Multimedia= Fatih... İyi okumalar. :)
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Saatin sinir bozucu sesi odada yankılanana kadar demir parmaklıklı pencerenin başındaydım. Pencere bir çocuk parkına bakıyordu. Yüzlerinde mutluluk ifadesi dedikleri gülücükler ile bir oraya bir buraya koşturan çocuklar hayal ettim bahçede. ama cansız ve fazla yeşil görüntüsü buna engel oldu. Gözlerimi oradan kaçırıp hala ötüp duran saate kötü bir bakış attım. Hala susmamakta ısrar ediyordu. Kapının açılmasıyla elindeki tepsi ile giren şişman kadına baktım. O da bir pencerenin başındaki bana bir de hala öten saate bakıp gözlerini devirdi. Yatağın yanına varıp saati kapattığında şu birkaç dakikada bile özlediğim sükunetin tadını çıkardım. Yine her zamanki gibi ilaçları ve yemeği bırakıp gidecekti ki onu durdurdum.
"Ne için bu ilaçlar? Benim bir şeyim yok." diye söylendim.
Yine bana baktı ve yine gözlerini devirdi. Hapları çenesinin ucu ile gösterip ağzını oynatarak 'iç' dedi. Acıkmıştım, saat öğlen on ikiydi. Tam öğle yemeği saati. Yemeği yesem de ilaçları orada bıraktım. Ama sonra vicdan azabı duyarak içtim. Pişman olmuştum. Buradaydım ve buranın kurallarına uymak zorundaydım.
Odadan çıktığımda benim odamın bulunduğu koridor karanlıktı. Sanki her an bir yerden bir şey çıkabilirmiş izlenimi veriyordu. Işığa doğru ilerliyordum. Garipti. Acaba ölecek miydim? Ne saçmalıyorsam. Sadece bir koridordu. Parlak koridora vardığımda etrafta dolaşan beyaz önlüklü koyunlar vardı. Niye diyorsanız, hepsi aynı şeyleri söylüyor ve hepsi aynı ilacı veriyordu. Sürü psikolojisi işte. Aralarından sıyrılarak, birkaç kişiye çarparak bahçeye çıktım. Birkaçı hemşire ile gezen on tane hasta vardı. Özel hemşireleri olan hastaların hastalığı ağır demekti. Sürekli kriz geçirirlerdi. Hatta kendini asan ve ya hap içerek intihar edenler vardı. Malum akıl sağlıkları yerinde değildi.
Etrafa baka baka o yıllanmış çınar ağacının yanına gittim. Hastane terliklerimle ezdiğim yaprakların hışırtı sesleri kulağımda hoş bir tını bırakıyordu. Bir süre orada oturdum. Bizim bahçenin telleri elektrik yüklüydü. Tırmanıp kaçmamamız içindi. Hemen yarım metre uzağında ise normal teller vardı. Normal insanlar yaklaşırlar diye alınmış bir çeşit önlemdi.
Normal insan dediğimi fark edince kaşlarımı çattım. Kime göre, neye göre normallerdi? Birbirlerine bir şeyler söyleyip durduk yere gülüyorlardı. Hatta gülmek yetmeyip kahkaha atanlar vardı. Sizce bu normallik miydi? Ben mesela çok mutlu olduğum zamanlar haricinde o dudak kıvrılması hareketini yapmıyordum. Yoksa neden sürekli öyle durayımki? Ağzımı yormak için mi? Garipti, cidden garipti.
Ama onlara göre de biz gariptik. Çoğu zaman aynı tip kıyafeti giyen donuk bakışlı insalardık. Ama artık bunlar bize normal gelen şeylerdi. Yine tuhaflık vardı. Bizim normalimiz onlara anormal geliyordu. Dediğim gibi tuhaftı. Hava kararana orada kaldım. Hava kararınca ise sabahki şişman kadın gelip sinirli bir şekilde odaya doğru çekiştirmeye başladığında söylendim. Bu da tuhaftı.
Odaya geçtiğimizde bir daha bu odadan çıkmamam konusunda bana bir nutuk çekmişti. Gereğinden fazla ince kaşları, koyu kahve gözleri, aralarında beyazlar olan uzun kıvırcık saçları ve pembe garip elbisesi ile sinirli sinirli konuşuyordu. Açıkçası dinlemedim. Gerçekten fazla sinirliydi. Sadece arada geçen o cümle dikkatimi çekmişti:
''Artık seninle uğraşmayacağım için seviniyorum.''
''Bir dakika, bir dakika! Ne oluyor ?!''
Bana baktı ve gözlerini devirdi. Bu kadın ne de çok gözlerini deviriyordu.
''Senden kurtulacağım. Sana özel hemşire talebinde bulundum. Yaklaşık bir hafta içinde gelecek ve ben senin gibi garip birinden kurtulacağım. Sonra da ver elini sağlık ocağı.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
REZİST (ASKIDA)
ChickLitBir ressam vardı aralarında. Doğa sanatçısı, yeşilliğe aşık bir adam. Bir şarkıcı vardı aralarında. Elinden oyuncak mikrofonu düşmeyen bir kadın. Bir sorgucu vardı aralarında. Kim olduğunu bilmeyen hayatı sorgulayan bir adam. Biraz da normal insanla...