5. Bölüm

65 8 6
                                    

Cemreyi gerçekten özlemiştim. Minyon bir kızdı. Sarı omuzlarına gelen saçları, bembeyaz teni ve mavi gözleriyle gerçekten çok güzel bir kızdı. Aynı zaman da mükemmel bir dosttu. Bazen bir insan sadece arkadaşınız değilde ailenizden biri, kız kardeşiniz olabiliyordu. O yurt dışına giderken biraz tartışmıştık ve bir kaç telefon görüşmesi dışında hiç konuşmamıştık. Fakat birbirimizi gördüğümüz an sanki hiç o soğukluğu yaşamamış gibi devam etmiştik.

Cemreye olan biten her şeyi anlattım. Ağzı açık beni izlerken ağabeyimin nasıl olduğunu sorup duruyordu. Hatta onu aramaya kalkmıştı, fakat ben burada olduğumu bilmediklerini söyleyerek zar zor telefonu elinden alabilmiştim. Depoda olanları anlattığımda ise oda benim kadar şaşırmıştı...

Ona çok yorgun olduğumu söylediğimde dinlenmem gerektiğine dair bir kaç şey mırıldanıp beni odada yalnız bıraktı. Sanırım yemek hazırlamak için aşağı inmişti. Oda da yalnız kalınca gözlerimi tavana dikip o anı düşündüm. Her şeyimle güvendiğim tek adamın, gözünü dahi kırpmadan can alabileceğini hiç düşünmemiştim. İnsanlara karşı acımasız olduğunu ve bir çok defa kavga çıkarmasına, karşımda bir çok insanı öldüresiye dövmesine şahit olmuştum. Ama bu, çok ağırdı...

Düşüncelerimin arasında boğulurken gözümden akan bir iki damla yaşı hızla silip devamının gelmemesi için gözlerimi kapattım. Ağabeyim şuan ne haldeydi acaba ? Sinirden deliye döndüğüne adım gibi emindim. Gözlerimi açıp yatakta telefon aramaya başladım. Sahi neredeydi bu lanet telefon? Onu ormanda ya da Arel'in arabasında düşürmüş olmamayı dilerken yataktan kalkıp montumu buldum. Cebindeki telefonumu bulunca biraz da olsa rahatladım. Telefonu elime alıp baktığım da, onlarca cevapsız arama ve bir çok mesajla karşılaştım. Bunların hepsi Batın ve Poyraz'dandı tabi ki. Mesajların içeriğini az çok tahmin ettiğim için okuma zahmetinde bulunmadım. Tam telefonu kapatıp yanda duran komidinin üzerine koyacaktım ki, telefonum tekrar çalmaya başladı. Arayan; Poyraz'dı. Telefonu açıp açmamak arasında kalıp düşünürken elim istemsizce telefonu açıp kulağıma götürdü.

"Neredesin sen? Her yerde seni arıyoruz ? İyi misin ? Nihan..!"

Her ne kadar ona sinirli de olsam beni gerçekten merak ettiğini biliyordum.

"Ben, iyiyim."

Sesim, titriyordu. İyi miydim sahi ? İçimde büyük bir boşluk vardı. Kalbimin üzerinde ki hafif ama hiç geçmeyen o sızı depoda ki olaydan sonra katlanmıştı. Belki de onlar için bir insanın ölmesi büyük ve abartılacak bir şey değildi. Ama öyle değildi işte. Bu çok büyük bir şeydi. Ağabeyimin sesiyle kendime geldim.

"Neredesin? Gelip alayım hemen seni ?"

"Ben, Cemrelerin evindeyim." Bir tarafım gelmemesini isterken, diğer tarafım yüzleşmek istiyordu.

"Tamam, birazdan orada olurum." diyerek telefonu kapattı.

Sanırım en iyisi yüzleşmekti. Boş tavanı izleme eylemime geri dönüp saniyeleri saymaya başlamıştım. 537, 538, 539, 540... derken biri kapıyı açtı. Kim olduğunu anlamak için kapıya döndüğümde açlığımı bana iyice hatırlatacak bir manzarayla karşılaştım. Elinde büyük bir tepsi, onun içindede kahvaltıda yenebilecek her çeşit vardı. Gözlerimi kocaman açıp ağzımın suyunu akıta akıta tepsiye bakarken Ceyda gülerek bana bakıyordu.

"Bu kadar mutlu olacağını bilsem sık sık yapardım bunu." böyle boş boş konuşurken bir yandan da tepsiyi çalışma masasının üzerine koydu.

Ona gözlerimi devirip hemen yataktan çıktım ve sandalyeye oturup yemeğe başladım. Birden aklıma Arel geldi, onu bir daha görebilecek miydim acaba? Nereden gelmişti şimdi bu çocuk aklıma birden?

SESSİZ ÇANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin