Baba Evinde Son Gün
Günün ilk ışıklarını müjdelercesine pencerenin karşısındaki ağacın dallarına konan kuşların cıvıltısı yeni bir günün başladığını söylüyordu sanki. Güneş karşıki dağlardan yüzünü yeni yeni göstermeye başladığından ortalık henüz ısınmamıştı.
Zeynep, sabahın bu serinliğinde sıcacık yatağından kalkmak; yeni bir güne, yeni bir hayata başlamak istemediğinden olduğu yerde bir sağa bir sola dönüyordu. Kuşların tatlı cıvıltıları ile içine dolan ufacık bir mutlulukla yatağından kalkıp perdeyi yavaşça araladı. Ağacın yaprakları arasına gizlenen kuşları görmeye çalışırken bir dala konmuş birbirine bakarak öten iki kuş dikkatini çekti. Bir süre onlara izledikten sonra sanki evlerinin bahçesini ilk kez görüyormuş gibi her köşesine teker teker baktı. Bahçe kapısının kapalı olduğunu görünce henüz evde kimse uyanmamış, gelen giden olmamış diye sevindi.
Gözünün alabileceği en uzak noktalara kadar baktı, sokaklar bomboştu. Doğa çevresindeki insanların çirkinliğine ve acımasızlığına inat bütün masumluğu ve temizliği ile karşısında sessizce duruyordu. Bu evde doğup büyüdü, bu bahçede, bu sokakta koşup oynadı. Acısı tatlısı ile çocukluğunu geçirdiği yerler, bugünden itibaren ona yabancı olacaktı. Yeni bir gün ile yeni bir hayata başlayacak ve hayatındaki her şey birer birer değişecekti.
Çevreyi izlerken dalıp gitmişti Zeynep. Çocukluğunu düşünüyordu araladığı perdenin arasından ürkek ve masum gözlerle. Aslında çok güzel de bir çocukluk geçirmemişti. İlkokula başladığı sene ablalık heyecanından ziyade ablalık sorumluluğunu ilk kez tatması yetmezmiş gibi ikinci sınıfa geçtiği yıl ikinci kez abla olmuş ve yükü oldukça artmıştı. Daha çocuk denilecek bir yaşta iki kardeşinin her şeyi ile Zeynep'in ilgilenmesi yetmezmiş gibi evdeki birçok işi de yapması gerekiyordu. Çok sevdiği okulundan her gün koşarak gelir, çantasını kapının girişine bırakır ve kardeşlerinin karnını doyurur, altını temizler, onları giydirir kuşandırır; ama asla onlarla oyun oynamaz daha doğrusu oynayamazdı.
Annesi hem ahırdaki hayvanların bakımı hem de koskocaman bir bahçenin işleri ile meşgul olduğu için evine ve çocuklarına zaman ayıramazdı. Zaten babası Hüseyin'de annesinin evde ayakaltında dolaşmasını pek istemezdi. Bu yüzden annesi evde yoksa ya ahırda hayvanların yanındadır ya da bahçede bir şeylerle meşguldür.
Annesi Emine oldukça sessiz bir kadındı. Bu sessizliği belki küçük yaşta evlendirildiği için hayalleri ve umutlarının tükendiğinden, belki de evlendiği günden bu yana hem kocasından hem kayınvalidesinden fiziksel ve psikolojik şiddet gördüğünden yaşama dair bir pes etmişliğinin göstergesiydi. Emine, yaşadığı zorluklardan olsa gerek kendine güvenini kaybetmiş, ürkek ve suskun bir kadındı. Üç yaşında minicik bir kızını, doğumda da bir oğlunu kaybetmiş olmasına rağmen o günlerde bile bu evde bir annenin feryadı duyulmamıştı. Sevinçlerini olduğu gibi acılarını, hüznünü de herkesten saklardı. Ne tuhaf ki şu an bile Zeynep'in hafızasında annesine dair ne bir dokunuş ne bir gülüş vardı. Saçlarını hiçbir zaman okşamadığı için, sevgiyle ana kucağının sıcaklığını hissettirmediği için, ağladığında gözyaşını silmediği için annesine hala kızsa da tek suçlu olarak da onu görmüyordu.
