Bölüm 17

250 23 7
                                    

Bu öpücük hem her şeydi hem de hiçbir şey. Soğuk dudaklarına kapanan dudaklar sertti ve hırsla öpüyordu, beline dolanan kol canını acıtıyordu. Ancak içinde onu iteklemesini engelleyen bir duygu vardı, uzun süredir vardı ve şimdi yapması gerekeni yapamıyordu.

Ellerini prensin yumuşak saçlarından geçirirken kendini ona bastırdı. Leonel inlediğinde gülümser gibi oldu ve iyice sokuldu. Zamanın akmakta zorlandığını hissediyordu, düşünebildiği tek şey kendileri ve gül kokusuydu. Muazzam bir gül kokusu vardı etrafta.

Bir süre sonra istemeye istemeye geri çekildi ve kendisi merakla izleyen buğulu yeşil gözlere döndü. Dudakları öpülmekten kıpkırmızı olmuştu ve benzer bir izin kendi yüzünde de olduğunu tahmin edebiliyordu Azura. 

"Konuşmayacak mısın?" diye sordu Leonel. Bu soruyla birlikte küçük büyülü anlarından çıkıp gerçeğe döndü, düşünler çoktan kafasına dolmaya başlamıştı.

"Evet, konuşacağız." dedi sakince dağılan saçlarını geriye atıp. "Ama burada değil. Vincent her an gelebilir." Arkasını dönüp gül bahçesinden çıkacakken Leonel onu sertçe döndürdü, bundan gerçekten sıkılmıştı.

"Bir leydiye nasıl davranacağını öğrenmelisin." dedi sinirle.

"Az önce olanlardan sonra hala Vincent dediğine inanmıyorum." Azura'nın çenesini tutup hafifçe sıktı. "İlla öldürtmem mi gerekiyor?" 

Prensi gücünün yettiği kadar itekleyip tekrar arkasını döndü, bu sefer durdurulmadı da. Ama hala hırsını alamamıştı, kenardaki eski krallardan birinin büstünü devirip yürümeye devam ettiğinde arkasından gülme sesinin geldiğini işitti. Şimdi siniri gitmişti.

Saraya döndüğünde oyalanmadan odasına gitti ve hizmetçileri çağıramayacak kadar yorgun olduğunu düşünüp kendi kendine elbisesini çıkarttı. Bu gün daha fazla insan görmeyi kaldıramayacaktı. Sonunda geceliğini giyip saçlarını taradığında tamamen mayışmıştı. Gözü masanın üzerinde duran tatlı şaraba kaydığında dayanamadı ve sadece bir kadeh diyerek doldurup balkona çıktı. Elindeki kadehle birlikte balkon zeminine konulmuş yumuşacık minderlerden bir tanesine ilişti ve gökyüzüne baktı. Bu gece dolunay vardı, garip bir şekilde dolunay bütün acılarına eşlik ediyordu. Annesinin öldüğü gece dolunay vardı, babası öldüğünde de. Yıldızlarla birlikte öylece asılı duruyordu, korkutucu bir güzellikti. 

Hafif bir esinti elmacık kemiklerini okşadığında şarabından bir yudum aldı, bu yer yüzünden tam bir alkoliğe dönüşüyordu. Yine de kendiyle hesaplaşırken şaraba ihtiyacı vardı, insanı en çok dehşete düşüren kendisiydi zaten. Önce bugün olanları gözden geçirdi, sonra birden bire onunla nasıl öpüştüğünü hatırladı. Ah Tanrılar, şimdi de kızarıyordu. 

Konuşmaları lazımdı ama konuştuktan sonra eskisi gibi olmayacağına neredeyse emindi. Nefreti gittikçe azalıyordu, Leonel'e hayran o küçük kız çocuğu olmuştu. Oysa bu saf duyguların hepsinin on sene önce öldüğünü düşünüyordu, ailesiyle beraber. 

Bir kadeh iki olurken artık önündeki seçenek oldukça açıktı. Buradan gidecekti, başından beri planladığı şeyi yapıp öyle gidecekti. 

...

Sabah erkenden uyandı ve yazlık elbiselerinden bir tanesi iki hizmetçisinin yardımıyla giydi. Gök mavisi bir elbiseydi, kesimi neredeyse bütün elbiseleri gibi helenikti ama bel kısmında safir taşları işlenmişti. Saçlarına yandan uzun bir örgü yaptırdı ve aynadaki soğuk yansımasına bakıp bir nefes aldı.

"Leydim," dedi kızlardan bir tanesi. Azura başını kapıya doğru çevirdi. Kız elinde üç tane siyah gül tutuyordu. "Bunu kapıya bırakmışlar." Gülleri leydisine verirken dikenlerden biri eline battı ve istemsizce geriye çekildi. Azura kıza duygusuzca baktı, dikenin battığı yer kanıyordu. 

Ejderha ve YılanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin