3 dersi neredeyse tamamen uyuyarak geçirmiştim. Uyandığımda sınıftan birkaç kız çıkıyordu. Başımı kollarımın üstünden kaldırdım, kollarım uyuşmuştu. Sigaramı, çakmağımı, telefonumu ve odanın ufak anahtarını kontrol ettim ve kızların arkasından dışarı çıktım. Koridor kalabalıktı ama çoğu kişi sadece dolaplarını düzenlemek veya arkadaşlarıyla sohbet etmek için buradaydı. Merdivenlerden aşağı indim ve bahçeye çıktım. Yatakhaneye gidip uyumak istiyordum, uyanma saatime daha çok vardı. Ağır hareketlerle sigara paketimi çıkardım, içinden bir bir tane aldım ve yaktım. Güneş bugün batmak için gecikiyor gibiydi. Bahçedeki ağaçlar hiç dikkatimi çekmemişti, ama binaların kenarlarında dallarında meyveleri olan meyve ağaçları vardı. Binamızla yanındaki bina arasındaki küçük bahçeye girdim. Etrafı meyve ağaçları kaplıyordu. Sigaramdan bir nefes çektim, bu arada genizden gelen bir ses duydum. Etrafıma baktım, sonra binanın arkasına. Sabah önüne geçtiğim, cılız çocuğu itekleyen çocuk, Dave'in yakasını tutmuştu, oda arkadaşımın yüzü morarmıştı. Dave'in gözleri beni buldu, sonra nefesinin kesilmesi yüzünden boğulacakmış gibi oldu. Çocuğun arkasından biraz sessizce yaklaştım, sonra tişörtünün yakasını sol elimle tutup kendime çevirdim. David çöktü ve öksürerek nefes almaya çalıştı. ''Adın ne?'' Monoton bir ses tonuyla konuştum. ''Bran- Brandon,'' dedi şaşkın bir edayla. ''Brandon,'' diye tekrar ettim ve burnuna doğru kafa attım. Kız gibi çığlık atarken burnu kanadı. Yarasında sağ elimdeki sigaramı söndürdüm ve kasıklarına sağ dizimi geçirdim. ''David'den uzak dur, Bran-Brandon,'' dedim ve yakasını hızlıca savurdum, gücümle birlikte yere savruldu, sırt üstü yere düştü. Elimi pantalonuma sildim ve David'e elimi uzattım, bizi izlerken yere çökmüştü. Elimi tutarak doğruldu. Meyve bahçesinden çıkarken ''Ben-'' diye başladı. ''Unut gitsin,'' diye sözünü kestim. ''Sadece teşekkür ederim.'' Sigara paketimi çıkarıp ikram ettim. ''Kullanmıyorum,'' dedi. Omuz silkip bir sigara yaktım, meyve bahçesinden çıktım.
Yatakhaneye yöneldiğimde beni takip ediyordu. ''Sana borcum var biliyorum, ve belki de benden uzak durmak istiyorsun; ama lütfen-'' Kolumu tutarak beni durdurdu. ''Yardıma ihtiyacım var.'' Kolundan kurtulup derin bir nefes aldım ve cebimden bir sigara daha çıkardım. ''Nicole kayıp. Bulamıyorum, yok.'' Kaşlarımı kaldırdım. ''Eminim ki o da aynı senin gibi kendi başının çaresine bakabiliyordur.'' Meyve bahçesine imalı bir bakış attım. ''Belki de senden daha çok.'' ''Öğlen yemeğinden beri yok,'' dedi sinirle. ''En son,'' dedim. ''Siyaset Tarihi dersinin ortasında sınıftan çıktı.'' Sorar gibi bakınca ''Aynı sınıftayız,'' diye açıklama yaptım. ''Sanırım aramızda en temiz sicilli olarak gidip profesöre nedenini sen sormalısın,'' ''Aynı sınıftaysan neden çıktığını nasıl bilmiyorsun?'' diye sordu. ''Bilirsin, o ara korkunç oda arkadaşı işlerimi yapıyordum,'' diye dalga geçtim. Gözlerini devirdi. ''O zaman burada bekle,'' dedi. Gergin adımlarla yönetim binasına yürüdü. Onu beklerken sigaramın dumanıyla havaya yıldızlar ve ay çizdim. Hava biraz daha kararmıştı. Bahçe daha az kalabalıktı. Biraz sonra David yarı koşup yarı yürüyerek geldi. ''Derste sinir atak geçirmiş. Lavaboda veya yatakhanede olabilir. Veya kendini bir yere kilitlemiştir.'' ''Bence ilk önce kendini kilitleme seçeneğine bakmalıyız,'' dedim. ''Kız kardeşin atak geçirince kendini hızlıca kontrol altına alabilir mi?'' diye sordum. ''Çoğunlukla anlıktır, sonra kendine gelebilir.'' Düşündüm. ''Peki okuldan sonra ne yapar?'' ''Neden, sinema mı teklif etmeyi düşünüyorsun?'' Gökyüzüne dumanla bir güneş daha çizip sigaramı yerde söndürdüm. ''Spor yapar, müzik dinler veya kitap okur.'' ''O zaman ilk odasını sonra kütüphaneyi kontrol et. Ben spor salonuna gidiyorum." Yolumun daha uzun olması yüzünden benim kontrol etmek için sadece 1 yerim vardı. Ters yönlere koşmaya başladık, ikimiz de durumun aciliyetini anlayabiliyorduk. Benim de sinir ataklarım olurdu, ilk gün payımı da almıştım zaten. Kütüphane yatakhane binasındaydı. Spor salonu da sosyal etkinliklerin olduğu binadaydı. İçeri girip asansörle cam tavanlı odaya çıktım. Spor salonu gym tarzındaydı, saha yerine fitness aletleri vardı. Tavanı ve duvarları camdandı, bir cam içeriyi havalandırmak adına açık bırakılmıştı. İçeride bir temizlik görevlisi varfı. Kızlar soyunma odalarına girip "Nicole!" diye seslendim. Tek tek duşları kontrol ettim. Yoktu. Spor salonundan çıktım. Asansörü beklerken bir sigara yaktım. Ama sadece David'i beklemeye razı değildim. Asansöre binip zemin kata bastım. Kısa bir süre etrafta dolandım, sonra stadyuma bakmaya karar verdim. Bir stadyum olduğunu biliyordum ama emin olmak için yönetim binasının önündeki haritaya bakmaya karar verdim. Adımlarımı yönetim binasına çevirip hızlandım. Merdivenin sağ köşesinde bir harita panosu vardı. Stadyum, meyve bahçelerinin hemen arkasındaydı. Hızlı adımlarla çocuğu hırpaladığım yere geldim, sonra bahçeyi geçtim ve stadyumun girişine geldim. Ortadaki amerikan futbolu sahasını koşu parkuru çevreliyordu, tribünleri de mavi plastik sandalyeler kaplıyordu. Beyaz dev lambalar stadyumu aydınlatıyordu. Koşu parkurunda uzun sarı saçlı bir kız koşuyordu, bunun Nicole olmadığından emindim. Kız hakkında tereddüte düşsem de soyunma odalarını kontrol etmeye karar verdim. Kız beni görmüştü. Biraz yavaşladı, belki de tek başına koşmayı tercih ediyordu, ama dik dik bana bakıyordu. Bunun beni ayıplamasıyla veya benden utanmasıyla alakası olmadığını anlayabiliyordum. Soyunma odasına girecekken bana daha yakındı. Adımı seslendi; "Blake?". Durup kıza baktım. Önündeki saçlarını iki tel tokayla arkaya doğru tutturmuştu. Benden kısaydı ama uzundu. Işık pürüzsüz ve terli tenini parlattığı için yüzünü tam seçemiyordum ama ses tonunu çok iyi hatırlıyordum. "Grace?" Dedim ondan daha sessiz bir şekilde. Üstünde siyah bir tayt ve bol mavi bir tişört vardı. Bir süre bakıştıktan sonra o sahanın içine girerek bana koşmaya başladı ve ben de ona yürüdüm, ama en fazla 2 metre yakınlaşmışken soyunma odasından bir çığlık geldi. Onun duyup duymadığını bilmiyordum ama ters dönüp soyunma odasına doğru koştum. İçeri girip kızlar soyunma odasına daldım. Nicole'ün üstünde sarı askılı bir tişört ve siyah bir tayt vardı. Duvara yaslanmıştı ve korkuyla özel alanına giren çocuğa bakıyordu. Çocuğun yakasından tutup çekerek onu kızdan uzaklaştırdım; bunu bugün ikinci kez yapıyordum. Savurdum ama düşmedi; bunu da ikinci kez yapıyordum. Ard arda yumruk atmaya başladım, 5. yumrukta yere düştü, sonra sinirden kendimden