1984 Ağustos -Ankara
Ankara'nın kuru ayazının sonbaharın habercisi olduğu günler... İki katlı evin penceresinden bakıyordu genç kız. Asiye. Uzun, siyah saçları; kocaman ela gözleri vardı. Mahallenin delikanlıları arabalarıyla evin karşına geçer teyplerinden şarkılar açarlardı Asiye'ye. Asiye'nin ise hiç umurunda değildi bu durum. O, tek bir çocuğu sevmişti. Daha mahalleye ilk taşındıkları gün hem de. O başak rengi saçları, burnunda irili ufaklı çilleri olan genci. Kenan'ı. 15 yaşında ya var ya yoktu Kenan o zamanlar. Bir saniye bakmıştı Asiye'nin suratına, yetmişti de o bakış. Asiye o an âşık olmuştu küçücük kalbiye. Şimdi ise 18 yaşında dillere destan güzelliğiyle karşı evin bahçesindeki elma ağacının yapraklarını dökmesini izliyordu sessiz sessiz. Daha doğrusu oyalanıyordu camın önünde, onu bekliyordu. Hep bu saatlerde eve dönerdi. Kenan, tıp fakültesinde okuyordu son senesiydi bitirecekti mektebi ve söz verdiği gibi hekim olup anasıyla dedesini alıp onu istemeye geleceklerdi. Biliyordu, Kenan ona hiç yalan söylememişti. Kenan da ona gönüllüydü, Ela gözlü benli dilberiydi onun. Aklına gelince kıkırdadı kız ne kadar utansa da seviyordu böyle demesini. Tam o sıra da Kenan mahallenin başındaki Nuri Bakkalın önünde oturup tavla oynayan Kemal abi ve Nuri amcaya selam verip evine doğru ilerlemeye başladı. Mahallenin sonundaki 3 katlı konakta kalıyorlardı. Babası ölünce dedesi Selman dedenin yanına gelip konağa taşınmışlardı. Çok zengindi Selman dede ama anısı var diye bu mahalleden taşınmıyordu hiç. O eve karısı Firuze hanımı gelin getirmişti. Firuze hanım Kenan'ın babasını o evde doğurmuştu, doğurmuştu da o doğumda kendisi hakkın rahmetine kavuşmuştu. Yani ona da öyle anlatmışlardı mahalledeki komşular. Asiye çocukluktan beri severdi Selman dedeyi. Her kandilde her bayramda onlara küçük çikolatalardan dağıtırdı, oyun oynarlarken gürültü yapmalarına hiç kızmazdı.
Kenan onların evinin önüne gelince önce sağa sola sonra da onların evine bakıp, Asiye'yi görünce gülümseyip el sallamıştı. Asiye'ye akşama buluşacaklarına dair işaret edince Asiye de kafasını tamam anlamında sallayıp, perdeyi çekti. Tam içeri dönmüştü ki anasının sesini duydu.
"Asiye! Gız Asiyee, nereye kayboldun yine kör olasıca."
"Geldim ana. Odadaydım."
"Miskin kedi. Bizim tekirin bile senden daha fazla yararı var şu eve." Anası her zaman ki gibi onu aşağılamaya başlamıştı. "Otur hele seninle konuşacaklarım var."
"Buyur ana" Tam Osmanlı kadınıydı Fadik. Uzun boylu, hafif kilolu bir kadındı. Mahalledeki Tekir kedinin gözleri gibi masmavi gözleri vardı. Elleri ekmek pişirirken kullandıkları kürekler gibi kocamandı. Hatta çocukken mahalledeki kadınlarla ekmek pişirirlerken anamın elleri ekmek küreği kadar diyince bütün kadınları güldürmüş ama eve gidince anası o kürekle dövmüştü onu. O gün bugündür hep içinden konuşur olmuştu. Hafif aksak yürürdü anası. Babası onun yanında küçücük kalırdı. Bir de hep "sen en iyisini bilirsin hanım" derdi. Çok kızardı babasına. Ama en çok onu severdi evde. En çok o benzerdi babasına. Abisi anası gibi uzundu böyle sapsarı saçları vardı. Babasının adı Fehmi abisinin ki Yasin idi.
Anası konuşamaya başladı. İlk kez gözleri ışıl ışıl bakıyordu.
"Seni istemea gelecahlar. Bu Pazar."
"Ne! Kim gelecek."
"Şu Seyfi Uluağaç var ya fabrikatör onun büyüh oğluna. Talih kuşu kondu başına. İşe yarıycan sonunda."
"Ama ana nasıl olur bu. Ben ben."
"Sus yoğsa ağzını caartt diye yırtıveririm küçük sıçan. Evelenecahsın. Son sözüm budur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK ÖMRÜ
RomanceKısacık yaşamı olan ama güzelliğiyle de hep akılda kalan rengarenk bir kelebek... Ömrünü hiç bitmeyecekmiş gibi yaşayan vurdumduymaz bir adam. Geçmişin tozlu raflarında yerini almış, onu yaşayan iki kişi dışında kimsenin bilmediği bir aşk... Bu aşk...