Buralarda hiç kimse kendi çocuğunu kucağına almaz, bir öpücüğü bile kendisinin bir parçası olan yavrusundan kıskanırdı. Böylesine bir sevgi kıskançlığını kim çıkarmış ve bunu örf, adet saymıştı? Dedesinin, nenesinin hatta tüm büyüklerin hatasıydı bu; çünkü onlar bu tür sevgi gösterimlerini ayıp saydığı için yetiştirdikleri çocuklara da öyle öğretmişlerdi. Bu topraklar, böylesine örf ve adetler yüzünden sevgisiz büyüyen insanlar yetiştirmişti.
Zeynep bu evdeki, bu köydeki insanlar kadar sessiz olsa da içinde kocaman bir sevgi vardı. Kendi içinde yetiştirdiği sevgi tohumlarını öldürmüyordu. Onun kaderi annesi, ablası gibi olmamalıydı, sessizce silinip gitmemeliydi hayattan. Babası, abisi gibi de sevgi kıskançlığı yapmamalıydı. Okul kitaplığından emanet alıp gizli köşelerde okuduğu kitaplarda mutluluk vardı, kardeşlik, dostluk, sevgi vardı hatta gözyaşı bile sevinç için akardı. Öyle bir hayatın düşlerini kurmaya başlamışken babasının öfke dolu bağırması ile kendine geldi Zeynep. Perdeyi hemen kapatıp içinde oluşan tarifsiz bir korkuya rağmen, kardeşlerine şefkatle bir kez daha bakıp kısık bir ses tonuna bile yansıyan telaşla seslendi:
—Hadi kalkın çabuk, babam bize sesleniyor!
Yan yana konulan yer yatağında uyuyan kardeşleri, baba sözcüğünü duyunca büyük bir panikle yataklarından kalktı. Zeynep yorganları katlamaya başlamışken uyku sersemliğini üzerinden henüz atamayan kız kardeşi Meryem de ablasına yardım ediyor, evin en küçüğü Osman ise odadan çıkmaya çekindiği için divanın üzerine oturmuş ablalarının işini bitirmesini bekliyordu. Odayı şöyle bir toparladıktan sonra hep birlikte mutfağa gittiler. Zeynep çayı demlemek ile uğraşırken Meryem de yere serdiği sofra bezinin üzerine peynir, zeytin ve bardakları yerleştiriyordu. Babaları yan odada olduğu için sessiz hareket ediyor, konuşmaya bile çekiniyorlardı.
Osman ve Meryem, anne ve babasından görmediği şefkati, sevgiyi Zeynep'ten gördükleri için her daim onun yanında olmaya çalışırlardı. Babalarının öfke ve şiddetinden korunmak için sığınacakları bir liman olan ablaları, fiziki yapı olarak oldukça cılız ve çelimsiz görünse de koca yürekli, sevgi yüklü biriydi. Bu koca yürekli ablalarından bugün ayrılacaklarını biliyor; ama bunun bir yalan olduğunu düşünüyor, Zeynepsiz, ablasız bir hayatı, küçücük yüreklerine kabul ettiremiyorlardı.
*Yeni başladığım bu serüvende beni yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederim...**İkinci bölümde görüşmek dileğiyle oy ve yorumlarınızı bekliyorum...
![](https://img.wattpad.com/cover/60377820-288-k936324.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SESSİZLİKTE KAYBOLAN SEVGİLER (Kitap Oldu)
Художественная прозаSESSİZLİKTE KAYBOLAN SEVGİLER Abdullah, üniversite okuyabilmek için annesinin kurduğu oyunda rol almak zorunda kalıyor. Bir yanda hayalleri diğer yanda ailesi.. İkisinden de vazgeçmek imkansız... Zeynep henüz on dört yaşında, babasının aldığı bi...