geçmiş bir şekilde vücudunun değişik kısımlarını tekmeledim. Ne zaman geldiğini anlamadan Grace omuzlarımdan tutup beni çekiştirdi, "Kes şunu!" Diye bağırdı. Her zamanki gibi kollarını karnıma dolayıp beni sakinleştirmeye çalıştı. "Nicole panik atar geçiriyor. Şunu dışarda yapsan olmaz mı?" Dedi ve beni bıraktı. Çocuğun yakasından tutarak onu dışarı sürükledim. Şimdi çocuktaki hasarı görebiliyordum, ve kim olduğunu. Sertçe onu ayağa kaldırdım. "Demek Bran-Brandon beni ciddiye almamış. Artık ne yapabileceğimi görebiliyor musun?" Diye sordum. "İkizlerin muhafızı olmaktan başka bir şey yapıyor musun? Bir gün öğrenmek isterim." Yüzüne tükürdüm. "Sadece muhafız değilim, senin celladınım. Ne yaptın o kıza?" Çarpılmış yüzüne pis bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı, canı yandığında yüzünü buruşturdu. "Sadece eğlenecektik, ama sahibin çok hırçınmış," dedi.
Yumruk.
Yumruk.
Yumruk.
Yumruk.
Tekme.
Pat.
Çocuk bilincini yitirerek yere düştü. Ayaklarımla bedenini sürüyerek kenara çektim. Nicole ve Grace, kol kola çıktılar. Nicole çok bitkin görünüyordu, ve utanmış. Grace, Brandon'ın bayılmış bedenini gördüğünde gözlerimi çevirdi ve Nicole'ün gözlerini kapattı. "Oda arkadaşımı kurtarmanı neye borçluyum bayım?" Diye sordu Grace, gülümseyerek. "Oda arkadaşıma," diye cevap verdim oda arkadaşımın ikizinin oda arkadaşı olduğunu öğrendiğim çocukluk arkadaşıma. "Siz gidin, benim küçük bir işim var," dedim. "Umarım çocuğun naaşıyla çıkmazsın," diye mırıldandı Nicole, Grace onu çıkışa yönlendirirken. Onlar çıkana kadar bir sigara yaktım, bir süre bir bankta oturdum. Sonra yerde söndürüp lavaboya gittim. O sigarayı da Bran'in kaşlarının ortasındaki çirkin yarada söndürmek isterdim, ama uyanması planım açısından iyi olmazdı. Lavaboda ellerimi yıkadım ve küçük bir işi hallettim. Sonra dışarı çıktım, Brandon'ı soydum, tüm giysilerini klozete attım, telefonunu duvarda kırdım. Erkek soyunma odasında bulunan yedek kıyafetleri de başka bir klozete attıktan sonra kızlar soyunma odasından amigo kız giysilerini Brandon'a giydirdim. Daha az gülünç bir kıyafet bulmaması amacıyla kızların yedek kıyafetlerini de hallettim. Sonra bahçeye çıkıp bir gül buldum, Brandon'ın hemen yanına koydum.
***
Gece insanıydım. Baykuştum. Yarasaydım. Gece uyumazdım. Gece işlerim olurdu çünkü. Sabahları uyurdum. Belki de okul bu yüzden düzenimi bozuyordu. Bu yüzden sevmiyordum. İnsanlar sadece görebildiklerinin tadını çıkarırken göremediklerini görmezden geliyorlardı. Gece, deniz daha hırçındır, yazları gece hafif bir esinti olur, sadece gece olunca yıldızları görebilirsiniz. Belki de bu yüzden uykum vardı ama uyuyamıyordum. Gece uyuyamazdım.
Ay ışığının altında yatakhanenin giriş merdivenlerinden çıktım. Sessizce asansörü bekledim. Sonra ağır hareketlerle odaya girdim. Kapıyı açtığımda David kızarmış gözleriyle başını yataktan kaldırdı. "Yine mi dayak yedin?" Diye sessizce sordum. "Hayır- ama," "İkizini buldum. O iyi." Yavaşça yatağıma doğru gittim, oturdum, yatağımın altındaki neredeyse boş bavulumu çıkardım. "Sana iki borcum var. Çok teşekkür ederim-ne diyeceğimi bilmiyorum." Sıkılmışcasına bir nefes aldım. "Borçlu değilsin. Unut gitsin." David beni saha fazla sıkmamak için yatakta döndü ve uykuya daldı. Sesi ağlamış gibi çıkmıştı.
Bavulumun gözünden eski, yeşil kapaklı defteri çıkardım ve Grace'in koşarkenki görüntüsünü hayal ettim. Sonra kollarının karnıma dolanışını. Defter, benim ve Grace'in geçmişini anlatıyordu. Onu unutmaya çalışmıştım. Göremeyecektim, duyamayacaktım, eskisi gibi olamayacaktık. Zorla bana eski günlüğünü vermişti. Açmamak üzere bavuluma koymuştum. Pes ediyordum. David'i uyandırmayacak şekilde eski kapağı açtım ve telefonumun kısık ışığıyla okudum. Grace Neumann. Annesi ve babası almandı. Ülkemiz vatandaşı olmayan insanların idam hükmü verildikten sonra Grace'i ben kurtarmıştım. Ben 7 o 6 yaşındayken. Sayfayı çevirdim ve Grace'in inci gibi yazısını okumaya başladım.
***
Gece boyunca okudum. Okudum, sigara içtim ve ağladım. Bir ara pencereden baktım, saat 3 gibiydi. Brandon, etrafına endişeyle bakarak amigo kıyafetleriyle yatakhaneye koşuyordu. Telefonla bir fotoğrafını çektim. Sabah, David'in alarmı çalmadan giyindim, odadan çıktım. Kimse uyanmamıştı, Dave alarmını çok erkene kurardı. Ağır adımlarla asansöre gittim, çağırdım ve aşağı indim. Asansör aynasında saçlarımı taramamış olduğumu fark ettim. Elimle biraz taramaya çalıştım. Zemin kata indiğimde zaten yatakhane binasının içinde olan yemekhaneye girdim. Sabah kahvaltısını burada ilk defa yapacaktım. Açık büfe yeni yerleştiriliyordu. Güneş hala doğmamıştı. Görevliye ''Günaydın,'' dedim. Bana dönüp kaşlarını kaldırdı. ''İyi geceler,'' dedi. ''Burada bu saatte ne işin var?'' ''Sadece kahvaltı,'' dedim ve tabağımı doldurmaya başladım. Küçük bir tepecik oluşana kadar doldurdum, sonra herhangi bir masaya oturup kahvaltıma başladım. Biraz sonra birkaç kişi geldi ve yemekhane yavaşça dolmaya başladı. Karşımdaki sandalye çekilince David'e baktım. İyi uyumuş gibi görünüyordu, benimse uykum gelmeye başlamıştı. ''Günaydın,'' dedim, her zamankinden neşeli olmaya çalışarak. ''Günaydın,'' dedi her zamanki gibi. Tabağı her zamanki gibi doluydu. ''Nicole'ü nerede buldun?'' diye sordu. ''Stadyumun soyunma kabininde,'' dedim. Olanları öylece söyleyemezdim. ''Brandon sana neden sataştı?'' diye sordum. ''Bilmiyorum, tam söyleyeceği zaman sen geldin.'' Tabağımla uğraştım. ''Daha önceden tanıyor muydun?'' diye sordum. ''Hayır, ama sanırım Nicole'ü tanıyordu.'' Bir süre sonra yine dünkü konuyu açtı. ''Gerçekten, senin için ne yapabilirim?'' diye sordu. ''Sadece başını belaya sokma,'' dedim sertçe. Bir şey istesem yapabilecek miydi sanki? Ne yapabilirdi? Tabağımı hızla bitirip ortadan kaybolmayı planlıyorken David'in yanındaki sandalye çekildi ve tanıdık küçük siyah deri çanta kondu. ''Selam,'' diye şakıdı Nicole. Kafamı kaldırdığım an ilk sorduğum soru ''Grace nerede?'' olmuştu. Nicole, bugün siyah bir gömlek ve dünkü kot şortunu giymişti. ''Burada,'' dedi Nicole biraz şaşırarak. Çatalımı tabağa yaslayarak koydum ve yanıma baktım. Grace tabağını yanıma koyuyordu. Sandalyeyi çekmeyi ihmal ederek sandalyeden kalkmaya çalıştım, kalktım ama sandalye dengesini kaybetti, düşerken yakaladım. Grace, bana bakıp kahkaha attı. Yanıma gelip kucağıma atladı, afalladım ama onu tuttum, sonra sıkıca sarılıp havada onu döndürdüm. Papatya kokusunu içime çektim. Dönerken kahkaha attı yine. Onu bıraktığımda elim hırkamın cebine gitti. Masaya oturduk, yemekhanenin çoğu bize bakıyordu, David ve Nicole'ün ağızları 5 karış açılmıştı. Telefonumu çıkarıp Brandon'ın fotoğrafını açtım. ''Ağzınıza sinek kaçabilir,'' dedi Grace. David dikkate almazken Nicole toparlandı. ''Sıkı durun,'' dedim ve Brandon'ın fotoğrafını gösterdim. Grace fotoğrafa bir bakış atıp kafasını geri atarak kahkaha attı. Sandalyeyle yere düşecekken onu tuttum ve yere yine sabitledim. David öksürmeye başladı ve Nicole dehşet dolu bakışlarını fotoğrafa sabitledi. ''TÜM bedeni neden çürüklerle kaplı?'' diye sordu Nicole. Alt dudağımı sarkıttım. ''Bir ara onu revirde ziyaret etmeliyiz,'' dedi Grace. ''Bunu sen mi yaptın?'' diye sordu David. Sırıttım, cevabını almış olmalıydı. ''İntikam almayacağını nereden biliyorsun?'' diye sordu David. ''O-'' Fotoğrafı gösterdim. ''Benden-'' Kendimi gösterdim. ''Bu halde-'' yine fotoğrafı gösterdim. ''İntikam alacak?'' Kaşlarımı kaldırdım. Dudaklarını birbirine bastırarak cevap beklemediğim soruyu başını iki yana sallayarak cevapladı. ''Bir hafta revirde kalacak,'' dedi Nicole. ''Çok yakışmış,'' dedi Grace amigo kız kıyafetini kastederek. Cebimden sigara paketimi ve çakmağımı aldı. Kendininkilerin ve benim dudaklarımın arasına bir sigara yerleştirdi, sonra yaktı. Nicole, Grace'e ''Nereden tanışıyorsunuz?'' diye sordu. Yerine cevap verdim ''10 yıldır birlikte yaşıyoruz,'' dedim. David başını iki yana salladı. Bu sabah için yeterince fazla şok yaşamış olmalıydı. Boş ve kirli tabağıyla yerinden kalktı. Nicole, sessizce kahvaltısına devam ederken bize arada hala hayret dolu bakışlar atıyordu. Dayanamayıp güldüm, ''Ne var?''. O da güldü. ''İkinizin yalnızken bunu konuşacağınızı hissediyorum,'' dedim gülerek. Grace abartılı bir şekilde ''Pfff!'' dedi. ''Saçmalık.'' Bacaklarını sandalyeye çekti, başını omzuma yasladı. Solumda bir öksürme sesi duydum. ''Burada sigara içemezsiniz,'' dedi yanımızda bitmiş yer cücesi. ''Bunu şimdi mi söylüyorsun?'' diye sordum, neredeyse bitmiş sigaramı göstererek. ''Burada sigara içemezsiniz,'' diye tekrarladı görevli. Sağımda Grace ofladı. Hızla sandalyeden kalkarken sandalyeyi devirdi ve tabağını yere itti. Öğlen ve akşam yemeklerinde tabildot kullanıldığı için sadece kahvaltıda kullanılan porselen yassı tabak yer çekiminin kuvvetiyle sert yüzeye çarpınca 3 parçaya ayrıldı. ''Off,'' dedi Grace, sahte bir utanç ve sakarlık gösterisiyle. ''Neyse, siz zaten temizlersiniz, değil mi?'' dedi Grace cevap beklemeyen bir soruyla ve sigarasını aynı duvarlar gibi bej olan plastik masada söndürdü. Sigaranın ısısıyla büzüşen plastik masaya baktı ve alt dudağını ısırdı. ''Bunun için cezaya kalacaksınız!'' diye hönkürdü adam. ''O zaman,'' dedim. Sigaramı adamın yaka kartında, tam fotoğrafının burnunda söndürdüm. ''Ben de kalıyorum Mr. Hathaway,'' dedim. Grace koluma girdi ve yemekhaneden çıktık.