neden hatırlamıyordum? Bilmiyordum. Neleri hatırlamıyordum? Neden buradaydım? Ne gibi bir yardımım olabilirdi? O hatırlamadığım kısacık zamanda neler olmuştu? Ne yapmıştım? Benden ne elde edeceğini sanıyordu? Neden en yakın arkadaşı, kardeşi dediği adam öldürüldü? Ben bu intikamın neresinde olabilirdim? Neden ben? Neden. Neden? Neden!

Yüzlerce soru başımın içinde dolanıp beni boğarken verebildiğim tek bir lanet cevap vardı; bilmiyordum.
Bilmiyordum.
Bilmiyordum!
Lanet olasıca işime yaracak tek bir şey bile bilmiyordum!

O soruların içinde kendini köşelere saklamış, diplere çekilmiş bir soru vardı. Ama ona ulaşamıyordum. Sanki o soruyu sormak benim en korkulu rüyamdı. En gerçekleri soran sorumdu ve benim bunu dile getirmeye en ufak bir cesaretim bile yoktu. Daha ne olduğundan habersiz olduğum o sorudan öylesine korkuyordum ki sırf onu sormamak için gerçeklerle yüzleşmeyerek kaçıyordum. Kaçıyordum.

Her şey kendi içimde olup biterken pencereden gelen ay ışığı soldu, zifiri karanlık oldu, aydınlandı ve bulutların arkasından kendini gösteren kış güneşinin hafif ışıkları odayı aydınlattı. Saatlerce aynı pozisyonda, yerde oturmaktan her yerim tutulmuştu ve ben hala kendi kendime düşünüyordum; ben Ömer'e ne kadar güvenebilirdim? Ya da ona güvenebilir miydim?

SALVOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin